GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
20 Temmuz 2016 Çarşamba

Bir mahremiyet parantezi…

‘Endişelerden endişe/tehlikelerden tehlike beğen’ günlerinden geçiyoruz. Yine. Daha önce geçtiğin ama hiçbirine benzetemediğin eşiklerden. Kendini bir yol ayrımında bulduğunda, kararsızlık yaşadığında, aklın/ruhun yolunu kaybettiğinde nasılsan, aynı öylesin sanki. Pusulasız. Azgın dalgalar arasında, çakan şimşeklerin aralıklı aydınlığında gördüklerinin seni daha da korkutmaya yettiği… Hiç bilemediğin, öncesinde hiç bulunmadığın, belki sadece gerilim filmlerinde izlediğin sularda…

Okyanuslarda, yunusların, kaplumbağaların, balinaların yolculuk etmesine yarayan dev akıntılar vardır, deniz canlıları o akıntıyı bulup bırakırlar kendilerini. Eğer akıntıdan bir biçimde ayrılırsanız yolunuzu kaybedersiniz ve hayat akmaz olur hissi hayatınızın tam orta yerine oturur ya hani, o haldesiniz. Karanlıkta derinlerden kopup gelen dalgaların tam da yürekte patlayan sesleri arasında iç sesini de kaybetmiş… Korkmuş… Kalbi avucunda…

‘Post travmatik depresyon’ hali diyor buna güzel insan, Dr. Tuncay Filiz. “Son 3 günde ancak 30 yılda yaşanabilecek olayları idrak etmeye çalışıyoruz, bu nedenle hepimiz post travmatik depresyondayız. Berrak bir zihin için düşünmeye ve dinlenmeye ihtiyacımız var, şimdi anlamanın nihai temelini keşfetme arzusundan vazgeçerek vicdanımıza dönelim ve bir süre sessizliğin sesini dinleyelim ki hoşgörü, huzur ve barış hepimizin olsun” diye sesleniyor okurlarına/dostlarına/hastalarına sosyal mecradan. “Reflekslerle değil akıl ile tepki verebilmek adına, aklın sesine kulak vermek gerek, reflekse refleks talep ediyorlarsa, bu aklın işi değil... Kavgalı pazarda satılacak malımız olmamalı!” diye de ekliyor sonra. 12 Eylül darbesini sıcağı sıcağına Tıp Fakültesi öğrencisiyken yaşamış biri o. Tecrübesiyle, yaşadıklarımızın nihai temelini keşfetme arzusunu sonraya bırakmamızı öğütlüyor bize, akıl sağlımız için… Hekim olarak, insan olarak…

12 Eylül gibi, hasarlarını hala duyumsadığımız o kanlı o korkunç darbe günlerini birebir yaşamış bir başka dost, Haluk Tekeli de hatırlatıyor bugün; “Ağır risk altında yaşarken, eğer süreci durduracak güce sahip değilseniz, mevcut durumdan en az hasarlı çıkmanın yoluna bakmak en mantıklı olan görünüyor. Bu tür süreçlerden yara almadan geçmek imkansızdır. Bunun manası enseyi karartmadan, umutsuzluk yaymadan, kimlerle ne kadar iyi yakınlaşma sağlanırsa bunu zorlamak ve buna açık olmak değil midir?” diyor.

Geriye gidişin sancılarını izlemek, gidişatın hasarlarına bakakalmak, hayatı demokrasi mücadelesiyle geçmiş, darbelerden çekmiş, darbecilerden hiç haz etmemiş nesillerin çok daha fazla gücüne gitse de hayat belirtileri vermiyor da değiliz artık. Aşağılık darbe girişimin yapıldığı gece, ‘sokağa çıkma yasağı’ ile ‘sokaklara dökülme’ arasında apışıp kalmış gençlerin, markette senin yaşıtına “abi, şimdi sen darbe tecrübelisisin, böyle durumlarda eve neler atalım, makarnadan başka neler alalım”diye soran masumiyeti içini yakarken; bugün hatırlayıp gülümseyebiliyorsun mesela. Ya da ‘olağanüstü hal/sıkıyönetim ilan edilirse büroda hep mahsur mu kalacağını, işe nasıl gidip gelineceğini’ soran genç bir meslektaşa… Omuzlarında ‘darbe görmüş’ duayenliğini taşımaktan (gizlice) duyduğun memnuniyetle!

Darbe teşebbüsünü duyduğun/izlediğin anda uğuldayan, bütün sesleri kaotik algılayan kulakların, (şimdilik) savuşturulan tehlikenin aslında bir ‘iç savaş’ olduğunu duymaya başladı mesela. Savaşların en kirlisi/en korkuncundan dönülmüş olmasına, için ‘oh be’ dedi, ‘şimdilik’ olsa bile…

50 bin kişinin işinden/gücünden oluşu karşısında, ‘kuru’nun yanında illa ki ‘yaş’ların da yandığını bilen tecrübenle kaşlarını düşürürken, bugün "Sayılara bakılırsa, iktidarı bırak millletçe biz cemaata sızmışız gibi duruyor!" diyen yoruma gülümsemeyi başarıyorsun bak.

Darbe girişimi günü onca silahın/tankın arasında, İstanbul’da o dehşet anlarında hayata gelmiş bebeğin mucizesini anca idrak ediyorsun sonra. İnanın güzel günler göreceğiz çocuklar
Güneşli günler göreceğiz/Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar/Işıklı maviliklere süreceğiz’
dizelerini öğrendiğimiz/dillendirdiğimizden beri doğrultamadığımız belimizi… Bırak güneşi, bir türlü gün yüzü görmeyişimizi hatırlayıp inceden dalganı geçmeye, ‘hoş geldin bebek, yaşamak sırası sende, senin yolunu bekliyor …’ diyen yorgun dizeleri sıralamaya da sıra geliyorsa bir de…

Gülen cemaatinin daha FETÖ damgası basılmadan çok önce ‘karanlık ve kesinlikle çok tehlikeli’ olduğunu söylemiş/yazmış, bu yüzden çok gadre/haksızlığa uğramış insanların, hala nezaket gösterebiliyor oluşundaki inceliği yakalayıp… Yakın zamana kadar Gülen’e toz kondurmayanların ağızlarından çıkan köpüklü laflara ilk zamanlardaki gibi köpürerek değil de acıyarak, buruk da olsa gülümseyerek bakabilmeye de başladıysanız eğer… Post travmatik depresyonun en azından bir harfinden kurtulmuşsunuzdur demek. Üstüne bir de Tanıl Bora’nın Birikim’deki ‘nezaket’ başlıklı yazısını kaydedin… Nezaketin çekirdeğinin sabır; nezaketin bütün ‘inadına’lardan daha çetin bir inadın konusu olduğunu okuyun ki… Sabrımızın sınanacağı daha çoooook uzun günlerde, ‘yeterince nobranın’ bulunduğu bu yeryüzünde heybenizin bir köşeceğinde bulunsun. Deyip parantezi kapatırım…