Teknolojik ilerleme korkunç düzeyde ilerlerken insanın küçüldüğü tuhaf bir dönemin içerisindeyiz.
Egedesonsöz’ün kriz manşetleri gibi: Krizin insan hali…
Sabah yollara düşen, dünyaya atamadığı tokadı kendine atan hayalleri çalınmış insanlar topluluğu…
Neo-liberal sistem çökerken insanı da çürüttü ve ufalttı.
Ve mecali kalmamış yöneticilerin, siyasetçilerin artık hayal bile pazarlayamadığı Türkiye’de yaşam ile siyasi alan arasında makas açıldıkça açılıyor.
Bu haftanın Çarşı Karışık’ında ise muhalefetin son dönemde üçüncü kez dillendirdiği “2 ay”, son dönemde alevi vatandaşlara yönelik saldırıların politik arka boyutu ve halkın gerçek gündemi var.
MUHALEFETİN DİLİNDEKİ 2 AY KONUSU
Geçtiğimiz hafta KPSS skandalını detaylandırırken CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun sosyal medya hesabından konu ile ilgili yaptığı değerlendirmede “2 ay” vurgusuna bir ara başlık yapmıştık.
Kılıçdaroğlu’nun sözlerini hatırlayalım:
“KPSS ile ilgili yorum yapmıyorum çünkü sınavın şaibesi bir yana, mülakatlar zaten şaibeli, haliyle sonuçlar kesin şaibeli. Bakanlığa da bunun için gitmiştim. Sarayın kendi şaibesini çözme şovuna ise sadece gülüyorum. Merak etmeyin, birkaç ay sonra kökten çözeceğiz”
Yine Kılıçdaroğlu sıfır araçlardaki ÖTV konusunu irdelerken “Birkaç ay araç almayı ertelerseniz, Bay Kemal olarak sözümdür: İkinci el araba parasına, sıfır araba aldıracağım sizlere” sözlerini de sarf etmişti.
Dün ise CHP’nin roman vekili Özcan Purçu, bir hastanın Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi’nden tedavi edilmesi için başvuru yapmalarına karşın kendilerine bir dönüş yapılmamasına serzenişte bulundu. Bu serzenişte dikkat çeken detay ise yine “2 ay” konusu…
Şu an Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü görevinde bulunan ve geçmişte AK Parti Genel Başkan Yardımcılığı’na kadar yükselen Prof. Dr. Nükhet Hotar’ı hedef alarak şunları söylüyor:
“Kişisel çıkarlarını devlet ve halkın çıkarlarının önünde tutanlar derhal bulundukları koltukları terk etmelidirler. Eğer Nükhet Hanım görevinden istifa etmiyorsa son bir kaç ay daha koltuğunun tadını çıkartsın. Halkının ve milletinin yanında olan Cumhuriyet Halk Partisi iktidara geldiğinde kendisini görevden almayı çok iyi bilir. Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi toplumun çıkarları adına hizmet etmekten çıkmış, bazı kişi ve partilerin özel şirketi haline gelmiştir. Biz buna son vereceğiz”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iki hafta önce asaleten atamasını yaptığı Hotar’ın görev süresinin 4 yıl daha sürecek olduğunu ve seçimlerin de yaklaşık 10 ay sonra yapılacak olduğunu düşünürsek “iki ay”dan kastın ne anlama geldiğini muhalefet cephesinin açıklaması gerekiyor.
Bu bir blöf mü ya da ülkeyi iki ay içerisinde bekleyen olay ya da olaylar ne? Erken seçim mi yada Erdoğan’ın bir sürprizle istifası mı? Eğer bu blöf ise zaten ekonomik kriz, işsizlik, geleceksizlik girdabına giren toplumun bu durumdan gerçekten de yorulduğunu belirtelim.
Değilse de Türkiye’yi zor bir kış ayının beklediği herkesin malumu… Ekonomi camiasında son günlerde yüksek sesle tartışılan krizin derinleşeceğine dair söylemler, döviz ve devülasyon olasılığının yanı sıra savaş sebebiyle enerji fiyatlarında yaşanması beklenen yüksek fiyat artışlarının hayatı çok olumsuz etkileyeceği belirtiliyor. Diğer yandan koronavirüs salgının kış aylarında şiddetlenecek olması ve geçtiğimiz yıl herkesin vicdanlarına kanatan ve üniversitelerin açılması ile dozajı artan “barınma” krizinin de geçen yıla oranla daha şiddetli biçimde geliyor olmasını da kenara not etmek gerekiyor.
AK Parti ise dışarıdan sıcak para bulma dışında bir ekonomi reçetesi masaya koyamıyor. Erdoğan, ekonominin rayına gireceği tarih olarak Mart 2023’ü işaret ediyor. Yani yaşam ile siyasal alan arasındaki gerilimin şiddetlenebileceği ve hatta bunun siyasal kriz ile birleşebileceği bir dönemin yaşanma olasılığı her geçen gün artıyor. Son yaşanan KPSS skandalı sonrası MHP tandanslı ÖSYM Başkanı’nın görevden alınarak yerine tarikat menşeili bir kişinin atanması da bürokrasi içerisinde bazı sorunların olduğuna da işaret ediyor. Diğer yandan MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin geçmişte baraj altında kalma uğruna Ecevit hükümetinde olduğu gibi masayı yıkma olasılığını da göz ardı edilmemelidir. Yine simgesel olarak da olsa ittifakın kıyısında bulunan, “solcu” Doğu Perinçek’in Vatan Partisi’nin son MYK toplantısında aldığı “Erdoğan ile yol yürümeme” kararını da bir kenara not etmeliyiz.
İki ay mı yada daha uzun mu? Ama Türkiye’yi oldukça sancılı bir dönem bekliyor.
**
KILIÇDAROĞLU ‘ADAY DEĞİLİM’ DERSE ISINDIRILAN ALEVİ TARTIŞMASI RAFA KALKAR
Türkiye’nin büyük toplumsal kırılmalarının başında alevi vatandaşlara yönelik saldırılar yatıyor. Türkiye’de alevi vatandaşlara yönelik saldırıları “tesadüf” yada “münferit olay” olarak açıklamak mümkün değildir.
’80 darbesinin “hazırlanış süreci”nde yaşanan iki büyük katliam ile Sivas ve Gazi Mahallesi’nde yaşanan katliamların her birinin altında gerçek suçluların kim olduğunun ipuçlarını kamuoyu kendi içerisinde tartışıyor. Bu tartışma sürerken Türkiye maalesef kendi iç hesaplaşmasını ve devlet bekası adına suç işleyen şebekelerin temizliğini yapmıyor, yapamıyor, yaptırılmıyor. Tonla yolsuzluğuna rağmen göstermelik soruşturmaların dahi açılamadığı bir ortamda Sivas’ın, Gazi’nin ya da doğu illerinde işlenen faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması mümkün olabilir mi? Bu anlayış sürdükçe de memleketin önemli fay hatları olan “Kürt-Türk”, “Alevi-Sünni” konusu bir biçimde buzdolabından çıkarılıp geniş kitlelerin önüne bir gerilim konusu olarak pekala sunulabilir.
Türkiye olağanüstü koşullar altında seçim sürecine hızla ilerliyor. Ekonomik kriz sarmalı içerisinde gündemi yeniden dizayn etme ya da halkı gerçek gündeminden koparma adına bazı eller yine “Alevi-Sünni” konusunu kaşımaya başladı. Ankara’daki yaşanan iki ayrı cemevine saldırı olayında fail yakalandı ancak bu eylemi neden yaptığı konusunda henüz net bir durum yok. İstanbul-Kartal’da cemevi başkanı saldırıya uğradı ve olayın faili şahıslar yakalanıp tutuklandı. Olayın kişisel bir husumet olduğuna dair şeyler söylense de simgesel olarak cemevi başkanına saldırılması “olağanüstü koşullar altında” başka bir anlamı beraberinde getiriyor. Yine İzmir’de geçtiğimiz sene yaşanan HDP saldırısına benzer biçimde “psikolojik sorunları olan” ve “bireysel” olarak gerçekleştirilen bir eylem olarak nitelendirildiğini kenara not etmek gerekir.
Seçim sürecinin hangi koşullar altında yürütüleceğine dair toplumda derin kaygılar bulunuyor. Türkiye, 7 Haziran-1 Kasım 2015 seçimleri arasında yaşanan şiddet sarmalında çok ciddi bir kaos yaşanmıştı. Bu kaos ortamında istikrar arayan ve ekonomiden endişe eden seçmenler 1 Kasım’da AK Parti’yi tek başına iktidar yapmıştı.
Şu an ise 2015’teki gibi gerilimin yükseltilerek seçimin alınması çok mümkün görünmüyor. Gerilimden hiçbir zaman vazgeçmeyen iktidar “kontrollü gerilim stratejisi” etrafında karşı tarafı bozarak kendi güç merkezini korumaya çalışacak gibi görünüyor. –Tabi siyasette her ihtimal vardır- Bu yüzden 7 Haziran-1 Kasım arasının doğru okunması gerekiyor. Çünkü 2015’te yaşanan şiddet sarmalının içerisinden AK Parti-MHP koalisyonunun kenetlenmesi çıktı. Zaten muhalefetin koalisyonu kuramaması ile de AK Parti’nin yeniden seçimi tek başına iktidar olarak kazanma olasılığı doğallığında artmıştı. Bir yanıyla seçmen de ekonomiye zeval gelmemesi adına Erdoğan’ı yeniden tek başına iktidar yapmıştı.
Başa dönersek son günlerde alevi meselesinin gündeme gelmesini bir tesadüf olarak kesinlikle görmemek gerekiyor. Kendisi de alevi olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun Millet İttifakı’nın adayı olacağı konuşuldukça bu konu kaşınmaya başlandığını görmek gerekir. Burada gündemi kimlik-mezhep savaşına dökme gibi bir niyet olabilir. Buradaki kilit isim ise Kemal Kılıçdaroğlu’dur. Kılıçdaroğlu bu meseleyi eğer konuşmaya başlar ise olay “kontrollü” bir kimlik savaşına döner. Suskunluk devam eder ise bu konu istenilen karşılıği bulmaz. Birileri bu konuyu kaşırken Erdoğan’ın yaptığı cemevi ziyaretini de dikkate almak gerekiyor. İktidar gündelik hayatın olağan akışı içinde alevi vatandaşlara “yanınızdayız” mesajı verse de konu hakkında konuşmayarak gündemi Kılıçdaroğlu’nun oluşturmasını istiyor olabilir. Çünkü iktidar toplumun var olan sorunlarının değil bazı zamanlar buzdolabına kaldırılan sorunların konuşulmasını ister.
Bu doğrultuda;
-Türkiye’nin 2015’te yaşanan iki seçim arasında yaşanan ve batı illerine kadar yayılan şiddet sarmalının bir benzerini yaşama olasılığı pek görülmüyor.
-Kılıçdaroğlu'nun kimliğinin iktidar tarafından tartışılması konuyu mezhepçilik-vatandaşlık arasında çatışmaya dönüştürebilir. Bu da AK Parti’nin işine gelmez.
-Kemal Kılıçdaroğlu olur da tartışmanın içerisine girerse tartışma derinleşebilir. Ancak alevi olmasına rağmen konuyu en az dillendiren liderlerden biri olması da dikkat çekici.
-Konu tamamen Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı ile alakalı. Eğer ki Kemal Kılıçdaroğlu “aday değilim” derse ısındırılan alevilik konusu gündemden düşer.
Son olarak sözü Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun Kılıçdaroğlu’nun alevi kimliği üzerinden yaptığı değerlendirmeye bırakalım:
“Erdoğan bu özelliği propaganda olarak kullanır. Yıllardır bunun üzerinde ısrarla durdu. Bunu kullanmaktan imtina edeceğini sanmıyorum. Etkisini almaya çalışacak, hava oluşturmaya çalışıyor. Kendisi de böyle olmasını arzu ediyordu, böyle oluyor gibi bir hava doğarsa, onun neticesini kendisi ölçer. Burada kendisi de tepki almaya başlarsa o zaman vazgeçer”
**
HALKIN GERÇEK GÜNDEMİ
Dün Egedesonsöz manşetlerinde yer alan “Krizin tercih hali: İzmirli üniversite adaylarının yıkılan hayalleri” başlıklı haber ülkenin gençlerinin yaşadığı çıkmazının özeti gibiydi.
Mustafa Kemal Atatürk’ün “Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” sözü bir toplum klişesi olan “Devlet Baba” kavramını anımsatsa da ülkenin bir fırsatlar ülkesi olduğunu da anlatmaktaydı. Isparta’nın köyünden çıkan Süleyman Demirel’in hikayesi ile yıllarca övünüldü. Yine yoksulluk içinde büyüyen yüz binlerce kişi cumhuriyetin sunduğu olanaklar ile bir biçimde öğretmen, doktor, mühendis olarak yaşama atılmayı başardı, memlekete hizmet etti, ediyor da…
Şimdi ise…
ODTÜ’de okumak istiyorsun, paran yetmiyor, İzmir’de bir üniversite yazmak zorunda kalıyorsun. Hatta başka bir kente gitmektense başka bir ülkede okumak arasındaki fiyat skalası çok da yüksek değil.
Doktor olmayı hayal ediyorsun. TV ekranlarında her gün sağlıkta şiddet haberleri ve iki ayda bir doktorların grev haberleri var.
Öğretmen olmayı hayal ediyorsun. İnternete haberler düşüyor. Atanamayan öğretmenler canına kıydı yada inşaatta, fabrikada çalışırken iş kazasına kurban gitti. KPSS skandalı da cabası…
Mühendis olmak istiyorsun. Fabrikada çalışan işçi ile aralarındaki maaş neredeyse aynı…
Son dönemde gençlerin artan biçimde yurtdışına gitme ve orada hayat kurma isteği ise bu cendere içerisinde oldukça doğal.
‘Cumhuriyet bilakis kimsesizlerin kimsesidir’ diyen bir anlayıştan ‘yurtdışına giden, gitsin’ diyen bir anlayışa evrilinmesi, parası olanın ODTÜ’ye veya özel üniversiteye, olmayanın da taşra üniversitesine gittiği –belki de gidemediği- bir sınıfsal ayrışma geleceği karamsar hale getiriyor.
Haberde konuşan rehber öğretmeninin sözleri can yakıyor: Gözlerimin önünde öğrencilerimin kayıp gitmesi çok iç karartıcı bir durum…
Bu sözün üstüne daha ne demeli…