GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
9 Aralık 2012 Pazar

Gökyüzü Anama Ağlıyor…

Bir yıl bile olmadı daha…
23 Şubat’ta, ‘Benim Cemaatim’ başlıklı yazımda, biri 90, diğeri 86 yaşındaki ‘iki genç’in doğum günündeki duygularımı anlatmaya çalışmıştım.

Benim Cemaatim yazısı için tıklayınız

Yazının altına koyduğum fotoğraflardaki iki gençten biri babam, diğeri halamdı.
Bu yıl yine aynı buluşmayı yapmayı, iki kardeşin bitmek bilmeyen yaşam enerjileriyle bir kez daha ruhumuzu tazelemeyi, cemaatimizi kutsamayı planlıyorduk ki…
Hayatın planları ile bizim yaptığımız planlar tutmadı yine.
2012’nin son günleri, kabus gibi ailelerimizin üzerine çöktü.
Ağabeyim yoğun bakımda; 90 yaşındaki babam Tanrı’ya ‘Allahım evlat acısı gösterme’ diye yakarıyor günlerdir…
Halam da, -henüz kendisinin bilmediği- yıkıcı bir kanser türüyle iki haftadır yatakta…
 
Aslında aklımda yaşadıklarımı yansıtmak yoktu.
Ama halam için Ahmet Abim’in yazdıkları,
Kendi adını taşıyan sitede paylaştıkları, hepimizi ağlatınca…
Bir de Habertürk o yazıyı www.ahmetercan.net’ten alıp “Deprem profesörünün depremi” başlığıyla okurlarıyla paylaşınca…
Ben de köşeme aldım.
“Gökyüzü Anama Ağlıyor” başlığı onun. Duygularını kaleme aldığı aşağıdaki yazı da…
 
* * *

 
Dün İzmir’de, Bostanlı’da kasırga gibi bir yel, yaprakları, dalları sallayarak kopardı. Gök koptu esgin oldu sanki. Gökte uğuldamalar, çevrendeki karabulutlarda çakan şimşekler, gök bas bas bağırıyordu.
“Uuuuu uuuuuuuu uuuuu”
Köpekler de deprem olmadan önce uğuldaşırlardı, tıpkı gök gibi.
Gök uğulduyordu.
İçime bir sıkıntı sokuldu.
Gökler de analar için ağlar mıydı? Ağlardı.
 
Analar, analarımız yaradandı, onlar kutsaldı. Türkler “Yaradan”a “ök” derlerdi. Anasız kalana o nedenle “öksüz” deriz. Onlardı toplumu çoğaltan, onlardı Mehmetçiklerin anaları, onlardı giymeyip giydiren, yemeyip yediren, kanatları altında yuvasını koruyan, kollayan, ısıtan, cennetten çıkma analar. Onlardı yavrusunun yürek sızıntısını denizler ötesi duyumsayan. Onlardı çocukları ile coşan, almadan veren. Onlar yurttu üzerinde yeşerten, yaşatan, onlar ırmaktı susamışa su veren, onlar topraktı besleyen…
 
Bugün anamın yumru çözümlemesi geldi hastaneden; kanserdi.
Yamalı yüreğim göçtü, gözlerim dolu dolu, içimde hıçkırık, buruldu buruldu gövdem avkulandım, yamuldum, çiğnendi duygularım, kemiklerim sızladı, omurgam ufalandı sanki.
 
Annem odada.
Gittim.
Ona baktım daha önce hiç bakmadığım gibi.
“Anne hadi iyisin” demek yalanı ne güçmüş söylemek.
“Bak rengin de sarıdan pembeye dönüyor, gözlerinde parlıyor anne, yeniden yaşama döndün” derken yüreğim kan ağlıyor, göz damlalarımı güç tutuyorum, dudaklarımı ısırarak.
 
Meğerse ben annemi ne de çok severmişim?
Dün,“Israr etme anne, yemeyeceğim” dememe kızıyorum.
“Israr etme, çok sıcak anne kazağımı giymeyeceğim” dememe kızıyorum. İçim yanıyor cayır cayır depremim oluyor….Kırıp geçiriyor, sallanıyorum, ha göçtüm ha göçeceğim….
“Böyle bırakırsak 3 ay en çok” dedi cerrah.
Öldüm öldüm öldüm ben, inanamadım göçtüm, anam benim, göçtüm.
“İşlem süresi 5 saat alır. Anneniz 86 yaşında. Uyuturuz, uyanmayabilir. Bu diğer bir sıkıntı”
“Öyle mi?”
“Bu yeryüzünün en güç sağaltım işlemi. Tam da, en kötü kavşakta; bir yanda pankreas, bir yanda öd(safra) torbası, bir yanda ciğer, bir yanda karın, bir yanda onikiparmak bağırsağı. İşlem başlar sağ çıkmayabilir. Belki işlemle kanseri atlar geçeriz. Ancak, o ne sürede dallanır, yaşamı tutsak eder bilinmez. Kemoterapi ile belki bir yıl uzatılır ömrü.”
 
Dondum Tanrım dondum. Dişlerim kilitlendi.
Gözlerim doktorun gözlerinde, kulaklarım bir umut duymak istercesine sözlerinde.
“Siz düşünün karar verin.”
“Annemi yaşatmak için ne gerekiyorsa yapalım kardeşim, hem de hemen.”
 
Ablam Gürsan, yeğenim Ahu, ben döndük eve, ağzımızı bıçak açmıyor, içimi seller sular götürüyor.
Meğerse ben annemi ne çok seviyormuşum?
“Annem nerde?”
“Yatıyor. Çok güçsüz”
Torunu Sarp’ın yatağına uzanmış 86’lık koca dağ, kar düşmüş saçlarına, sıkıntıları ile hafiften gülümsüyor.
“Nasılsın anne. Daha iyisin değil mi?”
Ben yalan söylerim, o yalan söyler,
“Daha iyiyim oğlum.”
“Anne sana iyi haberlerim var. Doktor, ‘teyzemin durumu iyi’ dedi. Yalnız, ‘3 aya dek öd kesesi ağzı yeniden kapayabilir, sarılık olur’ dedi. O nedenle bölgesel uyuşturup, öd kesesini alacaklar anne. Büyük bir işlem değilmiş. Bu sıkıntılar hepten geride kalacak anne.”
“Eh oğlum ne yapalım. Yazgıda bu da varmış”
 
Ortalık kalabalık. İçimde yıldırımlar çakıyor, boşalacağım, görmesinler.
“Anne ben çarşıya çıkıp şöyle bir dolaşıp geleyim.”
“Geç kalma oğlum.”
Cebimde annemin sanki “hoşça kal” der gibi bakan gözleri, sevgiyle bana bakıyor, bugün çekilen fotoğrafında.
“Bundan 6 tane büyütüp çerçevele” diyorum fotoğrafçıya.
15 dakikada elimde annemin 6 tane büyütülmüş çerçeveli fotoğrafı. Altına şunları yazdırdım,
“Zekiye Ercan, Hepimizin Büyük Anası”
Onun fotoğrafına baktım, o bana bakıyor, hüzünlü,
 “Yoksa hoşça kal mı diyorsun anne? Gül anne gül!”
 
Yüreğim yoğruluyor, paralanıyor. Gözlerimden sicim sicim yaş, burnum akıyor ırmaklar gibi. Elimde annemin fotoğrafı yolda yürüyorum.
“Aaaa Bu depremci Ercan bey değil mi? Ağlıyor ama”
“O o vallahi de o!”
Umursamıyorum artık, dünyam karargın. Yeğenimin evine çıktım.
Torununun çocuğu gördü, kaptı aldı bir çerçeveyi; “Büyük büyük, ben seni çok seviyorum büyük” diye bağrına bastı annemin fotoğrafını.
 
Yemekte yanıma oturdu annem.
Yılgındı.
“Anne iyi toparladın. Yanakların al al oldu. Bak fotoğrafta da öyle görülüyor. Öyle değil mi anne?”
“Allah sizden razı olsun. Siz olmasanız ne olurdu?”
“Şu içi tıkalı öd kesesi de bir alınsın, daha da iyi olacaksın anne.”
“İnşallah öyle olur oğlum.”
“Yıldız parktan arkadaşlarım aradılar. Sana geçmiş olsun diyorlar anne.”
“Benden onlara selam söyle oğlum. Sağ olsunlar”
 
Boğazım düğüm düğüm.
“Anne bu yıl doğum gününü 19 Ocak’ta daha görkemli olarak kutlayacağız. Bak Ayça da Almanya’dan gelecek hem de kızıyla”
“İnşallah gelir de görürüm oğlum. Çok özledim.”
“Gelir anne. Bak iyi ol, seni kızkardeşim Ayşe ile İstanbul’a götüreceğim. Orada kalır, Boğaza, çok sevdiğin Sarıyer’e gideriz anne.”
“İnşallah oğlum. Hele bir iyileşelim hepsini yaparız…”
 
Eve döndük yeğenimin evinden. Gök gümbürdüyor, bulutlar birbirinin üzerine biniyor, güreşiyorlar, şimşekler çakıyor ardı ardına, şakıyarak.
Odama güç girdim. Kapıyı kapadım. Balkonda göklerle buluştum. Kara kara bulutlara elimi açtım, bana yağışlarıyla sarıldılar, sırılsıklam oldum. Gözümün yaşı göğün yaşıyla karıştı sırım sırım dökülüyor. Gözlerim, gök yağıyor, boşalıyor. Kızarmış, şişmiş gözlerimden yaşlar akıyor, durmak bilmiyor.
İçimden diyorum,
“Anne ben hiç böyle ağlamamıştım..”
 
Gök, bulutlar yağmur oldu, sağanak sağanak sel oldu, akıyor.
“Gökler senin için ağlıyor anne. Ne olur kurtul, bizi öksüz bırakma anne, anne!”
“Meğerse ben seni ne çok seviyor muşum anne?”
 
 “Nasılsın anne?”
 Annem benim. Ailemizin çatısı annem. Bizi bırakıp gitme annem.
Ne olur…
 
(Prof. Dr. Ahmet ERCAN, www.ahmetercan.net/3 Aralık 2012)