GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Gönül Soyoğul
YAZARLAR
15 Şubat 2010 Pazartesi

Gazeteciler: Entelektüel fahişeler’…

’“Benim için gazeteci olarak 12 Eylül ve bugün.
Başka gazeteciler için başka tarihler, başka dönemler var.’¶
Biz gazeteciler farklı örnekler yaşıyoruz.
Anadolu'da basına çeşitli baskılar var. Merkez kaç kuvveti haldır güldür işliyor.
Tayyip Erdoğan sık sık dile getiriyor:
’“2002'de, biz iktidara gelmeden önce böyle serbestçe yazıp çiziyor muydunuz?’”
Ben 1950'li yıllarda çocuk yaştayım.
1950-60 arasında basına uygulanan baskıyı kitaplardan biliyorum. 12 Eylül darbesini Ankara'da Cumhuriyet Temsilcisi olarak yaşıyorum.
Bu sözü o kadar çok tekrarlıyor ki, Erdoğan'a yanıt artık vacip oldu:
’“Siz iktidara gelmeden önce serbestçe yazıp çiziyorduk. Bir kısıtlama filan yoktu. Evet, yazamadığımız dönem oldu, 12 Eylül askeri darbe dönemi. Şimdi sizin döneminizde kısıtlamalar yaşıyoruz, istediklerimizi, asla hakaret etmeden, sadece eleştiri çerçevesinde, ya-za-mı-yo-ruz’”.
Yazınca, nelerin yaşandığını toplum ibretle izliyor.
Tarihe not düşmek istiyorum, evet yazamıyoruz.’”
* * *
Hürriyet yazarı Yalçın Doğan’’ın geçen gün köşesinde ’“tarihe not düşmek’” adına dile getirdiği ’“Asıl şimdi yazamıyoruz’” başlıklı yazısıdır bu.
 ’“Sivil darbe’” benzetmelerini dile getiren yazarları, köşe oldukları köşelerinden çemkirerek reddeden ve iktidarı eleştiren gazetecileri ’“gerçekleri görmeye’” davet eden yazarlar, Yalçın Doğan’’ın bu yazısını okudu mu; okudularsa ne düşündü bilmiyorum ama benim içim burkuldu.
Bildiğim bir gerçeği yılların gazetecinin köşesinden okumak, canımı bir kez daha sıktı; gelecekle ilgili endişelerimi tazelemekle kalmayıp ikiye de katladı’…
 
Kalbinden ve aklından geçenleri yazanların başına gelenleri de, Av. Fikret İlkiz’’in ’“Medya özgürlüğüne saygı’” başlıklı yazısından okuyabilirsiniz.
Ve Doğan ile İlkiz’’in bu yazılarından sonra, şunu sorabilirsiniz elbet:
’“Özgür basın dünyanın neresinde var?’”
Bu soruya yanıt vermeden önce, 1829-1901 yılları arasında yaşamış, İskoç kökenli bir Amerikalı gazeteci, John Swinton’’la ilgili bir bilgiyi aktarayım isterseniz size:
 
Gazetesinin bir Yahudi sermayedar tarafından satın alınmasından sonra düzenlenen toplantıda; davetli gazeteciler, ’‘basının onuruna’’ kadeh kaldırmak üzere sıkı bir solcu olan New York Times Gazetesi Editörü Swinton'u, kürsüye çağırıyorlar.
Swinton elinde kadehiyle kürsüye çıkıyor ve o dönemin basın dünyasının gerçek yüzünü izleyenlere bir tokat gibi açıklıyor...
"Dünya tarihinin şu anına dek, Amerika'da "Özgür, bağımsız basın" diye bir şey olmamıştır. Bunu siz de biliyorsunuz, ben de..." diye başlıyor sözlerine...
"Hiçbiriniz düşündüklerinizi olduğu gibi yazmaya cesaret edemezsiniz.
Bunu yapmaya kalktığınızda, yazdıklarınızın önceden basılmayacağını bilirsiniz çünkü.
Çalıştığım gazete bana ’‘düşüncelerimi özgürce yazmam için’’ değil, tersine ’‘yazmamam için’’ haftalık bir ücret ödüyor.
İçinizde benzer biçimde, benzer ücret alan başkaları da vardır.
Düşüncelerini açıkça yazacak kadar salak olan herhangi biri, sokakta başka bir iş arıyor olacaktır.
Gazetemin herhangi bir sayısında düşüncelerimi apaçık yazmaya izin verseydim, 24 saat dolmadan işimden olurdum.
Gazetecilerin işi; ’‘gerçeği yok etmek, düpedüz yalan söylemek, saptırmak, kötülemek, servet sahiplerine dalkavukluk etmek, kendi gündelik ekmeği uğruna yurdunu ve soyunu satmaktır.’’
Bunu siz de biliyorsunuz, ben de...
Öyleyse şimdi burada, bağımsız özgür basının şerefine kadeh kaldırmak saçmalığı da nereden çıktı?
Bizler, sahnenin arkasındaki zengin adamların oyuncakları, kullarıyız.
Bizler ipleri çekilince zıplayan oyuncak kuklalarız...
Onlar ipleri çekiyorlar ve biz dans ediyoruz.
Yeteneklerimiz, olanaklarımız ve yaşamlarımız, hepsi başkalarının malı.
Bizler entelektüel fahişeleriz."
 
Bu konuşma tam bir bomba etkisi yaratır. Swinton toplantıyı şaşkın bakışlar arasında terk eder.
Tahmin edebileceğiniz gibi, John Swinton'un sözleri meslektaşlarını derinden öfkelendirirken, Amerikan toplumunda hakimiyeti eline geçiren "çeteler"in kimler olduklarına dair bilgileri cansiperane bir gayretle iletmeye çalışan Swinton’’un ödülü, ’“kahraman’” ilan edilmek değil, ’“aforoz’” edilmek olur.
Gazeteden istifa ettikten sonra, kimseden para almaksızın "John Swinton's paper" adında tek yapraklı bir "gazete" çıkararak gazeteciliğini sürdürmeye çalışır..
 
Günümüzle bu kadar benzerlik kuran, muhtemelen gelecekte de ’“klasik’” olmayı sürdürecek bu yaşanmış olayı; bir zamanlar çalıştığı bir gazete ile yolları ’“AKP karşıtı yazılar yazmaması istendiği için’” ayrılan sevgili Ümit’’e (Yaldız) anlattım yazıya dökmeden önce.
Tepkisi, ’“Ne yani, yüz yıl önce de gazeteciler, entelektüel fahişeler miymiş?’” diye sormak oldu!
 
Bu sorunun yanıtını, kendisine ’“gazeteciyim’” diyen herkes kadar; ’“gazete okurları’” da vermeli bence.
Yerlerde sürünen gazete tirajlarına, yüz yıllık gazetelerin hallerine bakınca, ’“okur cevabını çoktan vermiş aslında ama anlayan kim’” diye düşünmeden de edemiyorum gerçi’…