GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
14 Nisan 2016 Perşembe

Osman Kibar’dan Osman Kibar’a…

Mesleğe adım attığımda İzmir’in Belediye Başkanı Cahit Günay’dı. Kente Eshot Genel Müdürü olarak 30 yıl hizmet veren, 12 Eylül darbesinden sonra asker tarafından belediye başkanlığı koltuğuna oturtulan Günay, yine asker isteğiyle istifa etmişti.  Belediye Sarayı'nın Güney Deniz Saha Komutanı ile Merkez Komutanı'nın, Komutanlık binası olarak kullanma isteklerine karşı çıkarak bir hafta sonu gizlice belediyeyi Konak'taki Belediye Sarayı'na taşıdığı gerekçesiyle askerle arası bozulmuş, sonrasında istifa ve emeklilik gelmişti.

Ne rahmetli Günay’a, ne ondan sonra yine asker tarafından İzmir Belediye Başkanlığı görevine getirilen ve 11 ay 11 gün görev yapan Ceyhan Demir’e ait zihnimde hiçbir anekdot bulunmaması, meslekte henüz gözü açılmamış bir çömez olmamla ilgilidir sanırım.

Mesleki anlamda belediye başkanlığı makamıyla tanışmam, 12 Eylül darbesinden sonra yapılan ilk yerel seçimlerdeydi. Türkiye genelinde yıldızı parlayan ANAP’tı ve İzmir’de de ipi göğüsleyen Burhan Özfatura olmuştu.

Günay ve Demir’le ilgili anılarımda hiç yer olmasının benim mesleki çömezliğimin yanı sıra darbe döneminde kısa süreli başkanlık yapmaları ve gazetede isimlerinin pek de geçmemesi ile de ilgisi olduğunu düşünüyorum. Hem Osman Kibar, hem İhsan Alyanak adının, onlarla ilgili gazeteci-başkan anılarının çoğu zaman kahkahalar eşliğinde çok sık anlatıldığını anımsayarak… Kibar seçildiğinde çocuktum, Alyanak’ta ise ergen genç; ama mesleğin güzelliğine bakın ki, onunla çalışmış muhabirlerden/yazarlardan, birbirinden renkli, esprili pek çok anıyı dinleme şansına sahip olmuştum. Canlı tarih!

Anlatılanlar arasında anlatılamayacak ‘yakası açılmayacak’lar da vardı, seçim yarışında ikisi de birbirinden renkli iki adayın polemikleri çerçevesinde o dönemde bir gazeteciyi fazlasıyla mutlu edecek nitelikte mesleki doyum, heyecan da… Şimdiki seçimlere pek de benzemeyen özellikte yani.

1963-73 yılları arasında iki dönem üst üste belediye başkanlığı yapan Osman Kibar’ın seçimleri İhsan Alyanak’a kaptırmasından sonra ‘Alyanak’a değil de Karaoğlan’a (Bülent Ecevit) yenildiğini’ söylediği… ‘Bundan sonra İzmir’in sorunlarını gelsin Karaoğlan çözsün’ diyerek şaşkınlık ve kızgınlığını ifade ettiği sır değil zaten. Keza, seçimi kaybettiğinin ertesinde “Karaoğlan belediye başkanlığına oturdu” ve “Ben artık oduncu Osman’ım… Pazar günkü tecrübe AP’nin yeni kana olan ihtiyacını ortaya koymuş bulunuyor” sözleri de…

Osman Kibar denilince benim aklıma önce, o zamanlar bölgenin en büyük gazetesi olan Yeni Asır’da meslek büyüklerimin anlattığı kimi fıkra tadındaki anılar gelir, gülümserim. Sonra da  İzmir’in Kordon’unun katli ve güzelim Arnavut kaldırımlarının yerini alan boz asfalt gelir, kederlenirim…  

Biliriz ki, her kent, her plan bir rant yaratır, belediye başkanları da bunun içindedir. Mesele o rantı kimlerin bölüştüğüdür.  O ranttan kamu hiçbir şey almazsa, tam tersine o rant kamunun kıt kaynaklarını, yolunu, alt yapısını, havasını, çevresini kemirirse… Sadece ‘birileri’ne rant yaratılmışsa… Sıkıntı ‘çoğunluk’ için orada başlar.  Osman Kibar’ın ‘birileri’ için yarattığı rant da maalesef kamu yararına olmamıştı. ‘Efsane’ olarak ananları hala varsa da, pek çok ‘beyaz Türk’ bile onun Kordon’la yolunu açtığı (arkası gelen) apartmanların, bu kente verilen en büyük zararlardan biri olduğunu kabul ediyor günümüzde.. Kent estetiği, mimarisi için kötü bir iz,  İzmir’in farklı biçimde büyüyüp gelişmesi yolunda kötü bir engel oluşturduğunu, eski İzmir’in neredeyse birebir kopyası olan Selanik’i, oranın Kordon’unu, gitmese bile fotoğraflarını gördükten sonra… Eskiyi korumanın ne kadar önemli bir değer, bir artı olduğunu fark edip ‘ah’ çekmemek ne mümkün…

Tarih, böyle bir şey işte… Güzelim yalıların yerini çirkinlik abidesi apartmanlar alırken, Arnavut kaldırımları sökülüp yollar asfaltlanırken, ‘imbat’a set çekilirken; bunu ‘modernleşme/çağdaşlaşma’ olarak lanse etmek sökmüyor tarihe. Tarihi sonraki nesiller söylüyor/yazıyor. Ve şimdi rahmetli Osman Kibar için o tarih, ‘İzmir’in tarihi değerlerini, kültürünü yok etmişti ve bu yok oluştan sadece birileri var olmuştu’ diye bahsediyor… Günümüzdeki rant uğruna yapılan ‘çağdaşlaşma’ diye kakalanan kentsel tahribatların/katliamların, ileriki yıllarda, gerçekte ne olduğunun yazılacağı gibi…

“Geçmişi yalnızca ondan bir şey inşa edecekseniz anmalısınız” demiş eski ustalardan biri. Genel olarak kendi payıma bunu yapmaya çalışsam da bu hafıza tazelemeye dönüşen yazının müsebbibi, torun Osman Kibar’la ilgili haber.

Merhum Osman Kibar’ın iki çocuğundan biri, Seli Kibar’ın oğlu olan ve dedesinin adını taşıyan 45 yaşındaki Osman Kibar’ın Amerikan iş dergisi Forbes’e kapak olan haberi, beni geçmişe taşırken… Siz muhtemelen “Bu adam yaşlandırmayı durdurabilir mi?” başlıklı haberlerini okuyorSan Diego merkezli 12 milyar dolar değerindeki biyoteknoloji şirketi Samumed’in kurucusu ve CEO’su torun Kibar’ın dudak uçuklatan servetini, pokerin yanı sıra işteki para kazanma başarısını konuşuyor, sosyal alemlerde paylaşıyordunuz…

Yüksek lisans ve doktorasını Biophotonics ve Optoelectronics alanlarında University of California, San Diego'da; öncesinde ise Caltech Üniversitesinde Elektronik Mühendisiliği, Ponomo Kolejinde Matematik Ekonomisi üzerine lisans eğitimi almış torun Osman Kibar’ın İzmir’e en son iki yıl önce babası Seli Kibar’ın cenazesi nedeniyle geldiği bilgisini de paylaştıktan sonra… Yıllar önce dinlediğim, sonrasında da okuduğum dede Osman Kibar’ın bir gazetecilik anısıyla bitireyim derim bu uzun anı tazeleme yazısını.

Necat Yada, 1960'lı yıllarda Yeni Asır'da belediye ve vilayet muhabiridir. Osman Kibar, İzmir'in tüm yollarını asfaltlama seferberliğine girişmiştir. Yada, o sırada asfalt döken işçilerin yanındadır. Yoldan geçen iki kadından birisi, çorabına asfalt sıçrayınca işçilere söylenir: "Ayıp ayıp bu yaptığınız! Asfaltı döküyorsunuz ama sağınıza solunuza hiç bakmıyorsunuz. Bak çoraplarım perişan oldu. Bir de Belediye Başkanınızın soyadı Kibar. Neresi kibar bunun? Asfalt döküyor!"

Necat Yada, yakından tanığı olduğu haberi ertesi gün Yeni Asır'da, "Kibardı, asfalt oldu!" başlığıyla okura duyurur. Osman Kibar habere çok bozulmuştur. Yada'nın tazminatının verilerek işten atılması gündeme gelir. Öğleden sonra Yada'nın eline bir miktar para verilir ama bu para ikramiye niyetinedir. Haberi okuyan bakanlardan biri hemen telefona sarılmış, kendisine bir türlü ulaşamayan Osman Kibar'a, "asfaltçığım!" diye hitap etmiştir. Ulaşamadığı bakanla dostane konuşma olanağını bulan Osman Kibar bir anda yumuşadığından Necat Yada'nın işten atılma tazminatı bir anda ikramiyeye dönüşmüştür. (Bir başka ifadeyle, işten attırmaktan vazgeçmiş, ödüllendirilmesini sağlamıştır)

Gördüğünüz gibi, 60’lı yıllarda da ‘muktedirlerin hoşuna gitmeyen’ gazetecilerin kaderi, günümüzdekine çok benzermiş: Ödül ve de ceza!

Tekerrür, bu ülkede kader olmuş, yanında  ‘hapis’lik bonusuyla…