GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
10 Mayıs 2016 Salı

Alzheimer olur muyum?

Bazen “bi hap içsem ‘unutma hapı’ olsa adı, unutsam her şeyi” diye düşünmüş olabilirsiniz benim gibi. Ya da istenmeyen lekeleri/tüyleri/kırışıklıkları cırt diye silip atan teknolojinin niye zihninizdeki lekeleri de temizleyemediğini… Geçici olarak inanmayı becerebileceğiniz şifacı yalanlardan bıkıp topyekün bir temizliğe hasret çekiyor olabilirsiniz. Yani unutmak istediğiniz ne varsa unutmaya…

Bunları düşünen/yazan bana ‘Alzheimer verelim size biraz o zaman’ deseler?

“Unutmak mı istiyorsun, hafızanda köklü bir temizliğe mi hasret çekiyorsun, beynini faşur fuşur deterjanlarla temizlemek, domestosla cifle ovalamak mı geçiyor içinden? Yüzünde hep bir melaike tebessümüyle dolaşmak? Bilmezden gelmek gibi kadim bir ayakta kalma yöntemi değil, bildiğiniz pırıl pırıl zihin temizliği” diye sorsalar… Alır mıydım? Ya da siz… Alır mıydınız?

‘Havada/karada kapardım’ diyecek halim yok. Her ne kadar unutmaya teşne olsam da, ruhumu/zihnimi korumak için ‘ne olur tanrım, bana biraz unutma bahşet’ dediğim anlarım arada bir depreşse de tümden unutmayı…

Ne geçmişin ne geleceğin olduğu boş bir zihni isteyecek değilim elbet.

Sabahları uyandığımızda yeni doğmuş bir bebek gibi hayata sıfırdan başlamak…

Arada bir anahtarları kaybetmek, alınacaklar listesinin en acil ihtiyaç maddesini atlamak, kocanın telefonunu, hatta kendi telefon numaranı bir türlü hatırlayamamak, o gün hangi günde olduğunu düşünerek bulmak, cüzdanındaki eksik parayı nereye harcadığını bir türlü hesaplayamamak… Oğlanın gömleğini babanın gardırobuna, babanın çoraplarını oğlanın çekmecelerine becayiş etmek, elindeki bardağı nereye koyacağını bilememek ya da bir gün kendini çaydanlığı buzdolabına yerleştirmeye çalışırken bulmak değil bu…

Bu, insanların isimlerini, kim olduklarını, ne iş yaptıklarını sık sık unutmak, sonra hiç hatırlamamak, aynı soruları tekrar tekrar sormak demek.

Nasıl giyineceğini bilememek, kış gününde sandaletlerle, yaz gününde bereyle kaşkolla sokağa çıkmak demek.

Zamanı ve mekanları karıştırmak, en basit hesapları yapamamak, rakamların ne işe yaradığını bile unutmak, her gün geçilen sokaklarda kaybolmak, evinin nerede olduğunu, hatta bir evin olduğu gerçeğini bile unutmak demek.

Basit kelimeleri bile bulamamak ya da hiç alakasız kelimelerin ağızdan çıkması demek.

Bir gün… Damadın eve gelen kötü niyetli tamirciye, gelinin kızına, kızının kocanın nişanlına, kocanın bir yabancıya, karının gündelikçiye dönüşmesi… En yakınların en olmadık kılıklarda/suretlerde sana görünmesi, öyle zannetmen demek. Bütün bildik sesleri/kokuları/tatları silen o karanlık fantezi dünyanda, en sevdiklerini kaybetmek… 

Acıktığını, susadığını, tuvaletinin geldiğini bilmemek, önce yemeği içmeyi, sonrasında konuşmayı unutmak demek… Son aşamalarda da nefes almayı…

 

Çok ama çok fena. Fena ötesi, berbat bir durum, korkunç bir hastalık.

Düşünsenize, kendi hayatınızın başrolünde oynadığınız filmi, figüran olarak dahi bitirememek. En basit ihtiyaçlarınız için dahi birinin/birilerinin yardımına muhtaç olmak. En fenası o muhtaç olduğunuz insanları kızını/oğlunu/kocanı/arkadaşını tanıyamamak. Fena olan, feci olan sadece kendi düştüğünüz durum da değil, daha fenası size bakmaya, sizi yaşatmaya çalışan insanların içinde oldukları durum. Onları tanıyamadığınız için, size fiziksel olarak yetmeye çalışmaları zaten zor değilmiş gibi bir de ruhsal olarak her dakika kalplerine… Elinizde olmadan çivi çakmak, azap vermek…

Bilincinde olmasanız da sürünerek ve süründürerek ölmek!

Yolun yarısını çoktan geçmiş biri olarak ölümü kabullensem de işte bu durumu kabullenmem zor, hatta imkansız.

Hem çocuklarıma ağır yük olma fikri, hem de üstelik onları bile tanıyamaz hale gelmek, dehşet verici!

Zihnimin bir yerlerinde hep var olan, unutkanlıklarımda su yüzüne fırlayan ‘acaba Alzheimer olur muyum’ sorusuna bir yanıt alabileceğimi, böyle bir imkan olduğunu öğrendiğim gün, hiç tereddütsüz o projenin gönüllülerinden olmak için başvurdum bu yüzden. Kısa adı SoCAT olan Alzheimer Projesine.

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı, Radyoloji Anabilim Dalı, Uluslar arası Bilgisayar Entitüsü, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Sinirbilim Anabilim Dalı, Psikoloji Bölümü ve Matematik Bölümünden kişiler ve Mercer Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri ve Davranış Bilimleri Bölümü ile işbirliği içerisinde çalışan multidisipliner araştırma grubuna kendimi teslim ettim, ‘Alzheimer olacak mıyım, olmayacak mıyım’ araştırmasının, erken teşhis çalışmasının bir parçası oldum.

Önce fiziksel ve psikolojik testlerden geçtim. Unutkanlığa yol açan fiziksel ve psikolojik hastalıkları taşıyıp taşımadığıma bakıldı.

Ardından farklı bir MR çekimi yapıldı ve testlerle birlikte fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme MR çekimi, uzmanlarca değerlendirildi.

Sonuçta Alzheimer riski taşıyıp taşımadığım, kısa bir süre önce yüzüme söylendi.

Bu ‘kişisel’ tabloyu/sonucu da paylaşacağım ama öncesinde…

TÜBİTAK tarafından desteklenen, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından yürütülen, gönüllü olarak belirlendiğinizde sizden hiçbir ücretin talep edilmediği SoCAT Alzheimer Projesini size kapsamlı olarak tanıtmak amacıyla, geniş bir söyleşi hazırladım. Hastalığın tanımından/seyrinden, bu proje ile ne hedeflendiğine ve kimlerin bu projede nasıl gönüllü olabileceğine dair merak ettiğiniz/edebileceğiniz her şeyi sordum.

Bu noktada…

Çevremde “Alzheimer olacağımı öğrenmek kime ne fayda getirir ki? Eğer olacaksam bilmemek daha iyi” diyenler de oldu.

“Alzheimer olup olmayacağımı bilmek isterim, hayatımı ona göre düzenlerim” diyenler de…

Ben ikinci gruptanım. Siz hangi gruba dahilsiniz bilemem, belki bu dizi ‘safınızı seçmenize’ yardımcı olur en azından.

‘Az sonra’ değil, ‘yarın’ Egedesonsöz’de. Beklerim…