GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
20 Eylül 2015 Pazar

Yıldırımlı AK Parti’nin 1 Kasım çıtası…

Açıklanan listeler ve sürece etki eden faktörler üzerinden 1 Kasım’ın İzmir’ini konuşmaya devam ediyoruz. Bu süreci 7 Haziran’dan ayıran çok şey var. En büyük fark seçmenin gündemi…
7 Haziran’a giden sürecin gündemini Selahaattin Demirtaş tek cümleyle özetlemişti.

“Seni başkan yaptırmayacağız” 

Kim ne derse desin 7 Haziran’ın gündemi bu kısa cümlede gizliydi. Ve hatta 7 Haziran’ın tek sonucu da buydu desek yeridir.  Erdoğan’ın 400 vekil talebiyle zirve yapan başkanlık sistemi tartışmaları, belirli bir kesim tarafından öne çıkarılan Yeni Türkiye söylemi, sisteme hatta rejime dönük endişeleri kamçılamıştı. Belki de CHP’nin asgari ücret, emekli maaşı gibi doğrudan vatandaşın gerçek gündemine dönük söylemlerine bu yüzden dönüp bakan olmamıştı.
Tabi ki son seçimin üzerinden 3 ay gibi kısa bir süre geçmiş olsa da Türkiye gibi ülkeler için 3 ay oldukça uzun bir süre sayılır. Yani 7 Haziran köprüsünün altından çok sular aktı.
Erdoğan yeniden sahaya iner ve 400 vekil meselesini güncel tutmaya devam ederse, şu anda terör, barış süreci ve ekonomik sallantıları önceliğine alan seçmen yeniden ‘başkanlık sistemi ve rejim kaygısı’ başlıklı gündemine geri dönebilir.
Ama bugünden bakıldığında seçmenin öncelikli iki gündemi var.
Akan kanın bir şekilde durması/durdurulması ve de ekonomiye dönük endişelerin giderilmesi…
Görünen o ki Erdoğan da bu gündem değişikliğinin ziyadesiyle farkında… Dün fason açılışlar üzerinden seçmene hitap etmeyi deneyen Cumhurbaşkanı’nın bugün ‘teröre karşı tek nefes’ eylemlerine öncülük etmesinin anlamı bu olsa gerek.  
Her ne başlıkta olursa olsun Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sahaya inmesinin AK Parti’nin lehine olmadığını düşünüyorum. Dün olmadığı gibi bugün de olmayacaktır. Çünkü Türkiye siyaset yapan cumhurbaşkanı modeline alışık ve de hazır değildir. Siyaset yapan, taraf tutan… Bu tablo toplumun adalet duygusunu zedeliyor her şeyden önce.
*
Gelelim 1 Kasım’ın listelerine… AK Parti’nin üçüncü dönem kuralını esneterek 7 Haziran’da liste dışı bıraktığı üçüncü dönemliklerden 24’ünü yeniden listeye alması manidar…
Bu isimlerden bir kısmı Erdoğan’a oldukça yakın isimler… Ama uzak olanlar da var aralarında… Sanıyorum ekonomi çevrelerinin endişelerini gidermenin de ötesinde 1 Kasım sonrasında oluşacak siyasal hareketlenmelerin de önü alınmak istenmiş. Çünkü o listedeki kimi isimlerin şu anda fikri zemini hazırlanan yeni bir siyasal hareketin içinde yer almasına kesin gözüyle bakılıyordu. Siyaset alanındaki ustalığını kanıtlayan Erdoğan, ufukta görülmeye başlayan Abdullah Gül-Bülent Arınç birlikteliğinde kurulacak bir siyasi hareketi çok önemli unsurlarından uzaklaştırmayı başarmış görünüyor. Tabi ki bugün vekil seçilmek yarın bu hareketin içinde olmamayı gerektirmiyor.
*
MHP listeleri için söylenecek hiçbir şey yok. Çünkü Devlet Bahçeli’yi anlamakta gerçekten zorlanıyorum artık. Hangi hamleyi hangi amaç için yapıyor doğrusu bilemiyorum, anlayamıyorum. Umarım kendisi biliyordur.
Kemal Kılıçdaroğlu’na gelince;  3 ay önce çoğunluğu örgütler tarafından belirlenen listelerle oynamadı. Bunun tek bir anlamı var.
Yani 7 Haziran’da oylarının artmamasının nedenini istelere bağlamadı Kılıçdaroğlu…
7 Haziran’a göre seçmenin gündeminin değişmiş olması Kılıçdaroğlu için avantaj… Dün başkanlık sistemine kilitlenerek meclise 4. Partiyi sokan seçmen bugün barış ve sallanan ekonominin düzelmesini bekliyorsa, özellikle asgari ücret ve emekli maaşıyla ilgili vaatlere daha fazla alıcı gözle bakacaktır demektir.
Kaldı ki CHP daha önce de altını çizdiğimiz gibi son süreçte en fazla dikkat çeken parti konumunda…
Burada AK Parti ile yürüttükleri 33 günlük koalisyon görüşmelerinin de rolü var, Bahçeli’ye teklif ettikleri başbakanlığın da. Şu anda TBMM çatısı altındaki tüm partilerle diyalog kuran, herkesle işbirliği yapmaya hazır, sandıktan çıkan uzlaşma mesajına en fazla saygı gösteren parti konumundaki CHP, bu kez seçmen nezdinde kazandığı sempatiyi oya dönüştürmeye çalışıyor.
Ve de Cumhurbaşkanının vermediği hükümet kurma yetkisini halktan istemeye hazırlanıyor.
HDP’ye gelince;
7 Haziran’daki havasından çok uzak… Terör örgütü PKK’nın gölgesinden çıkamayacağı anlaşıldı HDP’nin… Selahattin Demirtaş’ın çabaları partinin diğer unsurlarından destek görmüyor. 
İzmir’e dönersek;
AK Parti İl Başkanı Bülent Delican, listeler açıklandığı sırada canlı yayında hedeflerini yüzde 36,8 olarak koyuyordu. Binali Yıldırım’ın dönüşünün kendilerini 2011 hedefini geçme noktasında motive ettiğini söyleyerek, “Binali Yıldırım’ın dönüşü AK Parti oylarını etkilemez” diyen İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’na da inceden bir “Hodri Meydan’ çekiyordu.
Tabi ki Delican’ın çıtayı biraz yüksekte tuttuğunu söyleyebiliriz.
2011’in Türkiyesi ile bugünün Türkiyesi, 2011’in İzmir’iyle bugünün İzmir’i aynı değil…
2011’in listeleriyle bugünün listeleri de aynı değil...
En basitinden 2011’de Binali Yıldırımlı listenin yükünü taşıyanlardan biri dönemin Kültür Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’dı. CHP Genel Sekreterliği ve de Genel Başkan adaylığından gelen Günay’ın gelişi hiçbir işe yaramadıysa İzmir’deki korku duvarlarının aşılmasında kolaylık sağlamıştı.
Tabi ki köprülerin altından çok sular aktı.
 
Gezi Parkı, 17-25 Aralık ve başkanlık sistemi tartışmaları başta olmak üzere
seçmen algısını yönlendiren pek çok gelişme kaydedildi . 13 yıllık tek başına iktidarın yorgunluğunu her fırsatta dışa vuran AK Parti, Arınç’ın altını çizdiği gibi ‘Biz değil ben partisine’ dönüşme yolunda ilerliyor.  Kurucu unsurlarının önemli bölümüne neredeyse düşman gözüyle bakan bir kitle var partinin içinde… Sadece Erdoğan’ın rüzgarıyla yol almaya çalışan ama granit gibi sağlam bir tabana tutunan AK Parti’nin 2011’in çıtasına ulaşması çok da mümkün görünmüyor.
Ekonomi politikalarındaki sorunlar, parti içinde artık daha fazla duyar olduğumuz çatlak sesler, paralel devlet tartışmalarıyla bürokraside, adalet/yargı kurumunda yaşanan güven kaybı başta olmak üzere giderek etkisini arttıran toplumsal/siyasal kutuplaşma AK Parti’nin en büyük handikapları arasında öne çıkıyor.
İşte bu nedenlerle Delican’ın çıtası biraz yüksek duruyor. Ama il başkanı olarak ona düşen tabi ki çıtayı yüksek tutmaktır. Bir zamanlar sayısı 400 binin üzerinde olduğu açıklanan üyelerini, teşkilatını canlı tutmak ve de motive etmek için… Binali Yıldırımlı listenin bir önceki yazıda altını çizdiğim bariz hatalarına rağmen 7 Haziran’daki listeden çok üstün olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
En başta Binali Yıldırım’ın kendisidir farkı yaratan… Listedeki teşkilat ağırlığı da itici bir güç olabilir. Öteki partilerle mukayese edildiğinde ise AK Parti listesinin yerli bir liste olduğu söylenebilir. CHP’nin 6 ithal adayla yola çıktığı MHP’nin seçilecek sıradan 3 ithal vekil adayı gösterdiği HDP’nin aynı ithal adayları dayattığı süreçte Binali Yıldırım’ın başını çektiği listeye ‘İzmir’in çocukları’ demek rahatlıkla mümkündür. Ama bu bile bahsedilen yüzde 36,8 çıtasını yakalamaya yetmeyecektir. Çünkü bu yarışta ulusal tartışmaların sürece etkisi yerel faktörlerden çok ama çok daha fazla olacaktır.

Peki, Yıldırım’ın hedefi nedir ve de ne olmalıdır?
Daha 1,5 yıl önce Büyükşehir Adayı olarak İzmir’den 950 bin oy almış birinden söz ediyoruz… Hem de ‘bacanağı üzerinden’ bulaştırılmak istendiği 17-25 Aralık sürecinin negatif rüzgarı altında…
Ve de aynı Binali Yıldırım’ın 3 ay önceki seçim için partisinin İzmir teşkilatının önüne koyduğu bir hedef vardı. Yerel seçimdeki 950 bini geçmek… Yani 1 milyon oy!
İşte Binali Yıldırım’ın 1 Kasım’daki çıtası budur… Diyeceksiniz ki ha yüzde 36,8 ha 1 milyon oy…
Yüzdelik dilim oy kullanma oranına göre değişebilir. Ama mutlak oy değişmez.
Ve iyi bir kampanya dönemiyle, ulusal gündemden fırsat bulunursa, bu hedefe yaklaşabilir Yıldırımlı AK Parti!
Benden demesi…