GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ender ALDANMAZ
YAZARLAR
27 Ağustos 2022 Cumartesi

Gayya kuyusu!

Ekonomik kriz, mülteci akınları, çıkışsızlık ve ülkenin bitmeyen iç gerilimleri içerisinde 2022 yazının son günlerinden kışın belirsizliğine doğru pupa yelken ilerliyoruz.

1 ay içinde insanı gülümseten tek olay acı balı fazla tüketen ayının bayılmasıydı. Başka da bir şey hatırlamıyorum. Varsa hatırlayan yorum bölümüne yazıversin.

Bu haftanın Çarşı Karışık’ında Kılıçdaroğlu’nun adaylığının tartışıldığı günlerde yeniden Mansur Yavaş’ın bu kez İYİ Parti’nin önemli isimleri tarafından dillendirilmesi konusu var. Menüde ayrıca Sao Paulo Gemisi ve görmezden gelinen Basmane var.

YENİDEN MANSUR YAVAŞ VE YAZILAMAYAN HİKAYE
Muhalefetin adayının kim olacağı konusu en az seçimin sonucu kadar merak edilen bir konu…

Seçime 10 ay kala CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun gerek performansı gerekse de parti örgütünün de bastırması ile adaylığının ön plana çıktığı günlerde ittifakın diğer ortağı İYİ Parti’nin İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu’nun Mansur Yavaş ismini öne sürmesini tesadüf olarak görmemek gerekiyor.

Kavuncu’nun bu sözlerinin ardından Ümit Özdağ’ın Mansur Yavaş’ın adaylığına yönelik açıklamalarıyla örtüşmesi de dikkat çekici… Çünkü Özdağ, FETÖ’cü ilan ettiği, mahkemelik olduğu Kavuncu ile Mansur Yavaş’ın adaylığı konusunda bir ortak dil kurmuş da oldu.

Bu işin bir yönü…

Geçtiğimiz günlerde Gazeteci İsmail Saymaz’ın İYİ Parti’nin önde gelen bir isminin “Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı konusunda parti teşkilatlarında rahatsızlık var” açıklaması yapması İYİ Parti içerisinde Kılıçdaroğlu’nun adaylığının bu kadar dillendirilmesine karşı bir tutumun geliştiğini gösteriyor. Yani gerek parti tabanı gerekse de İYİ Parti’nin üst yönetiminde Kılıçdaroğlu’nun adaylığına bir alerji, Yavaş’ın adaylığına yönelik bir sempati var.

Bu konuda konuşmayan tek kişi var, o da Mansur Yavaş…

Adaylığı bu kadar konuşulan Mansur Yavaş’ın tartışmalara sessiz kalması ve genel siyaset gündemi ile ilgili keskin bir tavır almamasıyla adaylık konusunun tartışılmasını daha fazla arttırmasını sağladığı düşüncesindeyim. Yavaş böyle yaparak hem nabız yokluyor hem de uzlaşmacı tavır sergileyerek Cumhur İttifakı tabanı ve kararsız seçmende karşılık bulmak istiyor. Kendisi suskun kalarak bir yanıyla sürecin içerisinde bir aktör olarak kalıyor. Yavaş’ın özellikle kararsız seçmende bir karşılığının olduğu kamuoyu araştırma şirketlerinin yaptığı anketlerde görülüyor. Her an Erdoğan’a dönebilecek olan kararsız seçmeninin Yavaş’ı desteklemesi de pekala mümkün… Ancak muhalefet bloğunun kararsız seçmen kadar Yavaş’a bir ilgisinin olup olmadığına açıkçası çok emin değilim. Bunun nedeni de Yavaş’ın yakasını bırakmayan geçmişi…

Yavaş, yerel seçimlerde Melih Gökçek’i mağlup etmek adına MHP’den CHP’ye geçmeyi ittifak konusu olarak düşünmüş, ilk seçimde olmasa da –kedinin trafoya girmiş olmasını unutmamak gerekir- ikinci seçimde nihai amacına ulaşmıştı. Gökçek’i yenmek için CHP’de siyaset yapmaya karar verdiğini açıklayan Yavaş’ın şimdi de Erdoğan hükümetine son vermek için bir motivasyon içine girdiği görülüyor. Yavaş gerek susarak gerekse de eski siyasi geçmişini bir artıya çevirerek suyun kaynayışını izliyor.

MHP’den CHP’ye geçen Yavaş’ın 2014 yerel seçimleri öncesinde Habertürk’ten Kübra Par’a verdiği demeçte bu geçişi şu sözleri hatırlatalım:

“Ben neysem oyum. Cumhuriyet Halk Partisi’nin adayı olarak ilkelerine ters düşecek hiçbir hareketim olmaz. Şimdiye kadar yaptıklarım ortada. Giydiğim takım elbise, tuttuğum takım kimseyi ilgilendirmez. Bir kamu görevlisi gibi sadece Ankara’ya odaklanacağım ve herkesin belediye başkanı olacağım”

Yani Yavaş yaptığı açıklamada benim bir düşüncem var ama benim adaylığımın bunda bir önemi yok diyor. Bir yönüyle işbirliği yaparak CHP’ye geldiğini vurgulayan Yavaş, ittifaklar kurulmadan önce bir ittifak adayı olduğunu söylüyor ve ülkücü kimliğini vurguluyor. Ve Yavaş ülkücü kimliğinden arınmış, vazgeçmiş de değil ve hatta bunu bir artıya da çeviriyor.

Diğer yandan Kılıçdaroğlu’nun adaylığı konusunun son dönemde daha fazlaca dillendirilmesi, CHP Lideri’nin kendisini daha görünür kılması diğer potansiyel adayların geride kalmasına yol açmaktaydı. Bu durum belli ki İYİ Parti tabanında bazı çekinceleri beraberinde getiriyor. İYİ Parti tabanı ve üst yönetiminin MHP çıkışlı olduğunu da varsayarsak Yavaş’ın adaylığını istemeleri kadar doğal bir şey olamaz. Ancak İstanbul İl Başkanı Kavuncu’nun TV’de dillendirmesi bir şeyi ifade ediyor. Buradan bakılınca İYİ Parti tabanının ve üst yönetiminin gönlündeki cumhurbaşkanı adayının Mansur Yavaş olduğu izlenimi veriliyor. Akşener’in keskin bir tavır almaması da işin cabası… Gerek Kılıçdaroğlu’nun gerek Mansur Yavaş’ın adaylıklarının daha görünür hale gelmesi sonucunda ise diğer potansiyel adayların isminin geri plana itildiğini de söylemek gerekiyor. (Ekrem İmamoğlu gibi) Bu konu artık adayın hangi partinin adayı olacağı konusunu da beraberinde getiriyor. Ne kadar CHP’li bir belediye başkanı olsa da İYİ Parti’de daha büyük bir karşılığı olan Mansur Yavaş’ın mı yoksa CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun mu aday olacağı konusu iki partinin ittifak içindeki özgül ağırlığını da ortaya koymuş olacak.

Ancak muhalefet bir yönüyle adaylık tartışması konusuna sıkışarak asıl önemli olan şeyi atlıyor. Muhalefet, kriz koşulları altında resmen inim inim inleyen seçmeni bir “hikaye”nin etrafında toplayamıyor. Ve muhalefet seçime 10 ay gibi bir süre kala henüz kendi iç tartışmasını tamamlamış değil.

Bundan 4 ay önce ilk Çarşı Karışık yazısında söylediğim sözü yeniden hatırlatmak istiyorum:

“6'lı muhalefet, seçmen kitlesinde bu ülkeyi nasıl yöneteceği konusundaki güveni inşa etmek zorunda… Ekonomik kriz altında yaşamını idame etmekte zorlanan, umutsuzluğa sürüklenen vatandaşlar  bir an önce bir çıkış yolu görmek istiyorlar. Muhalefetin seçmeni bir "hikaye"nin etrafında toparlaması gerekiyor. İnsanlar bu hikaye etrafında birleşirlerse meydanları da doldururlar, gece geç saatlere kadar seçim çalışmalarına da katılırlar, sandık başlarında sabaha kadar da beklerler. Muhalefet sanki burayı pas geçiyor. Seçmenin boş ve kuru lafların dışında aradığı şey tam da bu... 6 partinin birleşmesi yada Kürt seçmenin desteğinin alınması ile ilgili yapılan aritmetik hesap ile seçimi kazanabilmek tek başına mümkün değil. Bunun ötesine geçilebilmenin yolunu bulmak zorundalar”

*

BU BİR ZAFER DEĞİLDİR

Aliağa’da söküm kararı alınan Sao Paulo gemisi, 900 ton asbestli olduğu iddiasıyla sivil toplumu ayağa kaldırdı, konu günlerdir kent gündemini meşgul etti. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı dün aldığı karar doğrultusunda gemi sökümünü gerekli evrakları kendisine gönderilmediği gerekçesi ile geminin Türkiye’ye girişini iptal etti.

Sao Paulo gemisi konusunu değerlendirirsek;

-Konu sivil toplum –daha doğrusu Soyer- ile hükümet arasında bir siyasal konu haline dönüşmüştür. Ne kadar konu çevre sorunu olsa da kimin daha fazla çevreci olduğu yarışına dönüştüğü bir çerçevede tartışılmıştır. Bu tartışılırken Aliağa’daki söküm tesislerinde kaç tane Sao Paulo benzeri gemi sökülüyordu tartışılmadı bile…  Bu yönü ile Bakanlık ile Soyer arasında yürüyen tartışma kısır bir tartışmadan öteye geçememiştir.

-Başta Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer ile geminin İzmir’e gelişine karşı olan sivil toplum örgütleri konuyu zafer olarak nitelendirmişlerdir. Gerek itildiği, iteklendiği siyasi tartışma konuları, alt yapı sorunları ve bu yaza damga vuran koku problemi sebebiyle “zafere ihtiyaç duyan” Soyer, geminin Türkiye’ye girişinin bakanlıkça engellenmesi kararını İzmir’in zaferi olarak niteledi.

-Genellikle çevre konusunda Gezi Parkı eylemlerinin ardından çevrecilerle ve hatta HES, JES, GES projeleri ile yer yer vatandaşla inatlaşmadan geri durmayan Bakanlık bu kez aldığı karar ile hem sivil toplumun sesine kulak vermiş hem de olası toplumsal olayların önüne geçmiştir.

-Gözler artık Aliağa’daki gemi söküm tesislerindeki olan bitene çevrilmelidir. Aliağa’da bulunan 22 tesisinin sadece 8’inin AB standart belgeli işletmeler olması endişeleri arttırıyor. Ve parçalama işlemlerinin Avrupa’nın aksine açık havada yapılması riskleri daha da arttırıyor. Ayrıca bakanlığın Sao Paulo gemisi için yaptığı “900 ton değil 9 ton asbest var” açıklaması işletme-bakanlık ilişkilerinin birbirine daha yakın olduğunun da kanıtı niteliğinde… Denetim yapılmadan, baştan hüküm verilmiş bir biçimde hareket edildiği takdirde güven ortamı pekala zedelenir. Bu konuda bakanlığın karnesi kırıktır. ETHAN ve KUITO gemilerindeki gibi mahkeme kararı beklenmeden gemilerin sökümünün yapılması gibi olaylarda bakanlığın bu konu ile ilgili boşluk bırakmaya elverişli bir tutumunun olduğunu görülüyor. Bundan vazgeçilmesi gerekiyor.

-Bu süreçte gemi söküm tesislerinde çalışan işçilerin ağır çalışma koşulları gündem haline getirilmiştir. Sadece basit bir yol üstü uğrama da bile bir an önce oradan ayrılma isteğini hissedenler olarak orada yüzlerce emekçinin o havayı soluyup ağır şartlar içinde çalıştığını ve hasta olma pahasına evine ekmek götürmek için çabaladığını görerek yetkililerin gerekli önlemleri alması için denetimleri arttırması gerekiyor.

Bu konuda Sao Paulo özelinde bir farkındalık yaratıldı, evet doğru yaratıldı… Peki sorun çözüldü mü?

Hayır.

Aliağa’da hala AB standardında söküm yapmayan 14 firma var mı? Var.

Bakanlık tarafından bununla ilgili bir yaptırım var mı? Kamuoyuna yansıyan bir şey yok ama bu konuda isteksizlik olduğu kesin.

İçeride Sao Paulo gemisi benzeri asbestli gemilerin olmadığına dair bir güven var mı? Yok.

Gerek firmaların fiziki gerekse de işçilerin çalışma koşulları ile ilgili kalıcı bir çözüm var mı? Yok.

Tunç Soyer yaptığı açıklamada başka gemilerle ilgili söküm konusunda “uyanık olacağız” derken bazı şeyleri atlıyor olabilir mi? Evet.

O zaman “zafer” narası atmak için henüz erken değil mi?

*

YERYÜZÜNÜN LANETLİLERİ

Gelelim halkın gerçek gündemine…

Egedesonsöz’ün klişe manşet haline getirdiği “krizin…hali” haberleri okuyuculardan oldukça olumlu dönüşler sağladı. Aldığım mesajlar arasında meslekte kıdemli bir ağabeyimin attığı mesaj ise şuydu: “Elinize sağlık! Gazeteciliğin unutulmadığını gösteriyorsunuz”

Aslında bu haber fikrini oluştururken, konuları belirlerken ve haberleri kurarken kriz koşulları altında her yerin haber alanı, etiket değiştirmeden ürüne gelen zamma kadar her dükkanda yaşananların potansiyel bir haber değeri taşıdığını okuyucuya bir biçimde taşımaya taşıdık. Diğer yandan yaşam ile politik alan arasındaki makasın açıldığını göremeyenler için de bu haberlerin bir projektör görevi görmesini sağlamaya çalıştık.

Her biri değerli haberlerin içerisinde Metehan Ud ve Diren Çelik’in tozunu attırdığı Basmane semtinde yaşananları konu ettiğimiz haber serisine değinmek gerekiyor.

Haberden çıkan sonuç insanın insanlıktan, Basmane’nin Basmanelikten, Türkiye’nin Türkiyelilikten, dünyanın da çivisinin çıktığıdır.

Şehrin göbeğinde suç örgütlerinin aleni biçimde mülteci pazarlığı yapıp ortalıkta cirit attığı, alt alta üst üste depodan bozma yerlerde dönüşümlü olarak uyuyan, yardım kuruluşlarının dağıttığı yemek için kuyruklara giren Afrikalıların, ekonomik sebeplerle evdeki çoluğunu çocuğunu bırakıp kaçan Suriyeli kocaların ve sokaklarda elinde çocukları ile kocalarını arayan Suriyeli kadınların, 500 lira etmeyecek, hayvan bağlasan durmayacak depoyu mültecilere 4 bin TL’ye kakalamaya çalışan üç kağıtçıların varlığı Türkiye’nin özetidir.

Bir aksiyon filmi çekilmek istense Basmane semti tam bir sinema platosu işlevi görebilir.

Lanetli bir çağın lanetlediği insan topluluklarının buluşma noktası olan Basmane’de yaşananlar Gayya Kuyusu’na düşmekle eş değer aslında. Cehennem gibi ülkeyi sarmalayan ekonomik kriz girdabında parası olan bir şekilde kuyudan çıkıyor, çıkamayanı ise cehennem gibi bir hayat bekliyor.

Bu haber serisi İzmir güzellemesi yapanları bir yönüyle hayal kırıklığına da uğratmış olabilir. Sokağa inip de hayata karışmaya erinenlere söyleyeceğim tek şey çirkin bir dünyada güzelin olmayacağıdır.

Kirlenen bir arkadaşlıktan, sevgiden, mahalleden, şehirden, ülkeden, dünyadan hayır gelmeyeceğidir.

Tek yapılacak şey ise belki de alanı daraltmak, kendini ve koruyabildiğin ölçüde çevreni korumak…

Otomobilde seyir halinde Sezen Aksu çalıyor: Bir çağ yangını bu, bütün dünya, herkes günahkar…