GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
11 Şubat 2024 Pazar

Edebiyatımızın iki büyük kaybı…

Sabah saatlerinde Füruzan’ı yitirdiğimiz haberi geldi.

Öğle vakti de Yılmaz Karakoyunlu’nun acı haberini aldık…

İki de çok değerli kayıptır ülkemiz için…

Pazar günleri için ne güzel demişti Füruzan: “..üstelik pazardı. benim gibi yalnız biri için pazarları sevmenin güçlüğü anlatılamaz..." (Parasız Yatılı)

 

Füruzan… Çarpıcı bir yaşamöyküsü, azim, üretkenlik, cesaret ve incelikler... Hayatın sokaklarından damıttığı muhteşem eserleriyle Türkiye’de çağdaş edebiyatın kadın yazarlar locasının vakur bir yıldızını kaybettik… “Ne umutlardı, ne beyhude hevesli bekleyişler… geçti gitti hepsi “ (Sevda Dolu Bir Yaz)

"47'liler"den "Kuşatma"ya, "Parasız Yatılı"dan "Benim Sinemalarım"a, öyküleriyle, romanlarıyla edebiyatımızın doruklarından biri olan aramızdan ayrıldı. Ona çok şey borçluyuz.

“Kimse en mükemmel değil; bunu öğrendiğimizde kendimizi tanımış olduk, beğendik de, bu ayağımızın suya ermesiydi” ( Gecenin Öteki Yüzü)

“Günlerdir yıkanmamış bulaşıkları görmeliyim, kendimi görmeliyim, suskuyu bekliyorum, ona hazırım. Okul şarkılarını getirin, çocukların ilk saçlarını, kedileri, yoluk köpekleri. Susuuuuuuuuuun. Nedir bu susan? Susku dolu bir evrene susku dolu bir savaş. İlkyazları odaya koyun, ölüm onlara barınamaz gider. Ölüme inanmıyoruz ki, ondan korkalım efendim. Ama bir korktuğumuz olmalı; ihtiyarlıktan, çirkinleşmekten korkuyoruz. Aklı savunuyoruz, ama güzellikten yanayız. Bize uslu olmayı öğrettiler başta…" (Ece Ayhan ile söyleşi)

"Ben okula gitmiyordum. Tanrı da pek ortalarda yoktu gündüzleri. Geceleri geliyordu, ölümü istiyordum Tanrı'dan. Ölünce, babalığım, donup kalıyordu. Ama ben her şeyi görüyordum ölünce. Duru, mutlu bir ölümdü bu. Yapılan haksızlığa daha iyi bir karşılık bulamıyordum." (Parasız Yatılı)

Sadece iyi edebiyat değil, "bu yazılır mı?" dediğimiz konuları edebiyatın mevzusu yapma cesareti de verdi. İyi ki yaşadı, iyi ki yazdı. Füruzan.

Böyle anımsanacak olmak ne güzel…

***

Ve Yılmaz Karakoyunlu Hocamız.

Füruzan ile çeşitli ortamlarda yaşanmışlıklarımız, anılarımız var ama Yılmaz Karakoyunlu üstat 20 yıldır İzmir’e yerleşik bir entelektüel olduğu için daha çok zaman bulduk konuşmak için. O da “Işık Taşıyan El” idi… Işık saçtı ömrü boyunca…

Kendisi ile unutulmaz kitabı, “Mor Kaftanlı Selanik” kitabının yayınlandığı günlerde (2009 olmalı) ne kadar uzun konuşmuştuk.

Yılmaz Karakoyunlu ile anılarımızı yarın da yazacağım. Ama son 15 günde Mübadele konulu söyleşilerde hep kulağını şu sözleriyle çınlattığımı yazayım.

Karakoyunlu’ya “Mor Kaftanlı Selanik” üzerine sorduğum sorulara verdiği cevaplar şöyle:

“İzmir Urla’da oturuyorum. Çevremdeki esnaf, kentin eşraf kesiminin, neredeyse tamamı Mübadele ile bu yörelere yerleştirilmiş ailelerden oluşuyor. Bir yandan Yunan anakarasından karayoluyla getirilmiş olanlar, öte yandan Girit, Rodos ve Midilli’den deniz yolu ile gelenler, Urla’nın ve civar yerleşim mekânlarının insan varlığını oluşturuyor.

Hepsinin ruhunda ve hatıralarında geldikleri bölgelerin ve şehirlerin derin izleri ve özlemleri var. Her sohbetimde onlardan çok şeyler öğrendim.

Sonra derinlikli bir mübadele tarihi ve hukuki alt yapı incelemesi yaptım. Bunlar bana çok sağlam bir gergef ve çok zarif bir kanaviçe verdi.

Daha sonra hatıralarını dinlediğim ailelerin anlattıklarından işlenecek zengin insan malzemesi buldum.  Olayların cereyan ettiği bölgeleri gezdim. Girit’ten, Sakız’dan paylar ve yaşanmış olayların kahramanlarını roman kahramanı olarak kullandım. Resmo’da yaşanmış bir öyküde İzmir ve Urla’dan Girit’e gönderilenlerin öyküsünü kullandım.

Öte yandan Selanik Orta-kayalar bölgesinden başlayan Türk mübadillerin Mürefte üzerinde Anadolu’ya yayılışlarını işledim. Böylece Mübadelenin hem adalar, hem Yunan anakarası ve hem de Anadolu coğrafyasındaki bahsini derinleştirdim. İki yıla yakın bir araştırma ve değerlendirme sonunda romanı yazdım.

Bu romanı yazarken hatıralarını dinlemek istediğim bir Rum bana unutamayacağım bir şey söyledi: 'Özlem bir koku gibidir; ruhumuza işler. Herkes gözünü açtığı yerde kapamak ister. Ben hala o toprağı kokluyorum.”.

On yedi yıl önce Selanik Dönüşü, Drama’da bir gazinoda yemek yerken Şarköy’den yola çıkarılmış bir Rum’dan dinledim. Güzel cümbüş çalıyor ve İstanbul Türküleri söylüyordu.  Karısının bir cümlesi var ki, bugün bile tesiri altında titrerim: “Bir salkım üzüm koklasam bütün Şarköy ruhuma dolar” diyordu. “Doğduğum yerde ölmek isterim” derken, eminim ki en gerçek hislerini özetliyordu. 

Aynı duyguları Adalardan gelenlerle, Yunan anakarasından gelenler arasında da fark ettim. Adalılar daha sert, hatta hoyrat tabiatlı oluyorlar. Batı Trakya’dan gelenlerde gözlediğim duygusal egemenlik, Türkçeyi kullanma maharetlerine bile sinmişti.

 Yazdığım öykülerde ve romanlarda kullandığım kahramanların asıl ruh halini yansıtmaya özen gösteririm.  Romanım kahramanları da benim gibidir. Bir günde çok değişik durumları yaşarım. Bunları yansıtırken diğer kahramanların yaşamıyla paralel anlatımlarla ortaya koyarım.

 Bu romanda da aynı paralelliği görüyorsunuz. Bir yandan İzmir’den yola çıkarılan ve Girit’e gönderilen birinci İzmir kafilesi var. Öte yandan Selanik’ten çıkarılıp Ege Bölgesine gönderilen kafile var. Birinde denizin ruhunu, ötekinde toprağın tesirini işliyorum. Sonuçta insan unsuru aynı: Yani mübadil… Rum veya Türk fark etmiyor…

 Ama tesir farkı var; aynı acıyı, farklı hissedişlerin izi olarak işliyorum. Örneğin Trenin üstünde sütten kesilmiş Türk annenin bebeğini emziren gürbüz Rum kadının ruhundaki şefkat hiçbir tabiiyet çizgisiyle oluşmadı. Bu bir insanlık dramının evlat bahsinde yarattığı şefkat hissidir. Annelik hissidir…

 Aynı konuyu evindeki Kuranı Kerimin kendisine emanet edilmesini isteyen İzmirli Eleni’nin öyküsünde işledim. Bu duygudaşlık, kutsal kitap varlığında doğduğu ve birlikte büyüdüğü Müslüman dünyanın değerlerini yansıtıyor.

***

Bu romanda iki farklı ırkın insanları arasındaki aşkı yazdım. Dergah delisi Musa ile Rum asıllı Üzümkızın aşkı böyle bir aşktır.

Ama asıl önemli aşk Türk kızı Şerife’nin, Rum delikanlısı Vasilisi’ye olan aşkıdır.

Bu romanın gerçek değeri bunu yansıtır

***

Herkesin zihninde bir Atatürk var, Bir İnönü var.

Sanılıyor ki her zaman Atatürk emrediyor ve herkes tartışmasız ona itaat ediyor. Oysa onların dünyasında vatanın kurtuluşu, cumhuriyetin ilanı, devrimlerin yapılması gibi olağanüstü önemli hedefler var...

Böyle ilişkilerde biri daima emredecek, diğerleri daima itaat edecek gibi bir ilişki olamaz. Çünkü hepsi keskin ve olgun kişilikleriyle cumhuriyete katkı vermiş insanlardır.

 Mübadele gibi çok hassas konuda Atatürk, Lozan’a İsmet Paşayı gönderirken çok keskin bir meziyet farkını ortaya koyuyor: Fethi Okyar’a, Ali Fuat Cebesoy’a, Rauf Orbay’a, Refet Bele’ye tercih ettiği isim İsmet Paşadır. Hatta o kadar karar ısrarı içindedir ki diğerlerinin itirazına metelik bile vermez.

İkisi arasındaki diyaloglar sadece akıl ve izan kullanma ısrarının nazik tartışmaları olarak değerlendirilmelidir. Diğer tarafta Konstantin ve Venizelos arasındaki diyaloglar da çok ilginç. Venizelos Konstantin'e İstanbul'u neredeyse savunuyor. 

 Venizelos çok önemli bir siyasetçi. Karşısında İnönü’yü görünce ummadığı kadar çevik, güçlü, mantıklı, sağlam, cesur ve isabetli bir siyasetçi buluyor.

Hatta şöyle diyor: ''Bir tarafta İsmet var, öbür tarafta Kemal... İki iddialı isim: Biri kumandan, diğeri kurmay... Savaşı kazandılar. Biz kaybettik. Şimdi bir devlet kuruyorlar. Telaşları var. Sizin ihtilaf dediğiniz şey, sadece ortak bir isabet arayışıdır... Kavrayamadığımız gerçek bu. ''

Venizelos haklı çıktı: Türk ve Yunan siyasetçiler bu gerçeği kavrayamadığı için ihtilaf yaşanıyor. Yoksa insan unsurunda ihtilaf yok…

 Lozan milli mücadelenin yeni bir evrensel hukuk arayışıdır. Devlet kurma aşamasının siyasi ve hukuki zeminini oluşturmaktır. Yunan devleti müttefiklerin kurduğu bir devletti. Türkiye Cumhuriyeti ise tamamen milli mücadele sonrasının evrensel siyaset ve hukuk gereğinin Türk halkına yakışan bir gurur ve haysiyet vasfını kazanmaktı.

 ***

Bu roman benim biraz kurgusal değerlendirmem, biraz da siyaset idrakimdir. Türkiye’nin cumhuriyeti henüz kurulmuştur. Hedefleri vardır. İmkânları sınırlıdır. İnsan unsuru sınırlıdır. İsmet Paşa sadece mübadele bahsinin değil, Cumhuriyetin kökleşmesinin de sorumlusudur ve bu iki önemli başlığın tutarlı ve isabetli sonucunu aramaktadır.

 Urla’ya yerleştikten sonra on yıl içinde bu bölgeyle ilgili olarak dört roman yazdım.  Ezan Vakti Beethoven, Yorgun Mayıs Kısrakları, Serçe Kuşun Sonbaharı ve Mor Kaftanlı Selanik…

Bilhassa mübadil çocukları ve torunları bu romanı okumalıdırlar. Aile büyüklerinden dinlediklerinin dışında çok gerçek değerlerle karşılaşacaklardır.

Sevgili arkadaşım Figen Gürsoy’un Urla Atatürk Kültür Merkezinde açtığı Mübadele Kitapları isimli sergisinden Yılmaz Karakoyunlu Hocamızın “Mor Kaftanlı Selanik” adlı çalışması..