GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
6 Aralık 2012 Perşembe

Güldal Mumcu’nun içinden geçen zaman…

Eşini tüm Türkiye tanıyordu; Türkiye’nin onu tanıması da eşinin uğradığı saldırıyla oldu.
 
Milyonların ağladığı cenaze töreninde duruşuyla, metanetiyle, vakurluğuyla..
Elleri çocuklarının ellerinde, sel olup Ankara sokaklarına akmış kalabalığın önünde dimdik yürüyüşüyle…
Hafızalara kazındı.
O resme bakıp ‘vay canına’ dediğimi, içimden ‘Uğur Mumcu’ya da böyle bir kadın yakışırdı’ diye geçirdiğimi hatırlıyorum.
 
Güldal Mumcu’nun ‘İçimden Geçen Zaman’ kitabını elime aldığımda hızla aklımdan geçenler, hafızamda donup kalmış o fotoğraf karesiydi. Kocası evinin önünde bombayla parçalanarak öldürülen bir kadının, yüreğindeki cam kırıklarına rağmen, ağlamadan dimdik duruşu.
Çocukları Özgür ve Özge’ye ithaf ettiği kitabının kapağını aralayıp okumaya başladıktan sonra da, satırlar boyunca yine ‘o kadını’ gördüm.
Gücünü, aklını, dirayetini… O sessiz meydan okuyuşunu…
 
Uğur Mumcu’nun katledişinin ardından…
Onunla ilgili kimi haberlerde okuduğum Güldal Mumcu’yu, İzmir CHP Milletvekili adayı olarak seçim gezilerinde, sonrasında da TBMM kürsüsünde Meclis Başkanvekili olarak izledim herkes gibi.
Bende bıraktığı yeni izlenim, soğuk, mesafeli bir insan olduğuydu. Ve gizemli…
 
Bir gün… Önce Egedesonsöz’ü ziyaretinde, akabinde bir parti yemeğinde bir araya gelince… Haber amaçlı değil de iki kadının sohbeti kıvamında buluşunca…
Dışındaki kabuktan çok farklı bir insanın ortaya çıktığını görmüştüm bu kez de.
Canlı, neşeli, esprili bir Güldal Mumcu.
Dayanamayıp “Hiç ekranlarda izlediğimiz Güldal Mumcu’ya benzemiyorsunuz” deyivermiştim. Biraz kibirli, biraz da soğuk göründüğünü araya sıkıştırıvererek.
‘Biliyorum’ diyen bir edayla, İzmir’deki halasının da (onun şivesini taklit ederek) benzer şeyleri söylediğini, ‘kızım azıcık gülüversene, niye öyle ciddi ciddi duruyorsun’ eleştirisini ‘İyi de hala, Meclis kürsüsünde gülünür mü’ diye karşıladığını anlatırken, bana da yanıtını hınzırca/kibarca verivermişti.
Sonrasında onu ne zaman meclis kürsüsünde milletvekillerini uyaran sesiyle, o bildik ciddi zırhıyla izlesem, halasına verdiği ‘iyi de hala, Meclis kürsüsünde gülünür mü’ yanıtını hatırlayarak gülümsüyorum.
Ne kadar ciddi, hatta paylayan/azarlayan görüntüde olursa olsun; hafızama kaydolan yeni karede sıcak, canlı hatta biraz fırlama bir Güldal Mumcu vardı artık çünkü… Tıpkı kızının bir röportajda “Annem, olay olmadan önce, evde davetler düzenleyen, rahatlıkla gülebilen, çoğunlukla da gülerken hatırladığım bir kadındı. Babamla ikisini, birçok insandan ayıran sanırım sürekli gülebilmeleriydi. Sıkıntıları da beraber aşarlardı” diye anlattığı gibi. Kendisini rahat hissettiği zamanlarda ortaya çıkan sıcak haliyle…
 
  
Güldal Mumcu’nun ‘İçinden geçen zamanı’ anlattığı 222 sayfa, bir solukta okunan, 20 yıldır aydınlatılamamış bir cinayetin bilmediğimiz kimi perdelerini de aralayan bir kitap.
Duyduğu patlamanın ardından kocasını gözünde gözlüğüyle karlar üzerinde yatıyor gören bir kadının, iç dünyasında yaşadıklarına dokunmadan,
İçinden geçen zamanı sade ve akıcı bir dille özetlerken… Kendisini, acının akıntısına bir an bile bırakmamış o güçlü kadını göstermiş bize Güldal Mumcu yine.
20 yıldır kocasının katillerinin bulunması için verdiği mücadeleden bir an bile vazgeçmemiş, cinayetin magazinleşmesine bir an bile izin vermemiş, bu yoldaki ısrarlara yenik düşmemiş, iki çocuğunu kanatları altına alıp şahin kesilmiş o dik kadını.
 
 
Kitapta insanı sarsan pek çok gerçek var. Tartışmalar/açıklamalar/itirazlar başladı; uzun süre tartışılmaya da devam edecek görünüyor bu birinci ağızdan yazılanlar.
Beni etkileyen, o meşum güne, 20 yıl öncesine döndüren kitabın son sayfasını okuyup kapağı kapatırken…
Aklımda hala aydınlanmamış cinayetteki ilginç ayrıntılar kadar, Güldal Mumcu’nun ‘üzerine kuşandığı zırhın’ nedenini biraz olsun anlayabilmiş olma hali de vardı.
 
Kocası bombayla parçalanmış, üzerinde ‘Uğur Mumcu’nun eşi’ gibi ağır bir sıfat ve sorumluluk kalmış bir kadının, başka biri, daha doğrusu ‘kendisi olma’ gibi bir hakkı olabilir miydi?
Gecenin bir yarısı ışığı söndürüp yastığıma gömülürken, içimdeki ses ‘sanmıyorum’ diyordu…
 
(um:ag kitap, İçimden Geçen Zaman/Güldal Mumcu, 20.00 TL)