GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
14 Ekim 2015 Çarşamba

80’e giden yol…

Söylesem faydası yok!.. Sussam gönül razı değil!..
Yeni değil aylar hatta yıllardır bu psikolojide yaşıyoruz aslında. Hayatın akışını durduran son terör saldırısının ardından söylenecek tek bir şey var belki de.
Evet, Türkiye bölünmüştür. Resmen değil belki ama fiilen bölünmüştür.
Acısını bile paylaşamayan bir ülkenin ortak neyi kalmıştır ki!
*
Bölündük, evet…
Hemen her konuda bölündük.
Kamplaştık, ayrıştık…
Bizi biz yapan ne kadar duygu varsa askıda…

Eskiden en fazla partilerimiz, düşüncelerimiz ayrıydı.
Şimdiyse her şeyimiz…
Gazetelerimiz, televizyonlarımız…
Hâkimlerimiz, savcılarımız…
Hatta cenazelerimiz…
Ve hatta hırsızımız…

Birinin acısına öteki seviniyorsa…
Daha cenazeler ortadayken siyasi rant hesapları yapılıyorsa…
İnanın birçok şey bitmiş demektir.

Bu tabloyu Berkin Elvan’ın cenazesinde de görmüştüm. Ekmek almaya yahut eylem yapmaya gitmiş olsun… Daha 15’indeyken bir polisin gaz kapsülüyle başından vurduğu ve yaşam savaşı verdiği bir yılın ardından 16 kiloya düşerek can veren o çocuk bizimdi.
Bırakın Ankara’daki 97 cenazeyi birlikte kaldırmayı…
16 kiloluk Berkin’in tabutunu bile birlikte omuzlayamadık.
Ve Berkin’in cenazesi bugünlere giden yolda bir milattı. O gün o cenazeyi birlikte omuzlayabilseydik hatta bir adım öteye gidip hesabını sorabilseydik! Belki de bugün bu noktada olmazdık.

Milletleri millet yapan ortak değerleridir.
Kutuplaştırma, ayrıştırma, ötekileştirme politikaları ne yazık ki birinin acısını ötekinin sevincine dönüştürdü.
Hatta şehitlerin anasına/babasına küfretme noktasına bile geldik milletçe…
Tipik bir Ortadoğu ülkesine dönüştük. Senin acın, benim acım… Senin ölün benim ölüm…
Alt kimliklere bölündük… Mezhep, etnik köken gibi tehlikeli faylarda önemli kırılmalar yaşıyoruz.

Ve hiçbir şey yapmıyoruz.
Ders almıyoruz. Hesap sormuyoruz.

Uludere, Reyhanlı, Cilvegözü, Ceylanpınar’ı geçtim. Ülke için en kritik seçim olan 7 Haziran’a 4 gün kala Diyarbakır’da bir partinin mitingine bomba konuluyor. Suruç’ta 30’dan fazla gencecik beden havaya uçuruluyor.
Ve Ankara’da yani başkentte ‘Barış Mitingi’ kana bulanıyor.
Canımızdan can gidiyor.

Ve ülkeyi yönetenler birbirinden komik açıklamalarla sürecin ruhuna gölge düşürüyor.
Neymiş efendim hukuk devletinde bombacılar eyleme geçmeden tutuklanamazmış…
Sadece bir tweet attığı için makul şüpheli ilan edilerek çoluk çocuğun emniyeti/hapsi boyladığı güzel ülkemde devletin elindeki listede adları, adresleri yazılı olan intihar komandoları bombaları göstere göstere patlatıyor.

Ve 4 gün sonra Ankara emniyet müdürü, istihbarat müdürü açığa alınıyor.
Hepsi bu!
Oysaki Türkiye Cumhuriyeti tarihinin bana göre en berbat, en başarısız, en beceriksiz MİT Müsteşarı Hakan Fidan başta olmak üzere ölenlerin ardından sırıtan bakanın da aralarında bulunduğu geniş bir ‘yönetici’ kesimine ağır bir fatura kesilmeliydi.
Dört gün değil 4 saat içinde hem de…
MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın görevden alınması için memleketin kaç noktasında daha bombalı saldırı yapılması gerekiyor acaba?
Uludere, Reyhanlı, Diyarbakır, Suruç, Ankara yetmedi mi?
Eğer Davutoğlu hain saldırının ardından faturayı kesebilseydi bu krizden devlet adamı olarak çıkabilirdi.

Kutuplaşma, ayrışma demişken…
Basın özgürlüğü konusunda uluslararası listelerdeki yerimiz malum. Gazetecilerin en fazla tutuklandığı ülkelerden biriyiz hamdolsun. Medyaya güven konusunda ciddi erozyon yaşanıyor. Uzun lafın kısası halk medyaya, gazeteciye güvenmiyor artık.
Güvenmiyor hatta okumuyor. Yandaş, candaş, yoldaş gibi kamplara bölünmenin doğal sonucu bu tablo. Basın özgürlüğü konusunda 50’nci sıradan 154’üncü sıraya düşmüş olabiliriz. Ama gazeteci dövmek, tehdit etmek, gazete basmak, kurşunlamak gibi bir tasnif yapılsa ilk üçe gireceğimiz kesin.
Basılan son gazete Yeni Asır!
Son süreçteki sahipleri üzerinden ‘yandaş’ diye tanımlanan, hükümete oldukça yakın bir gazete Yeni Asır. Ankara’daki malum saldırının ardından bir sendika temsilcisi tarafından hedef gösterilen 3-5 gazeteden biri…
Ahmet Hakan’a, Hürriyet’e yapılan saldırıyı nasıl kınamışsak Yeni Asır’a yapılanı da aynı şiddette kınamak durumundayız. Ve de kendi adıma kınıyorum.
Yayın içeriği ne olursa olsun, hangi siyasi partiye yakın durursa dursun… Bir gazeteye saldırmak, bir gazeteciyi dövmek demokrasimize, özgürlüğümüze saldırmaktır.
Yukarıda da anlatmaya çalıştık…
Beğenmeyebilirsin Yeni Asır’ı…
Okumazsın, almazsın olur biter.
Hatta protesto da edebilirsin. Önünde açıklama yapıp, yayın politikasını eleştirebilirsin. Ama hedef göstermek, yumurta atmak, kapıyı zorlamak, içeriye girmeye teşebbüs etmek asla kabul edilemez. 

O zaman senin Hürriyet’e saldıranlara öncülük eden Boynukalın’dan ne farkın kalır?
Ahmet Hakan’ı öldüresiye döven ne idüğü belirsiz tiplerden hatta…

Senin ölün benim ölüm, senin cenazen benim cenazem noktasına gelmiş bir toplum yolun sonuna gelmiş demektir. Ve de acilen ‘normalleşme’ adına bir şeyler yapmak zorundayız. Sıkılı yumrukları gevşetmek, birbirimizi dinlemek, empati yapmak, eski günlerin hatırına en azından acılara ortak olmayı denemek durumundayız.
Yoksa canı sıkılanın gazete bastığı, gazeteci dövdüğü bir ortam hayra alamet sonuçlar doğurmayacaktır.
Ve şu sıralar 80 darbesini derinden hissedenlerle, yaşayanlarla konuştuğumda görüyorum ki son bombalama olayı da dâhil yaşadığımız her şey 80’e giden yolu hatırlatıyor.
Gazete basmak, gazeteci dövmek, siyaset kurumunun çaresizliği, çözümsüzlüğü, hukuk sisteminin çökmüşlüğü, topluma sirayet eden korku, her an patlak verecek iç çatışma, ayrışma, kutuplaşma tablosu adeta 80’in provası gibi görünüyor. 
Ve bu durum beni daha fazla korkutuyor.