GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
11 Haziran 2011 Cumartesi

Özgürlük meselesi

“Hürriyet, zaruretin bilincine varmaktır.” Demiş Karl Marx.
1851 yılında, bir insana zaruret ne ifade ediyordu?
2011 yılında yaşayan bir insan için “zaruret” neden ibaret olabilir?
 
Zaruret, elbette ihtiyaçtan ibarettir; ama ihtiyaç nedir?
Uçağa ihtiyacı olan bir iş adamı ile kent karta ihtiyacı olan bir öğretmen arasında, ihtiyaçları itibarıyla nasıl bir ilişki olabilir ki, aynı toplumun eşit yurttaşları olarak toplumda kabul görsünler.
Bir insan için ‘zaruri’ olan, ait olduğu sosyal sınıfın, üretilen zenginlikten aldığı paya bağlı olarak değişkenlik gösterir.
Aradan geçen iki yüzyılın ardından, zaruretin ne olduğu ve özgürlüklere etkisi,
-özgürlük/ihtiyaçlar ilişkisi,- felsefi bir sorun olarak elan güncelliğini korumakta.
İhtiyaçları çeşitlendirerek oluşturduğu adeta sonsuz seçenekle insan yaşamına yön veren piyasa ekonomisinin işleyişi, Marx’ın haklılığını işaret ediyor.
 
Kapitalist sistemin 500 yıldır süregelen varlığı, üretime bağlı olarak ihtiyaçların hızla arttığı ve çeşitlendiği bir sürece tekabül eder. Bu süreç, aynı zamanda insan özgürlüğünün görece sınırlandığı, özgürlüklerin kamusal alanda denetim altına alındığı, toplumsal alanın özgürlükleri yapılandırdığı dönemdir.
Mülkiyete dayalı üretim ilişkileri, ihtiyaçları salt tüketim meselesine dönüştürdüğünden, kapitalist sistemin özgürlük tanımı, tüketim toplumunun değer yargılarına göre oluşmaktadır. Tüketim toplumunda özgürlüğün ihtiyaçlarla ilintisinin sınırlayıcı, hatta yok edici olduğu söylenebilir.
 
“Üretim ilişkilerinin kendiliğinden sınırladığı özgürlükleri, ekonomik haklar talep ederek  geri kazanmak mümkün mü?” Veya, “kölelikten azad edilmiş bir insan gerçekten özgür müdür?”
Ben bu soruları yanıtlamakta zorlanıyorum.
Yine Marx’ın ifade ettiği gibi; ekonomi, ‘insanın suratına geçirdiği bir maske’ ise, özgürlüğün ekonomi öncesinde yaşanmış olduğu, düşünülebilir. Bu tespitten hareketle, ekonomik kazanımların, özgürleştirmekten ziyade “serbesti” sağladığı söylenebilir.
Yeryüzüne egemen sistemin insanı özgürleştirmek gibi bir derdi olduğunu düşünecek kadar naif olmayan herkes bilir ki, burada söz konusu olan, “serbesti”dir.
 
Gerek kamusal alanda gerekse özel alanda, insanın tanımlanmış haklarını ve özelini engelsiz yaşaması, çağın özgürlük anlayışını oluşturuyor. Fakat çağın özgürlük anlayışı nasıl tanımlanırsa tanımlansın; çağın insanı, cebindeki kredi kartının limitleri kadar özgür olduğunu bilir. Üzerindeki tüketim baskısından tüketerek kurtulmak zorunluluğunu hisseden insan, tükettiği kadar özgürdür; sistem kendince tanımladığı özgürlüğe böyle bir bedel koymuştur.
Bireye algılatılan ekonomik özgürlük, özgürlüğün yerine geçerek insanı ihtiyaçlarından kıskıvrak yakalıyor ve tüketim kültürü, “özgürlük üreten” konumuna yükseltiliyor. Kapitalist sistemin özgürlük anlayışı bu… Tüketerek ve tükenerek özgürleşmek…
Yani, kimse özgür değil.
 
Bu binyılda, ne zaruret ne de hürriyet kalmıştır yitik zamandan geriye.
Çağımızda özgürlük, içeriği bulanık bir kavramdır artık.  Tüketmek ise zaruret…
Bilişim devriminin çocuklarına bırakabileceğimiz özgür bir dünya olmayacak.