GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
4 Kasım 2015 Çarşamba

Bir seçim klişesi: Ne olacak bu…

Kendimi bildim bileli her seçimin ardından sorulan ilk sorudur: Ne olacak bu CHP’nin hali?
Yani Türkiye için bir seçim klişesidir. Hep sorulur ama yanıtı bulunamaz.
Tam bulunmuş gibi olurken yeniden başa dönülür çünkü. Sezar’ın hakkını teslim ederek başlayalım. Kılıçdaroğlu 5 yıllık genel başkanlık kariyerinin en parlak günlerini yaşıyordu. İzmir’den aday oluşundan önseçime girişine kadar pek çok olumlu, anlamlı adım attı bu süreçte... Özellikle 7 Haziran öncesi açıkladığı ‘dar gelirli kitleyi’ hedef alan vaatleri, koalisyon süreçlerindeki uzlaşmacı tutumu, partisinin devlet yönetme noktasındaki güven endeksini yükseltmiş olması vs… Hatta kimi araştırma şirketlerine göre Kılıçdaroğlu’na dönük sempati partisinin 4-5 puan üzerindeydi. Ankara patlamasından sonra tüm ülkeyi kucaklayan duruşu, TBMM’deki tüm partilerle görüşebilen, konuşabilen yapısı, CHP’yi adeta bir merkez partisine dönüştüren hamleleriyle Kılıçdaroğlu sürecin en hatasız liderlerinden biriydi.
*
İyi de bu sonucu nasıl açıklayacağız o zaman? 14 yıl ülkeyi tek başına yöneten, her açıdan yıpranan ve de yorulan hatta yoran iktidarın ancak yarısı kadar oy alabilmeyi… Her ne olursa olsun yüzde 25’i geçememeyi… Çeyrek parti kalmayı…
*
Şimdilerde herkes bu sorulara yanıt arıyor.
CHP adına 1 Kasım öncesinde yüzde 27’nin üzeri için bahse girmiş (haliyle de kaybetmiş) bir gazeteci olarak Kılıçdaroğlu’nun seçim gecesi yaptığı ya da yapmaya çalıştığı açıklamalara çok güldüm. Genel Sekreter Gürsel Tekin’in dün yaptığı, “Genel Başkanın istifasını gerektirecek bir durum yok… Oylarını arttıran tek muhalefet partisi biziz” çıkışı da evlere şenlikti…
Ve akşam saatlerine doğru MYK’nın seçim değerlendirmesi düştü kulislere…
CHP’ye oy vermeyen seçmenler üzerinde bir araştırma yapacaklarmış, yeni bir strateji oluşturacaklarmış…
Günaydın beyler… Üsküdar’da sabah oldu.
*
7 Haziran’da tek başına iktidarı kaybettikten sonra 33 gün boyunca sizinle koalisyon dansı yapan AK Parti, sizin bugün sözünü ettiğiniz araştırmayı tam da o günlerde yapıyordu. Seçmenin kendisinden neden vazgeçtiğini, nerede hata yaptıklarını, rakiplerin hangi özelliklerinin oy getirdiğini tek tek analiz ettiler. Ve siz muhtemelen o günlerde koalisyon valsinin ve de kırmızı plakaların hayaliyle baş döndürücü bir romantizmle mışıl mışıl uyuyordunuz.
AK Parti Eylül ayında kurultayını gerçekleştirip kadrolarını yenilerken siz Alsancak’ın göbeğinde mahalle delege seçimlerinde birbirinizin boğazını sıkıyordunuz. AK Parti pirim yapmayan adaylarını yapanlarla değiştirirken siz ‘aynı tas aynı hamam’ yola devam diyordunuz.
AK Parti, sizin kenar mahalle maçlarında çok pirim yapan ‘asgari ücret, emekli maaşı’ topunu ayağınızdan çalıp, vücut çalımıyla kalenizde gole giderken siz aval aval bakıyordunuz.
AK Parti tüm yıpranmışlığına rağmen ‘illa ki tek başına iktidar’ diye tempo tutarken siz tek başına iktidarı tek bir kez bile ağzınıza almadınız. Koalisyonun küçük ya da büyük ortağı olmakla yetindiniz.
Masaya yeni bir kart açamadınız. Rakibin hamlelerini öngörüp yeni hamle yapamadınız.
Bir nevi çoban matı oldunuz.
*
Bunlar CHP’de bizim bir çırpıda tespit ettiğimiz eksikler. Ama mesele CHP’deki eksiklerin de ötesinde bana göre…
Mesele derin.
Mesele Türkiye’deki ‘sağ-sol’ seçme kamplaşmasından da derin.
Mesele köklü…
Seçimden 10 gün önce kaleme aldığım 2 Kasım senaryoları yazılarından birinde apoletli bir CHP’liye mal ederek kaleme almıştım.
“Her şey güzel görünüyor. Ama hala yüzde 25’lerde kalırsak oturup düşünmeliyiz. Belki de mesele 90 yıllık CHP’nin geçmişinde saklı. Belki de CHP’yi bir kenara bırakıp başka bir çözüm üzerinde düşünmeliyiz”
Kimilerine göre mesele tarihsel… Yani tek parti döneminden itibaren CHP’nin siciliyle ilgili mesele… Anadolu’da hala CHP’ye oy vermeyi ‘dinsizlik’ olarak gören var.
Kimileri için mesele mezhepsel…
Türkiye’yi bir Ortadoğu ülkesi gibi algılayan/yorumlayan o kitle AK Parti’yi ‘Sünnilerin’ CHP ‘Alevilerin’ HDP Kürtlerin, MHP’de Türklerin partisi olarak görüyor.
Alt kimlerin hiç olmadığı kadar kaşındığı bir zeminde mezhepsel yaklaşım tabi ki Türkiye’nin en büyük ayıplarından biridir. Ama üzerinde durulması gereken önemli bir alt başlıktır.
*
Kimileri meseleye sadece kadrosal bakıyor. Kılıçdaroğlu ve arkadaşlarının başarısız olduğunu, yeni bir kadro ve anlayışla sorunun çözülebileceğini savunuyor.
Ve parti şu anda olağan bir kongre dönemi yaşıyor.
Mustafa Balbay’dan Fikri Sağlar’a, Umut Oran’dan Deniz Baykal’a kadar birçok aktörde değişimi tetikleyecek bir hareketlenme göze çarpıyor.
Oran ‘adayım’ derken Balbay ‘aday olabilirim’ mesajı verdi.
Bazıları tarafından 7 Haziran sonrası Saray’a nefes aldırmakla suçlanan Baykal da partinin gidişatından duyduğu memnuniyetsizliği her fırsatta dışa vuruyor.
Hatta son İzmir ziyaretinde (Tacettin Bayır’ın kızının düğünü için geldiği 18 Ağustos akşamı) bu konuda ‘çok özel’ bir toplantıya imza attı Baykal…
Ve 2 Kasım’dan sonrası olası bir değişimi Ege çapında tetikleme adına birilerine gaz verdi.
Tabi ki kongre/kurultay olur da Önder Sav durur mu?
Sav da işin bir ucundan tutacaktır elbet! Kılıçdaroğlu ile bir hesabı kapatmak adına…

Anlayacağınız CHP için oldukça hareketli bir dönem başlıyor.
Tabi ki bir kurultay söz konusu olursa Tuncay Özkan’ın da boş duracağını sanmıyorum. İzmir’de kimi ilçe başkanlarıyla şimdiden çok özel toplantılara imza atmaya başladığını duyuyoruz.

Ana muhalefet CHP, her seferinde yüzde 25 duvarına çarparken Kılıçdaroğlu’nun önünde açıkçası çok fazla seçenek olduğunu sanmıyorum. Kılıçdaroğlu’nun çok çalışkan, iyi niyetli bir lider olduğundan kimsenin şüphesi yok. Ama bunlar yetmiyor işte.
Dahası Türkiye ‘çok çalışkan, iyi niyetli hatta uzlaşmacı’ bir lider görmek istemiyor şu anda...
Şu ana kadar kaybettiği tüm seçimlerin faturasını ekibine/kadrosuna kesti Kılıçdaroğlu…
12 Eylül referandumunu Önder Sav’a… 2011’i MYK’sına…
2014’ü ‘aday belirleme’ komisyonuna… Adnan Keskin, Gökhan Günaydın, Umut Oran vs.

Bahçeli ile birlikte ürettikleri ‘çatı aday’lı Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra topu taca atıp baskın bir ‘olağanüstü kurultay’ la güven tazelemeyi becerdi. 7 Haziran’da işler iyi gittiğinden fatura kesilen olmadı. Ama 1 Kasım’da yeniden başa dönüldü. Ancak bu kez fatura ağır… 5 yıllık liderlik bilançosunun KDV dâhil faturası CHP için de ülke için de oldukça kabarık. Bu hesabı ancak genel başkan ödeyebilir.
Kılıçdaroğlu’nun önünde iki yol var.
Ya direnip koltuğuna tutunmak için savaşacak. Ya da değişimin önünü açacak…
En yakın seçime 4 yıl kala 70’ine merdiven dayamış Kılıçdaroğlu’na düşen ‘değişimin’ önünü kendi eliyle açmaktır. Ona yakışan budur.

DEVAM EDECEK…