GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Fikret İLKİZ
YAZARLAR
16 Kasım 2009 Pazartesi

Devlet, devleti dinlemiş...Devlet, devletten davacı...

Türkiye’’deki genel kanı: Herkes dinleniyor. Herkesin telefonları dinlenmekte, konuşmaları tespit edilmekte, kaydedilmekte ve ’“birileri’” tarafından ’“depo’”da tutulmaktadır. ’¶ ’“Depoda tutulmaktadır’” dememin temel nedeni, iletişim tespit tutanakları aylar, yıllar sonra ortaya çıkmakta ve hatta çıkarılmaktadır. Bütün bu işlerin böyle yürüdüğünü gazetecilerin haberlerinden öğreniyorsunuz’…
TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin, Adalet Bakanı olduğu dönemde 5 Nisan 2008 ve 5 Eylül 2008 tarihli taleple hakim ve savcıların dinlenmesine olanak sağlayan ’“soruşturma izni’” vermiş. Sonrasında istenen ’“dinleme’” taleplerini mahkemeler kabul etmiş. Olanlar olmuş, 2008 yılından beri yargıçlar ve savcıları da dinlemişler. Bu ’“dinlemeler’” yasalmış (!)...  
Hiç kimse bilmese bile; dinlenen savcılar ve hakimler biliyorlar ki; fiziken ve fiilen ’“dinlemeyi’” yapanlar ve konuşmaları tespit edip yazarak ’“tutanak’” haline getirenler ve hatta eğer imha edildi ise ’“imha edenler’”,  bir yıldan uzun süredir dinledikleri hakimlerin ve savcıların ne konuştuğunu, kimlerle konuştuğunu ve kimlere neler dediğini biliyorlar. Kısacası hakimlerin ve savcıların ’“hayatını’” ve hatta hayatlarının en mahrem yanlarını biliyorlar artık’… Bunların yıllar sonra veya basına sızdırıldığı bir zamanda ’“yayınlandığını’” düşünün ve endişe duyun’… 
Ey hakimler, ey savcılar hatırlıyor musunuz? Birçok insanın en mahrem, en gizli ve kimsenin bilmesini istemedikleri telefon konuşmaları gazetelerde, web sitelerinde, televizyonlarda dizi halinde yayınlandı’… Nasıl bir devlettir ki; aydınlarını, gazetecilerini dinliyordu. Nasıl bir gazetecilik anlayışıdır ki; telefon konuşmaları ’“ele geçirilince’” olduğu gibi yayınlanmıştı.   Bu yayınlar biz normal insanlarda endişe yaratmıştı. Yakın geçmiş tarihte biz normal insanlara göre hiç endişe duymayanlar bir kısım gazeteciler ve bir kısım adalete bakan adamlardı’… 
Hakimleri, savcıları ve hepimizi dinleyenler, bizleri dinlerken, tutanak tutarken olup bitenlerden haberimiz bile olmuyor’… Sizi dinlerken belki de gülüyorlar, belki size küfrediyorlar’… Bunu ’“iş’” olarak, mahkeme kararına göre yapıyorlar.  
 
SADECE YÜKSEK YARGI MENSUPLARI DEĞİL,
BEN DE DİNLENİYOR MUYUM?
Sadece gazete haberi olarak kalmasın ve çoğalsın diye düşündüğüm için ’“Yüksek Yargı Mensupları’”nın konu hakkında söylediklerinin yüksek dereceli ciddiyet ve öneme sahip olduğuna inandığımdan dolayı söylediklerinden alıntı yapıyorum’… 
İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı  Aykut Cengiz Engin, İstanbul’’da yürütülen tüm soruşturmalardan bilgisi olan ve kamu adına 32 yıldır çalışan adalet görevlisi. Adalet Bakanlığı Başmüfettişi M.A’’nın başvurusu üzerine telefonlarının mahkeme kararı ile dinlendiği için meslek hayatımın en üzüntülü günlerini yaşadığını söyleyen Başsavcı Engin ’“ Adalet Bakanlığı müfettişinin başvurusu üzerine bir mahkemenin benim iş, ev ve cep telefonlarımın dinlenmesi için karar verebileceğini hiç beklemezdim. Mahkeme kararı ile dinlenebileceğim aklımdan bile geçmezdi. Çok üzgünüm, çok kırgınım. Tabii ki ben de yasal yönden hakkımı arayacağım. Telefonlarımın dinlendiğine ilişkin karar olduğunu ben de televizyonlardan öğrendim. Buna niçin gerek duyulduğunu öğrenmek için Adalet Bakanlığı’’na başvurup gerekli belgeleri istedim. Bunları inceleyeceğim ve yasal haklarımı kullanacağım.’”  dedi.(14.11.2009 Hürriyet)  
 
Yargıtay Başkanı  Hasan Gerçeker yargıç ve savcıların dinlenmesi üzerine ’“Olayın bu boyuta gelmesi yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı açısından üzüntü verici. Bizi rencide ediyorlar’” demiş’… Gerçeker’’e göre; ’“Bu gün yargının hedef tahtası, savunma konumunda olması kabul edilebilir, hazmedilebilir bir konu değildir. Dolayısıyla böyle bir sistem içinde yargı bağımsızlığından ve kuvvetler ayrılığından bahsetmek mümkün değildir.’” Yargıtay Başkanı’’na göre 12 Eylül en ağır hasarı yargı üzerinde yaratmıştır. Yargı bağımsızlığını yok etmiştir. Gerçeker’’e göre bu gün toplumda ’“dinlenme paranoyası’” oluşmuştur’…(14.11.2009 Hürriyet. 15.11.2009 Radikal)  
Danıştay Başkanı Mustafa Birden; ’“ Yargı mensuplarının dinlenmesi, fiziki takibe alınması, yazılı ve görsel basında haber ve görüntülerine sıklıkla yer verilmesi yargıyı kontrol etme ve üzerinde etkili olma gayesinden başka bir şey değildir. İnsan hak ve özgürlüklerine yönelik ihlallerin engellenmesinde çok önemli konumları bulunan yargıç ve savcıların aynı neviden hak ihlallerine muhatap olmaları, yargı bağımsızlığı veya yargıç güvencesini zedelediği gibi bu durumu insan haklarına saygılı, demokratik ülke kavramlarıyla bağdaştırma olanağı da bulunmamaktadır. Haberleşme özgürlüğü ve özel hayatın gizliliğine ilişkin Anayasal temel hak ve özgürlüklerde ciddi bir aşınma ve ihlalin varlığı söz konusu. Gelinen noktada sadece yüksek yargı mensupları değil, hakim ve savcılarla ilgili değil, tüm dinleme kararlarında gerekli özen ve hassasiyetin gösterilmediği görülüyor. ’“Bende dinleniyor muyum?’” yolundaki endişe ve korkular toplumda ciddi bir güven bunalımı yaratmıştır. İnternette, haber ve yayın organlarında her gün yeni bir ses ve görüntü kaydı yer alıyor. Bu, mahkeme kararlarıyla yapılan teknik takip ve dinlemeler dışında gayri hukuki dinleme yol ve yöntemleriyle sıkça başvurulduğu konusunda kamuoyunda yaygın bir kanının oluşmasına sebebiyet vermiştir. Toplumda oluşturulan güven bunalımı en kısa sürede telafi edilmeli, en etkili ağızlardan kamuoyuna tatmin edici açıklamalar yapılmalıdır.’” diyor. (14 Kasım 2009.Hürriyet.A.A)  
 
YARATILAN KORKU DEVLETİDİR
Bu coğrafya üzerinde ’“iletişimin dinlenmesi ve tespiti’” ile ’“korku devleti’” yaratılmıştır. Toplum, ’“dinlenme’” paranoyası içindedir.  
Düşünün’… Telefonla arandığınızda veya çok sevdiğiniz birisi ile konuştuğunuz sırada birdenbire aklınıza ’“dinlendiğinizi’” ve bu konuşmaların tespit edildiğini, kaydedildiğini getirin! Bu tür dinleme ’“talebinde’” bulunan savcıların ve talebe göre kişinin ’“dinlenmesine kararı’” veren hakimlerin bile dinlendiğini düşünün. Bir gün onların da en mahrem konuşmaları ve tüm işlerine dair iletişim tespit tutanakları ve telefon konuşmaları yayınlanırsa neler olur acaba? Adalete bakan adamların kendi aralarındaki adalete dair telefon konuşmalarında kim bilir ne tür konuşmalar geçmiştir bilmediğimiz’… Hiç bilmek istemem. İstemem çünkü hukuka aykırı davranmanın hiçbir mazereti olamaz. Ama bu hukuka aykırılığı benim değil, adalete bakanların hazmetmesi gerekiyor.
Eğer gazeteciler olmasaydı, televizyonlarda Başsavcının bile telefonlarının dinlendiği ’“haber’” olmasaydı, gerçekleri öğrenemeyecektik.  
İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı, telefonlarının dinlendiğini televizyon öğrenmiş. Gazeteciler olmasaydı haberi bile olmayacaktı’…  
Acaba şimdi bu ’“dinleme’” skandalını haberleştiren ve dinlenen hakim ve savcıları bilgilendiren gazeteciler için yayın yoluyla ’“soruşturmanın gizliliğinin ihlal’”den soruşturma açılır mı? Ya da yüksek dereceli yargı mensuplarının telefonlarının dinlenmesi nedeniyle söyledikleri, tepkileri ve görüşlerini açıklamış olmaları hem onlar için ve hem de bunları haber haline getirip yayınlayan gazeteciler için ’“yargıyı etkilemeye teşebbüs’” suçu mudur?  
 
DEVLET, DEVLETTEN DAVACI MIDIR?
Danıştay, yargı organının devlet içinde olduğunu söylüyor. Devlet kavramı, yargı organını  da kapsar. Danıştay’’ın bir kararına göre "devlet" kavramının, "idarenin" yanı sıra, ayrı bir erk olarak "yargı" organını da kapsadığı ve Anayasa hükümlerinin, idare makamlarıyla birlikte yargı  yerlerini de bağlayan kurallar olduğu dikkate alındığında, Anayasanın 40. maddesinde belirtilen yükümlülüklerin yargı organları  bakımından da  geçerli olduğu konusunda  duraksama bulunmamaktadır.  (Danıştay 10.Dairesinin Esas No: 2009/5891,  Karar No: 2009/7313 ve 01.07.2009 Tarihli kararından)  
O halde devlet kavramı yargı organını da kapsadığına göre; hakim ve savcıların telefonlarının dinlenmesi ile ortaya çıkan yalın gerçek şudur: Devlet, devleti dinlemiştir.  
Suç şüphesi altında tutularak, özel yaşamlarının ihlali ile telefonları dinlenerek mağdur edilen ve ’“devlet mensubu’” olan hakim ve savcılar; devletten davacı olmalıdırlar. Çünkü Anayasanın 40 ıncı maddesine göre; Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makamlara geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir. Bu nedenle hakim ve savcıların uğradıkları mağduriyetten dolayı, özel yaşamlarının ihlaline neden olan savcı ve hakimlerden ve Adalet Bakanlığı müfettişlerinden, yani devletten davacı olma hakları vardır. Davacı olmayı istemeleri onların Anayasal hakkıdır.  
Yine Anayasanın 40 ıncı maddesine göre kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre Devletçe tanzim edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı vardır.  
 
KORKU, YENİLİR. ÇÜNKÜ KORKU, KORKAKTIR.
Devletin devletten davacı olabileceği hukuka aykırı bir ortam yaratılarak, bunun yasal olduğu inancına göre hareket eden yargı mensuplarının bulunduğu bir ülkede yaratılan ’“korku’”; ancak yaratılacak toplumsal bilinçle önlenebilir. Toplumsal birliktelik güçlüdür, ama korku, her zaman korkaktır.    
Bütün bu gerçekleri öğrenebilmemiz için de gazetecilerin kamuoyunun gözü, kulağı ve bekçi köpeği olma rolünün önemi akılda tutulmalıdır. Aksi takdirde yapılan her hukuka aykırılık gizli kalır. Gizliliği kaldıran gazetecilerdir, hatırlatırım.  
Dün gazetecileri soruşturanların, dava açanların ve yargılayanların yolları; bu gün ihlal edilen haklarını ve mağduriyetlerini kamuoyuna gazetecilerin haberleriyle duyurma yolu olmuşsa, bunun nedenleri izah edilebilir açıklıktadır ve çok nettir.  
Çünkü bu ülkenin gazetecileri dün nasıl inanıyorsa, bu gün de demokrasiye, hukuk devleti ilkelerine ve insan haklarına inanmaktadır. Gazeteciler basın özgürlüğünü halkın doğru haber alma ve bilgi edinme hakkı adına hala dürüstçe kullanmaya devam etmektedirler. Bu amaçla her türlü sansürle ve oto sansürle mücadele ederler.  
Gazeteciler içinde dürüst olmayan gazetecilerin varlıkları da inkar edilemez bir gerçektir. Soruşturma dosyalarından aldıkları telefon konuşmalarını olduğu gibi yayınlamayı gazetecilik sanan gazetecilerin varlığı da bir gerçektir. Kendi meslek ilkeleri içinde bu sorunu çözecek güce sahip olan, yine gazetecilerin kendisidir.  
Tüm olumsuzluklarına karşın basın  özgürlüğünün halkın gerçekleri öğrenme hakkı olduğuna inanan gazeteciler; kim olursa olsun, hukuka aykırı davranmanın mazereti olamayacağı inancı ile kamuoyunun gözü, kulağı ve bekçi köpeğidirler.  
Peki ya yargı organları?