GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
7 Mart 2012 Çarşamba

Onları hiç anlamıyoruz ama…

Bir erkek bir kadını, kadın ne kadarına izin verirse o kadar anlar. Elbet de o erkeğin anlamaya niyeti varsa…
 
Bu sözlerim, kadınları eksik yaratıklar olarak bilen erkekler tarafından, hiç kuşku yok aptalca bir ön yargı olarak algılanacak. O erkeklere bu yazıyı okumamalarını tavsiye ediyorum. Durduk yerde gerilim olmasın…
 
Erkeklerin sıkça söylediği bir söz vardır: “Ne onlarla ne onlarsız olabiliyoruz.” Çaresizce söylenmiş bu sözlerin daha ziyade erkeğe ait olmasının nedeni onun naifliği ile açıklanabilir. “Ne onunla ne onsuz!” der ve her iki durumu da yaşar.
 
Hayatın bilgisinin bütünlük içinde kavranması, dişi ve erkek olanın bütünlüğü içinde mümkün. Kadının ve erkeğin hayata dair algıları aynı değil. Birbirini bütünlemesi gereken bu aynı türün iki farklı cinsi, aynı zamanda birbirini dışlayabiliyor. Bu paradoks sanki tanrısal bir şaka…
Çatışmalı halleri kadını ve erkeği birbirine bir yakınlaştırıyor bir uzaklaştırıyor. Ve bu çatışma hayatı üretiyor.
 
Tanrı yok iken Tanrıça vardı. Mitolojik söylencelere bakılırsa, Khaos’tan Gaia doğar. Gaia “Toprak”tır. Yani, Toprak Ana. Bütün tanrıların anası. Reia veya Anadolu’daki adıyla Kybele, Zeus’tan önce gelen tanrıçadır.
“Ve Tanrı kadını yarattı…” Tanrıçadan alınan erkekçe intikam olarak da anlaşılabilecek bu sözler aslında erkeğin iktidarını ilan ettiği anı gösterir. Yaşadığımız topraklar üzerinde bu değişim Zeus ile simgelenir. Değişim tam olarak kadının erkeğe boyun eğiş sürecini anlatır.
 
Son on bin yıl içinde mülkiyet toplumlarının ortaya çıkışıyla birlikte insanlık muktedirlerin kurduğu iktidar önünde diz çöktü; kadınlar ise iki kere diz çöktü. Kadınlığın teslim alınışının ardından bütün insanlığın diz çöktürülmesi mümkün oldu. Mülkiyet, iktidar ve savaşlar kadınların marifeti değil. Kadın ve erkek birlikte başlatmış da değil. Dünyanın bu kötü hali ve böylesine adaletsiz yönetilmesi, doğrudan erkeklerin yeryüzünü ve gökyüzünü yönetme hevesinden kaynaklanmıştır.
Kadını eve kapatmak, kadını örtmek, kadını iş hayatında ikinci plana itmek, kadını erkeğin altında bir yaratık olarak görme eğilimi, kadını erkeğin kaburgasından var etme söylencesi hep aynı korkunun eseridir: Kadın hissiyatı. Çünkü o hissiyat böyle acımasız ve kötü yönetilen dünya ile bağdaşmıyor. O yüzdendir ki, kadının dünya işleri ile fazla haşır neşir olması uygun değildir. Ancak kadınlığı körelmiş, erkek gibi düşünen ve davranan kadınlara yer vardır erkeklerin iktidar zümrelerinde.
 
Erkeklerin kabullenmekte zorlandığı bir gerçek var; onlar biz erkeklerden daha iyi ve daha güçlü. Kas gücü bu gerçeği değiştirmeye yetmiyor.
Üretmek, yaratmak ve yaşatmak, kadınlığın baskın özellikleridir. Yok etmek, tüketmek, savaşmak ve hükmetmek, erkeğin baskın özellikleridir.
Bu çatışan özelliklerden insanlığın hayrına bir denge oluşması için kadınlığın özgürleşmesi şarttır.
 
8 Mart Dünya Kadınlar Günü, sadece kadınlar için değil fakat aynı zamanda bütün insanlık için önemli bir gün olmalı.
8 Mart 1857 günü New York’ta 40 000 dokuma işçisinin daha iyi çalışma koşullarına kavuşmak için başlattığı greve polisin saldırması sonucu meydana gelen olaylarda can veren çoğu kadın 129 işçinin ruhu şad olsun!