GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
14 Aralık 2022 Çarşamba

Gezegenin ne kadarı bizim?

Biz insanlar Dünya üzerindeki tahminen 8,7 milyon türden sadece biriyiz.  Ama mavi gezegenin ne kadarı bizim? Yaşayan dünyanın geri kalanı için bizim aldıklarımızdan geriye ne kalacak?

Geçen hafta da yazmıştım. Bu sorular Kanada’nın Montreal kentinde on yılda bir düzenlenen BM Biyolojik Çeşitlilik ve Doğa Zirvesi olan Cop15’teki görüşmelerin tam merkezinde yer alıyor. Biyoçeşitlilik benzeri görülmemiş oranlarda azalırken ve iklim değişikliğinin en kötü etkilerini önlemek için on yıldan daha az bir süre kalmışken dünya liderleri ve politika yapıcılar yeni ve yenilikçi çözümler arıyor. Ama şu ana kadar görünen bir fayda görülmüş değil.

Bilim insanları, türler için daha fazla alan bırakmanın hem iklim hem de biyolojik çeşitlilik krizleriyle mücadelede çok önemli olacağını on yıllardır söylüyor ama bu durum yöneticilerin, uygulayıcıların ne kadar umurunda?

Biyoçeşitlilik kaybının önde gelen nedeni yabani hayatın sürdüğü arazilerin tarlaya veya meraya dönüştürülmesi. Bozulmadan bırakıldığında, vahşi alanlar hem doğal yaşam için bir sığınak hem de insanlar tarafından salınan CO2 emisyonlarını emmek için “hayati süngerler” görevi görüyorlar ama başta Amazon Ormanları olmak üzere dünyanın her yerinde büyük problemler var.

Dünyanın önde gelen iklim otoritesi, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), 2022 Şubat ayında biyoçeşitliliği korumak için Dünya’nın kara ve denizlerinin yüzde 30-50’sinin doğa için ayrılması gerektiğini açıklamıştı. Ama o sözler yılın sonuna geldiğimizde orada kalmış görünüyor.

Bu arada bazı çevreciler çok da gerçekçi olmayan bir şekilde ülkelerin en üst seviye olan yüzde 50’yi hedeflemesi gerektiğini düşünüyor. Güçlü sivil toplum örgütü One Earth’ün Başkan Yardımcısı Karl Burkart, bu rakamı Paris anlaşmasının küresel ısınmayı 1.5C ile sınırlama konusundaki en büyük hedefine benzetiyor. Geçen Cuma günü zirvede düzenlediği basın toplantısında “Bana yüzde 30 gerçekten 2C ve yüzde 50 1.5C gibi geliyor” dedi.

Bu hedeflerin temel testi, koruma için seçilen arazilerin başlangıçta zengin doğaya sahip olup olmadığı olacak. Çünkü ülkeler, korumanın “önemli biyolojik çeşitlilik alanlarına” mı, “ekolojik veya biyolojik açıdan önemli alanlara”, “tehdit altındaki ekosistemlere” mi yoksa bunların hiçbirine mi odaklanılması gerektiği konusunda hemfikir değil.

Montreal’deki taraflar ayrıca yüzde 30 hedefinin bir bütün olarak dünya için mi geçerli olması gerektiği yoksa her ülkenin topraklarının yüzde 30’unu korumaktan mı sorumlu olması gerektiği konusunda da anlaşabilmiş değiller.

En büyük sorunlardan biri de dünyadaki biyoçeşitliliğin yaklaşık yüzde 80’inin, ancak topraklarının yalnızca yüzde 20’sinin sahibi olan yerli halkların hakları için ne anlama geldiği. Tarihsel olarak koruma, yerli halkları topraklarından çıkarmaya zorladı ve sayısız insan hakları ihlaline neden oldu. COP15’te hazırlanan çerçevenin mevcut metni, yerli halkların haklarını ve korumada oynadıkları kritik rolü tanıyor ancak hedefin bu kısmının nasıl uygulanacağına dair sorulara cevap veremiyor.

Montreal’de yerli topluluk gruplarıyla bir araya gelen BM Genel Sekreteri Antonio Gutteres “ yerli topluluklar, gezegenin vazgeçilmez biyolojik çeşitliliğinin temel koruyucularıdır. Doğayla uyum içinde yaşama ortak bir vizyon için COP15'te ve dünyanın dört bir yanında onlarla ve diğerleriyle yan yana çalışmalıyız” dedi ama bu toplulukların içeride ve dışarıdaki protestolarının önüne geçemedi.

***

Okyanusların hali daha da ürkütücü... Dünya denizlerinin yaklaşık yüzde 60’ı ulusal yetki alanlarının dışında uluslararası sular olarak tanımlanıyor. BM’nin de açık denizler üzerinde hiçbir gücü yok, anlaşmayı imzalayan taraflar yalnızca kendi ulusal kara sularında eylemler yapabiliyorlar. Bu nedenle Kanada’daki müzakerecilerin, okyanusun çok az bir kısmı üzerinde kontrol sahibi olduklarında, okyanusu koruma ihtiyacını nasıl ele alacakları henüz belli değil.

Önemli bir gelişme ise teknolojinin çevre meselelerindeki yardımı. Küresel COP konferanslarının salonlarında ve toplantı odalarında, ekosistemimize yönelik bu birbiriyle ilişkili tehditleri ele almak için dijital teknolojiler yoğun bir şekilde tanıtılıyor.

20 çevre kuruluşundan oluşan bir koalisyon olan Nature4Climate, doğal iklim çözümlerinin uygulanmasına yardımcı olacak yeni bir çevrimiçi platform ortaya çıkardı. Ayrıca “doğa teknolojisi pazarı” hakkında bir rapor sergilediler. Bir doğa zekası teknolojisi sağlayıcısı olan NatureMetrics, Montréal’deki COP15 biyoçeşitlilik konferansında, ekosistemlerin sağlığının standartlaştırılmış ölçümlerini mümkün kılmak için yeni bir dijital uygulama başlattı.

Ancak çoğu kişi, bu tür çabaları, denenmemiş kurumsal teknolojilerin Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi ve iklim müzakerelerinde “doğaya olumlu çözümler” olarak kabul edilmesini sağlamak için tehlikeli bir adım olarak görüyor.

COP15’i izlemeye devam ediyoruz.