GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
28 Kasım 2012 Çarşamba

Yamalı pantolon…

60’lı yıllar… İlkokuldayım.
Herkesin kara önlüklü, beyaz kolalı yakalı, örgülü/kurdeleli saçlı, tahta bavul misali çanta taşıdığı…
Tek kurşun kalemli, tek kırmızı kalemli olduğu, kurşun kalemlerin tepesine tükenmez kalem ucu geçirilip bitene kadar kullanıldığı, defterin son sayfasına kadar yazıldığı, tahta kalem kutusunun içindeki silginin ufalanıncaya kadar yerini koruduğu…
Hani şimdilerde dalgası geçilen ‘yerli malı’ haftasının kutlandığı, örnekleme için evden kuru yemiş, mandalina, küçük bez torbalarda nohut/bulgur/fasulye getirildiği, Sümerbank basması/pazeninin yapıştırıldığı kartonların asıldığı,
Bahçede bir topun etrafında onlarca çocuğun koşturduğu yıllar…
Çok dikkatli bakmazsanız, hepsi birbirine benzeyen, yoksulla zenginin ayırtına varmanın ancak yakından (ayakkabı ve pantolonlarını) incelemekle mümkün olabileceği bir topluluk.
 
Aralarındaki farklar uçurum olmasa dahi, oradaki çocukların fark edeceği ayrıntılar, o yıllarda da vardı elbet.
Biri bendim mesela.
Azıcık boylanıp da kara önlüğün altına giydiğim pantolona sığmaz olunca bulunan çözümden dolayı günlerce ağlamıştım.
Bulunan çözüm, büyük ağabeyimden kalan dizleri (muhtemelen top peşinde koşarken düşmekten) parçalanmış pantolonun, annem tarafından farklı bir kumaş parçasıyla yamanıp üzerime uygun hale getirilmesiydi.
Büyüğün giysilerinin küçüğe uydurulması; giyinmenin değil, örtünmenin sağlanması; o yıllarda yoksul ailelerin uyguladığı çözümlerden biriydi..
Dizlerimdeki yamayı nasıl saklayacağımı bilemediğimi, yamanın göze batmaması için tahtaya kalkmaktan vazgeçtiğimi, teneffüslerimi bahçede değil, okul sırasında geçirdiğimi, anne/babama bana yamasız bir pantolon alması için yalvardığımı, en sonunda da “okula gitmeyeceğimi, sınıfta ‘tek yamalı pantolonlu ben olduğum için’ arkadaşlarımın bakışlarının hep yamada olduğunu” hıçkırıklarla ilan ettiğimi, bugün dahi hatırlıyorsam…
Çocuk yüreğim ‘o yıllarda kanadığı’ içindir…
 
Son bir haftadır yoğun bakımda olan, makinelere bağlı nefes alıp verebilen büyük ağabeyimin o yıllarda eve ekmek getiren hale gelmesiyle aile bütçesinin rahatlaması ve lisede/üniversitede ergenlik/gençlik dönemimin nispeten, -en azından arkadaşlarım arasında küçük düşecek boyutlardan- uzaklaşmasıyla, o sorunlu yılları daha kolay atlattığımı düşünsem de…
İçimde bir yerlerde hep ‘o yamalı pantolonlu çocuğun’ ezilişi, mahcubiyeti kaldı.
Bu yüzden, Milli Eğitim Bakanı’nın “Gelir düzensizliği serbest kıyafetin en haklı gerekçesi olarak gözüküyor ama buna rağmen çok doğru bir eleştiri değil. Çocuklarının serbest kıyafet giymelerinin aslında onlara bir güven sağlayacağı kanaatini taşıyorum. Normalde günlük hayatında nasılsa, okulda da öyle olacak ve bir takım şeyleri, önlük ve forma üzerinden gizlemek zorunda kalmayacak” sözlerini hüzünle dinliyorum.
İthal mallar cenneti olmadığımız, Sümerbank’tan giyinip Şafak marka kunduralara gözümüz gibi baktığımız, büyükten küçüğe miras kalan çantalar, defterler, kitaplar, el örgüsü hırkalar/kazaklar için sevinmiş; sınıf farkını bu kadar derinden hissetmemiş bir nesilden gelmeme rağmen, önümüzdeki süreçte yaşanabilecekleri düşünmek bile istemiyorum.
Elbette “Çocuklarımız için ayakkabı ve pantolon zaten serbestti. Özellikle zengin ve fakir çocuk arasındaki en belirgin farklılık ayakkabı üzerinden görülebiliyordu” diyen Milli Eğitim Bakanı’nın dediği, bir gerçek.
Ama artık, o listeye kazak da eklenecek, ceket de, yelek de, mont da.
Formanın altına giyilen pantolonun, ayakkabının; üste giyilen kazağa/hırkaya uygun düşüp düşmediği de hesaplanacak.
Evlerde her gün ‘ben ne giyeceğim? Dün de bu kazağı/gömleği giymiştim. Hiçbir şeyim yok. Oysa Pelin’in, Pınar’ın, Ali’nin, Veli’nin şusu var, busu var’ tartışmaları/isyanları, günlük ve sıradan konuşmalar haline dönüşecek.
Okula giden çocuk için sınav/ödev kaygısına, ‘her gün ne giyeceğini’ düşünmek de eklenecek.
Hatta ergenler için ‘ne giyeceği/arkadaşı ile nasıl yarışacağı’, birincil sorun olacak.
Çünkü çocuğuna iyi (marka) kıyafetler alan da olacak, alamayan da...
 
Başbakan Erdoğan ''Bırakalım herkes nasıl arzu ediyorsa, gücü neye yetiyorsa onu alsın, onu evladına giydirsin" diyor ama, temel sorun da işte bu zaten.
Türkiye ‘asgari ücretin açlık sınırının bile altında olduğu’ bir ülke. Gelir dağılımında müthiş adaletsizlikler var. Alt gelirli ve orta gelirlilerle zengin arasında büyük bir bulunuyor.
Kişi başına düşen gelirin bu kadar az olduğu bir ülkede ‘herkes arzusuna göre’ çocuğunu giydirme imkanına sahip değil. Herkes cebindeki paraya göre yaşıyor ve evladını da ona göre giydiriyor.
Sene başında çocuğuna forma alıp o yılki kıyafet derdini hallettiğini düşünen asgari ücretli veli, serbest kıyafet uygulamasıyla nasıl başa çıkacak?
Her gün çocuğuna başka bir kıyafet giydirme lüksüne sahip olan kaç kişi var?
Dahası bu kıyafetlerin bir de marka olanları, pazar malı olanları var... Veliler çocuklarının hem görsel hem ruhsal sağlığını nasıl dengeleyecek?
Hal böyle olunca okullarda fakir öğrenci ‘kıyafeti sebebiyle adeta teşhir edilmiş’ olacak, zengin öğrenci ezici üstünlük kuracak. Velileri, okul çağında çocuğum olmasa da benim gibi hissedenleri/düşünenleri endişelendiren de bu...
Yoksul aileler çocuğunun eğitim giderleri altında ezilirken bir de marka derdiyle muhatap olacak.
Özellikle de liselerde bu çok büyük sıkıntı yaratacak. Ergenlik döneminde olan liseli gençler bir de kıyafetleri sebebiyle bunalım yaşayacak.
‘Gençler arasındaki marka çılgınlığının olmadığını, Türk gençlerinin arkadaşlarını kıyafetleri ile yargılamadığını’ düşünmek gibi boş bir hayalimiz yoksa ne yapacağız?
 
Milli Eğitim, kıyafet serbestliği kararını alırken Türkiye'deki gelir dağılımı uçurumunu dikkate aldı mı?
Herkes bütçesine uygun çocuğunu giydirirse, okullarda sınıf farklılıkları oluşmayacak mı? Fakir öğrenciler kıyafetleri sebebiyle bir teşhire maruz kalmayacaklar mı?
Ucuz kıyafetler giyen çocuklar arkadaşlarının alayları ile nasıl başa çıkacaklar?
Özellikle lisedeki gençler arasında (zaten var olan) marka yarışı çılgınlaşmayacak mı?
Marka kıyafet alamayan ya da arkadaşlarının alaylarına maruz kalan, dışlanan gençlerin ruhsal hali ne olacak?
Kıyafet yüzünden intiharlar başlarsa ne yapacağız?
Anne-baba çocuğuna kaliteli kıyafet alamamanın ezikliğiyle nasıl baş edecek?
Veliler sürekli çocuklarına yeni kıyafetler alabilecek parayı bulabilecek mi? Alamadıklarında çocuklarıyla olan iletişimleri bozulmayacak mı?
Sorular birbirini kovalıyor ama…
Ne yazık ki yine, her zaman olduğu gibi, önemli kararları iktidar ‘tek başına’ alıyor; sonrasında yürürlüğe girmiş uygulamaları tartışmak, evirip çevirmek, beyhude cevaplar aramak da bize düşüyor.
Yoksul bir ailede yetişmiş, ‘garip/gureba’nın halinden iyi anladığını her siyasi zeminde yineleyen, çocuklarını Amerika’da ‘bir arkadaşının desteği ile’ okuttuğunu söyleyen Başbakan Erdoğan’a biri, ‘herkesin bu kadar şanslı olmadığını/zengin dostu bulunmadığını’ hatırlatsa, faydası olur mu, bilmiyorum…
Belki bir faydası olur da…
AKP’de de o cesarette birisi, nerde? Nerede?
Onu göremiyorum…