GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
18 Haziran 2023 Pazar

Delirmiş Evrenin Ortasında

Vicdan, bir kişinin doğru ve yanlış arasında ahlaki bir değerlendirme yapabilme yeteneğini ifade eder. Akıl ise mantıklı düşünme, problem çözme ve bilinçli kararlar alma yeteneğidir. Bu iki özellik birbirini tamamlayan unsurlardır ve birlikte hareket edebilirler.

Vicdan sahibi olmak, ahlaki değerlendirmeler yapabilme yeteneğine sahip olmayı ve doğru ile yanlış arasında ayırım yapmayı içerir. Bu, insanların etik sorumluluklarına uygun davranmalarına yardımcı olur. Akıllı kalmak ise, bilgi ve deneyimleri kullanarak mantıklı ve bilinçli kararlar almayı gerektirir.

Dolayısıyla, bir kişi hem vicdan sahibi olabilir hem de akıllı kalabilir. İyi ahlaki değerlendirmeler yaparak doğru eylemlerde bulunabilir ve aynı zamanda mantıklı düşünerek kararlar alabilir. Elbette her insanın bu konularda kusursuz olması mümkün değildir, ancak vicdanlı ve akıllı bir şekilde hareket etmeye çalışmak, sağlıklı bir denge kurmayı mümkün kılar.

Yıllardır dostlarımızla yaptığımız felsefi söyleşilerde mesele gelir buraya dayanır:Vicdan, mantık, felsefe, akıl ve delilik…

Henri Lefebvre, “Modern Dünyada Gündelik Hayat” kitabında şöyle der: Felsefeye göre gündelik hayat, felsefi olmayan gibi; ideal (ve kavramsal) olana kıyasla ise gerçek dünya imiş gibi görünür. Felsefi hayat gündelik hayat karşısında üstünlük iddia eder; aslında soyut ve orada olmayan, mesafeli, kopuk bir hayattır. Felsefe gerçeğin esrarını çözmeye giriştiğinde bir süre sonra kendisindeki gerçeklik eksikliğini saptar; bu değerlendirme onun özünde vardır. Kendisini gerçekleştirmek ister ve başaramaz; felsefenin felsefi hayat olarak kendisini aşması gerekir.

Elime sevgili dostumuz, değerli yazar Gülşah Elikbank’ın Destek Yayınlarından çıkan yeni kitabı geçince aklıma bunlar geldi. Kitabın adı: Delirmiş Evrenin Ortasında

Alt başlık daha da güzel: Bu kapıdan sadece deliler girebilir.

“Herkesin ve her şeyin çıldırdığı bu çağda, kendine uğruna delirmeye değer birini bulmuştu sonunda” diye başlıyor tanıtım… Gülşah Elikbank, yeni çağın yeni normal insanlarının tuhaf hikâyesiyle çıkmış bu sefer okurun karşısına. Herkesin delirdiği bir dünyada aklı başında kalmak da bir nevi delilik sayılmaz mı?

Hayattan ve insanlardan ümidini kesmişken aralanan yeni bir kapı ve o kapıdan içeri giren başka bir delilik... Gülşah Elikbank, çağın ruhuna ithaf ettiği bu novellada karanlığın içinden aydınlığa, aydınlığın içinden zifiri karanlığa bakıyor ve bizi de renklerin arada kalmışlığı içinde farklı bir yolculuğa davet ediyor. Sahiden deliliğin bir rengi olabilir mi? Bu soruya yanıtı kahramanımız Meryem veriyor. O bu soruyu yanıtlarken tüm dünya ayağının altından çekiliyor oysa. Delilikle bezenen bu satırları son derece normal karşılayacak okurunu bekliyor delirmiş evrenin ortasında...

Gülşah’a sordum, “bu kitabı yazarken derdin neydi?” diye şöyle cevap verdi:

[Mutsuz yüzler, amacını yitirmiş gibi boşlukta salınan insanlar arasında hızla akıp giden zaman ve bu hiçlikte sanatla var olmaya çalışan bir kadın; Meryem'in hikayesi bu. Ama aslında bu zorlu coğrafyada yaşayan tüm kız çocuklarının öyküsü. Tacizle tanışan küçük bir beden ve hayata renklerle verdiği yanıt. Meryem kurban olmayı reddeden bir kurban. Güçlü olmak zorunda bırakılan her kadın gibi, bir yanı demirden diğer yanı şefkatten oluşan.

Albert Camus yaşadığı çağı korku çağı olarak nitelemişti, şüphesiz bu çağı görse dehşet çağı, derdi. İşte ben de bu dehşet çağında aklı başında kalmakla delirmek arasında nasıl ince bir çizgi olduğunu vurgulamak istedim. Asıl aklı başında olanlar deli diye yaftaladıklarımız olamaz mı? Ne de olsa böyle bir dehşetin içinde akıllı olmak pek de mutluluk getirmiyor. Sıradan bir hayatın hasretini duymuyor muyuz artık hepimiz? Çünkü biliyoruz ki artık her şey sıra dışı ve olağan dışı...]

***

Aklınız varsa ve kendinizi her an delirmeye hazır hissediyorsanız ( ki bu ülkede normaldir) bu kitabı kaçırmayacaksınız eminim…