GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
11 Mayıs 2011 Çarşamba

Basında ‘kılıçtan keskin’ kalem kavgaları…

Polemik... Eski Yunanca'daki adıyla polemos... Yani savaş, rekabet, çekişme...
Türk basın tarihi de polemiklerle dolu.
Peki son dönem cereyan eden kalem kavgalarına hangi perspektiften bakmalı?
Gittikçe iş çığrından mı çıkıyor?
Belki de siz geçmişte yaşanan kalem kavgalarını unuttunuz ya da bilmiyorsunuz...
Türkçe olarak yayınlanan ilk gazete Takvim-i Vekayi'nin üzerinden tam 200 yıl geçti... İki asırda başta teknoloji olmak üzere çok şey değişti.
Değişmeyen tek şey köşe yazarlarının kavga gürültüleri...
Gündemi değerlendirmesi gereken köşe yazarlarımız, bir süreden beri karşılıklı atışmaları nedeniyle gündemin kendini oluşturur oldu.
Aslında yazarlar arasındaki atışmalar basın tarihimize hiç de yabancı değil. Şinasi Efendi'den başlayan Türk basın tarihinin akıllarda iz bırakan polemikleri arasında turladığınızda, birbirinin damarına basmaktaki ustalığına, yakından tanıdığınız ünlü isimlerin öfkelerine yenilmelerine şaşıracaksınız.
İlginç olan ise yazarlar arasında yaşanan polemiklerin ve kullanılan dilin, dönemlere göre kabuk değiştiriyor olması. Dönemleri keskin sınırlarla birbirinden ayırmak güç; seviyenin dipsiz kuyulara düştüğü de oluyor, en ağır ithamları kibar bir dille yapanlar da...
Basın tarihimizin en önemli isimlerinin, en hafifleri ‘Rezil, edepsiz, dinsiz'den başlayan, 'gerici, liboş, dönek, yağdanlık, kudurmuş köpek, fosil, deyyus, gerzek, iki metrelik cüce'ye kadar uzanan geniş kelime hazinesini gördüğünüze inanamayacaksınız...
Zaman zaman hakarete varacak kadar sertleşen üsluplarını belki ayıplayacak ama kesinlikle çok eğleneceksiniz: çünkü anımsatacağımız polemikler, bugün yaşadıklarımızı, belki bir parça daha anlaşılır kılacak...
 
EN GEÇİMSİZ YAZAR
Her ikisi de ünlü yazarlar olan Peyami Safa ve Aziz Nesin polemiği Bab-ı Ali'nin klasiklerinden sayılır. Safa'nın Milliyet gazetesinde Nesin için yazdığı "Kızıl mikrop olur, genç ve saf okuyucuların beynine girer; cambazhane ibişi olur, soytarılık yoluyla propagandasına devam eder. Nihayet domuz olup mukaddes bölgelere saldırırken..." cümlelerine karşılık gelmekte gecikmemiştir:
"Terbiyesiz yazar Peyami Safa... Sen tarih öncesinden kalma salyangoz fosilisin. Sen yalnız nüfus sayımlarında insanlar arasında yer bulabilen yaratıksın."
Peyami Safa hiç kuşkusuz Türk basınının en çok polemiğe giren yazarlarından biri olarak tanınır. Hatta bu polemiklerden bazıları, üzerinden uzun zaman geçmiş olmasına rağmen unutulmamıştır: Cenap Şahabettin'in Safa için söylediği şu cümle gibi:
"Sen yalnız yetim-i Safa değil, yetim-i zeka imişsin de..."
 
EN ACIMASIZ SATAŞMA
Ahmet Haşim'in, tartışmaya girdiği Peyami Safa'ya söyledikleri de yenilir yutulur gibi değildir. Haşim normal şartlarda en yapılmayacak şeyi yapmış, kolu sakat olan Safa'ya "belden aşağı" vurmuştur: "Kılıcından bahsederek dört tarafa saldıran bu Zaloğlu karikatürüne, bir çolağın nasıl kılıç kullandığım göstermesini istemekle işi kısa kesmek de kabildi. Fakat bu, her yeri tutmaz insan harabesine karşı maalesef lisandan başka hiçbir karşılık aracımız yoktur. Allah okura sabır versin!"
Madem "sert üsluptan" açıldı söz, sert üslubuyla tanınan en ünlü yazarlardan Çetin Altan'ı anmanın zamanıdır... Kendisine "saldıran" iktidar yanlısı gazetecilere verdiği yanıtın "sertliği" tartışma götürmez: "Ya yazdıklarınızı resmi vesikalarla ispat edersiniz ya deyyusluğu kabul edersiniz. Vatan satıcılığına karınızı, kızınızı da ekleyince cebinize belki beş on kuruş daha fazla girer!"
 
EN "EDEBİ" KAVGALAR
Bir başka kalem ustası Nazım Hikmet'in polemiğe girdiği kişiler de saymakla bitmez.
Nazım, basın tarihinin en imalı yazılarından birini Peyami Safa için yazmıştır: "Dostlara şu tavsiyede bulunmayı bir vazife bilirim. Üç kişi bir yerde oturmuş konuşuyorsunuz... Mevzunuz havaların fena gittiğidir. Eğer karşıdan onun sökün ettiğini görürseniz susun! Peyami geliyor!
(...) Bab-ı Ali Caddesi'ne düşen her gencin ilk öğrenmesi lazım gelen bir parola vardır; Susun Peyami geliyor!"
Nazım Hikmet yakın arkadaşı Vala Nurettin'le birlikte Resimli Ay dergisinde başlattığı "Putları yıkalım" kampanyasıyla, zamanın tutucu edebiyatçı ve gazetecilerine bir anlamda savaş açmıştı. Bunun üzerine dört koldan saldırıya uğraması da gecikmedi.
Ali Naci Karacan'm çıkardığı İkdam gazetesi başta olmak üzere aralarında Hamdullah Suphi Tanrıöver, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Ahmet Haşim'in de bulunduğu pek çok isim ünlü şaire karşı hücuma geçti: "Sen kendini yedi beladan arta kalmış kabadayı sayıyorsun ama haddini bildirenler olacaktır."
Nazım'ın karşılığı ustaca oynadığı kelimelerden oluşturduğu şiirlerle geldi. Karşısında yer alan herkes için ayrı bir portre yazmıştı. Hamdullah Suphi için yazdığı şiirin içinde hem komik benzetmeler vardı, hem de acı bir alay...
"O bir komik ademdir / Portakal oğlu zademdir"
Şiirin sonuna eklediği dipnotta bile iğneli dilinden zehir akıtıyordu:
"Bu yazımın kafi derecede kuvvetli olmadığını itiraf ediyorum. Ama kabahat bende değil, ilham edende..."
Karşılıklı atışmalar sürüp giderken Nazım Hikmet'in Namık Kemal'i eleştirmesine sinirlenen Abdülbaki Gölpınarlı ise usta şaire kendi dizelerine benzer bir üslupla ama zehir zemberek kelimelerle çatıyordu:
Bugünlük senin ağzını kullanacağım: Ulan / Yalancı pehlivan! / 'Ölüleri rahat bırak oğlum / Dedikten sonra bilmem kime çatmak için / Ve birkaç afi satmak İçin / Bu millete milliyetini duyuran / Zulmü, istibdadı, tahakkümü kıran / Büyük Türke, Namık Kemal'e sövmek / İçtiğin Moskof şarabının neşesinden olsa gerek! / (...) / Sırtlan tabiatlı nebbaş! / Ulaaan / Boynundan yaralı / Kızıllı karalı / Engerek!
 
EN "SERT" POLEMİK
Son zamanlarda köşe yazarları arasında yaşanan polemiklere "Ayıp ama bu kadar da olmaz" diyenler sıkı dursun...
Aşağıdaki örnekleri okuduğunuzda, cümlenizi "Bugünlere şükür" diye bitireceksiniz...
Kullanılan kelimeler ve benzetmeler bakımından en sert polemiklerden biri de ikisi
de kalem ustası olan Necip Fazıl ve Bedii Faik arasında yaşandı. Necip Fazıl 18 Ocak I962'de yazdığı yazıda, Bedii Faik için şöyle diyordu:
"Bab-ı Ali'nin Babıadi cephesinde Dünya isimli, çöp tenekesi boyunda bir kulübeye sığınmış bir köpek vardır ve adı Bedii Faik'tir. Dökük kıllarının her kökünde uyuz kabartıları zıplaşan ve ruhundaki cerahat ağzından dökülen bu adi hayvan, fikir adına hiçbir mahalle itinin tenezzül etmeyeceği küfürlere kadar düşer. Bu mikrop kavanozu it, geçenlerde benim 'Kırmızı' isimli yazımı ele alıyor. Bab-ı Ali'nin Babıadi cephesi iti, unutmuş görünüyor ki, bu alemde topu topu yedi renk vardır... Bedii Faik'in suratından daha az kirli olan ve kendisine kefenlik etmeyi kabul etmeyecek kadar haysiyet sahibi bulunan adet bezi de kırmızıdır."
Bedii Faik'in cevabı da tahmin edersiniz ki daha yumuşak olmaz:
"Hangi sarhoşluk gecesinin sabahında peydahlandığı belli olmayan piç!"
Bedii Faik'in bir başka polemik klasiği ise Demokrat Parti'nin yayın organı Zafer gazetesinde çıkan bir yazıya verdiği cevaptı. Gazete, Faik'in yazdığı Dünya'yı kastederek "Biz artık o gazeteyi tuvalet kağıdı olarak kullanmaya karar verdik" diyordu. Yazarın yanıtı her zamanki kısa ve keskin üslubunu yansıtıyordu:
"Pek güzel! Bu durumda bir süre sonra kıçınız, başınızdan daha akıllı olacak demektir!"
 
POLEMİĞE KADIN KARIŞIR MI?
Günümüzde köşe yazarlarımızın ilişkileri üzerine yazan diğer köşe yazarlarının tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
"Racon"u hatırlatıp "Kadınları ve çocukları karıştırmayın kavgaya" diyenlerden misiniz yoksa? Peki, geçmişten vereceğimiz şu örneğe ne diyeceksiniz?
Demokrat Parti taraftarı olan Yeni İstanbul gazetesi yazarları, gazete çıktığı günden itibaren Bedii Faik'e saldırıyor ama o inatla cevap vermiyordu. Bir süre sonra Yeni İstanbullular saldırılarının dozunu arttırdılar: "Çamaşırlarım dahi İngiltere'den alır. Donları, gömlekleri, fanilaları İngiliz, markalı 45'lik küçük bey!"
Faik sonunda dayanamadı; sadece dört cümleden oluşan cevabı yenilir yutulur cinsten değildi:
"Okurlarım merak etmiş soruyor: 'Yeni İstanbul yazarları sizin çamaşırlarınızın markalarım nasıl ve nereden bilebiliyorlar?' Cevap vereyim: Mesele, karılarının gevezeliğinden ibarettir!"
 
Basın tarihinin eski sayfalarında dolaştıkça polemiğin nasıl olup da kişisel küfürleşmeye varabildiğinin en uç örnekleri açıklıkla görünüyor. Yakın tarihe geldikçe polemikler tabi ki sürmekte; ithamlar da son derece ağır; casusluktan işbirlikçiliğe; iş takipçiliğinden liboşluğa.,. Ama en sert tartışmaların bile politik bir zemine oturtulduğu gözden kaçmıyor, bir de bir daha kimsenin kimseye "Hangi sarhoşluk gecesinin sabahında peydahlandığı belli olmayan piç!" diye hitap etmediği...
* * *
Emin Karaca’nın ‘Türk Basınında Kalem Kavgaları’ adlı kitabından zevkli bir derleme yapan Haftalık Dergisi yazarı Emel Lakşe’ye ait bu üstteki özet.
Aslında özetin devamında, yakın dönemin en çok polemiğe giren gazetecilerin kalem kavgalarını da derlemiş Lakşe. Uğur Mumcu, Kemal Ilıcak, Nazlı Ilıcak, Çetin Altan, Ahmet-Mehmet Altan kardeşler, Mehmet Barlas, Güngür Mengi, Emin Çölaşan, Fatih Altaylı,  Hıncal Uluç, Mehmet Y. Yılmaz, Hasan Pulur v.b gibi onlarca yazar arasında gelişen, bazıları günlerce devam eden atışmaları/yazışmaları…
Lakşe bahsetmemiş ama… Yılmaz Özdil’in ‘bidon kafalı’ benzetmesi ile Bekir Coşkun’un artık sıfatlaşmış ‘göbeğini kaşıyan adam’ lafı üzerine, aylarca süren polemikleri, hatta bu polemiklere Başbakan Erdoğan’ın da miting meydanlarından katıldığını unutmuş olamazsınız.
 
Son dönemlerde genelde ‘yandaş’ ve ‘candaş’ üzerinden yürütülen polemikler/atışmalar/birbirine mektup yazmalar/göndermeler/dokundurmalar; zaman zaman aynı grubun yazarları arasında da cereyan edebiliyor.
Açın bugünün gazetelerini mesela, dün Radikal’in köşecisi Arif Beki’yi çimdikleyen Hürriyet yazarı Ahmet Hakan’a; Beki’nin verdiği alaycı yanıtı göreceksiniz. Beki’nin Hakan’a çakarken, aynı gazetenin yazarlarından Ezgi Başaran’ın da bu alaycılıktan nasiplendiğini okuyacaksınız…
 
***
Durup dururken basındaki kalem kavgaları tarihinden niye giriş yaptığımı merak ediyorsunuz sanırım.
Şundan.
İzmir basınının kalem sahipleri, ‘tıpkı İzmir gibi’ şahsına münhasırdır. Polemiklerde kan gövdeyi götürmez, kalemşörler birbirlerinden anca küçük ısırıklar alırlar.
İzmir’in kalem kavgaları, meydan kavgasından ziyade mahalle kavgalarını andırır. Hır/gür/itiş/kakış; sonra bir bakarsınız herkes evine/köşesine çekilmiş, derin bir sessizlik hali.
Lakin… İlklerin şehri diye bir zamanlar pek övündüğümüz İzmir’den uzun süredir bir ‘ilk’ çıkmıyor derken, benim de kurucu genel yayın yönetmenliğini yaptığım, üzerinde epeyce emeğim geçen bir gazetede dün bir ‘ilk’ yaşandı.
Gazetenin imtiyaz sahibi bey, döşediği köşesini, ahaliye (artık kaç kişiyse) manşetten duyurdu… Aslında derdi ahalinin duyması değil, Başbakan’ın görmesiydi.
Başbakan’a seslenen baş bey, özetle “egedesonsöz.com’un genel yayın yönetmeni Ümit Yaldız size sataşan yazılar yazıyor, ama sizin il örgütünüz o siteye reklam vermeye devam ediyor. Siz bu kafayla İzmir’de tabii seçim kazanamazsınız!” diyordu.
İşte bu ilan/bu iddialı tespit, en azından İzmir’in basın tarihinde bir ilk oluyor. Bir gazetenin baş beyi, açık açık hükümete ‘bu gazeteyi yaşatmayın’ çağrısında bulunuyor.
Aslında ona gereken cevabı, yaşı baş beyden çok çok genç olmasına rağmen, büyük bir olgunlukla, gerçek bir gazeteciye yakışır şekilde sevgili arkadaşım/meslektaşım Ümit Yaldız, dün kendi köşesinden verdi. Son sözü söyledi.
Sevgili Ümit’in eksik bıraktığı tek noktayı ben tamamlayayım; ‘Baş bey’i basın ahlakına cuk diye oturan bu (ispiyon/jurnal demeye dilim varmıyor) çağrısından, başardığı bu ‘ilk’ten ötürü, hararetle kutlayayım istedim.
Tek derdim buydu. Dedim.
Ama biliyorum ki,
Basın tarihindeki okuduğunuz örnekler tadında bir kalem kavgası bekleyenleri, sükutu hayale uğrattım. Neylersiniz ki, ne ben Nazım Hikmet’im, ne de karşımızdaki bir Bedii Faik. Dediğim gibi burası İzmir. Sen/ben/keloğlandan oluşmuş küçük bir mahalle.
Kavgası da kabadayısı da küçük oluyor işte… Haliyle.