GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
8 Aralık 2011 Perşembe

Eğilimler koalisyonu çatlıyor mu?

Gündemimiz belli. Ulusalda şike skandalının boyutları, yerelde Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik operasyon, kapımızı tıklatan deprem ve yine Büyükşehir’in körfeze alacağı gemilerin henüz yapılmayan ihalesi…
Futbolu sarsan şike skandalı siyasetin zirvesini de salladı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, uzun süredir manidar mesajlarla ayrışma sinyalleri verdiği Erdoğan hükümetinin bir yasasını 4,5 yıl sonra ilk kez veto etti. Meclisteki tüm partilerin üzerinde ittifak ettiği şike yasasının veto edilmesi başta AK Parti teşkilatları olmak üzere kamuoyunda kısa süreli şok yaşatmasına karşın bir sürü soru işaretini de beraberinde getirdi.
Özellikle de 4,5 yıldır her yasayı, kararnameyi jet hızıyla onaylayıp, içinden çıktığı Erdoğan kabinesinin bir dediğini iki etmeyen hatta bu nedenle muhalefet partileri tarafından ‘Çankaya Noteri’ olarak tanımlanan Gül’ün son hamlesinin altında herkes başka bir şey aradı.
Küçük bir azınlık dışında herkes bu işin içinde bir bit yeniği olduğu konusunda hemfikir…  Hatta bazı çevrelere göre Erdoğan ile Gül arasındaki köprüler tamamen atıldı.
Süreci başından itibaren bizler kadar yakından takip edenler için öyle şok edecek kadar sürpriz bir durum değildi yaşananlar. Kapalı kapılar ardında yıllardır süregelen mücadelenin dışavurumundan başka hiçbir şey yoktu hatta.  
Birinci Dünya Savaşı’nın gerçek nedeni,
AK Parti’nin bir eğilimler ittifakı olduğu bilinen yıllardır yazdığımız, söylediğimiz bir gerçekti her şeyden önce. İçinde milli görüşçüsünden solcusuna, merkez sağcısından, MHP’lisine, tarikatçısına kadar Türkiye mozaiğinin birleşimi…
Başbakan Erdoğan’ın yakaladığı karizmatik liderlik çimentosu altında birleşen bu eğilimler ittifakı elbet ilelebet sürmeyecekti. Zaten sürmeyeceğinin de ilk belirtisidir şike yasanının vetosuyla ortaya çıkan tablo.
Sıkıntılar var, sancılar var çünkü… En başta da pek çok ağır abi için yolun sonu… Yani parti tüzüğüne göre aday olamayacaklar listesi kabarık ve de ağır.
Ama büyük sancının gerçek nedeni bu da değil…
En büyük sancı nedir biliyor musunuz? Ortada bir siyasal tehdidin olmaması…
Yani muhalefetin zayıflığı… Kılıçdaroğlu yakaladığı tarihi fırsatları parti içi iktidar hevesiyle yok etti. CHP umut olmaktan çıkmakla kalmadı, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.
MHP deseniz evlere şenlik. Seçim sürecindeki skandalların yaralarını kongre sürecinde sarmaya çalışsa da beklenen değişim ve dönüşümü bir türlü yakalayabilmiş değil.
BDP’yi hiç saymıyorum. Etnik tabanlı bölge partisi hatta Kandil uzantılı bölücü tehdit olmaktan öte zerre kadar yol kat edemedi.
Hal böyle iken meydan tek başına AK Parti’ye kaldı. Ne acıdır ki bugün bürokraside verilen savaş bile bu tabloyu destekliyor. Eskiden MHP’li-CHP’li, sağcı/solcu isimlerin koltuk kavgasına sahne olurdu bürokrasi… Bugünkü kavganın adı tarikat, cemaat!
Hangi bakanlıkta hangi tarikatın/cemaatin adamları yuvalanacak, yapılanacak.
Fethullah Gülen HSYK’ya kaç kişi sokacak, Nakşiler sağlık bakanlığında nereleri kapacak?  Mesele bu…
Meydan tek başına AK Partiye kalınca tablo da böyle oluyor ne yazık ki!
Ama bunun baş sorumlusu muhalefet partileridir. Üçüncü döneminde yüzde 50 ile iktidara gelen ve rakiplerinin toplamından fazla oy alan AK Parti’ye karşılık muhalefetin cılızlığı demokrasimizi topal bırakıyor. Ama ne yaparsınız ki demokraside çekişme, rekabet birinci unsundur. İktidar partisinin karşısında güç olmadığı için bu rekabet parti içinde verilmeye başlandı bugünlerde. Mesele bana göre bu kadar basit.
Dedik ya AK Parti bir eğilimler koalisyonudur diye…
AK Parti içinde ‘Gül ekibi’ diye adlandırılan bir yapılanmanın olduğunu herkes biliyordu. Sadece Gül ekibi mi?
Başlangıçta yani 2001’de ekip sayısı daha da fazlaydı.
Bülent Arınç’la hareket eden Milli Görüşçüler…
Abdulkadir Aksu ile hareket eden Doğu/Güneydoğulular…
Abdullah Gül ile birlikte yürüyen Sakaryalılar…
Fethullah Gülenciler…
Merkez sağcılar, MHP’li Ak kurtlar…
Ve Erdoğan ile hareket eden İstanbullular ve Karadenizliler…
Başbakan Erdoğan’ın Özal’ın yolundan giderek Türkiye’yi kucaklayan bir vitrin kurma fikri, siyasal/ekonomik konjonktürün de yardımıyla tutmuştu.
İlk beş yılında başta Köşk olmak üzere, TSK, YÖK gibi devlet kurumlarıyla, medya kurumlarıyla mücadele eden, CHP’nin da Baykal’la direndiği AK Parti süreç içinde büyük savaşın mevzilerini tek tek düşürdü. Erdoğan’ın ‘Çıraklık dönemim’ diye adlandırdığı dönemde dış tehdidin varlığı AK Parti’nin eğilimler koalisyonunu tek vücut yapmaya yetti.  
İkinci dönem iktidarında da başka Yüksek Yargı ve medya olmak üzere çeşitli direnç noktalarıyla mücadele eden Başbakan Erdoğan ve arkadaşları üçüncü dönemlerine girerken kendileri açısından ülkeyi tam anlamıyla dikensiz gül bahçesine çevirmeyi başarmışlardı.
Konjonktür yardım etmiş, TSK’nın sanal muhtırası ters tepmiş, kapatma davasından kıl payı yırtılmış, ekonomik kriz teğet geçmiş, siyasi muhalefet bir türlü halka umut olamamış ve sonuçta AK Parti yüzde 50 gibi önemli bir oranla üçüncü kez tek başına iktidara kurulmuştu.
Türkiye dikensiz bir gül bahçesi olmuştu olmasına da siyasetin ruhundaki mücadele ve insanın ruhundaki enaniyet, nefis denen şey kendini er ya da geç gösterecekti.
Başbakan Erdoğan akıllı bir siyasetçi…
Bir yandan 2001’de kurduğu vitrini korurken öbür yandan parti içi ekipleri de yavaş yavaş temizliyor, ekip şeflerinin altını tek tek boşaltıyordu.
2007 genel seçimlerinde Abdullah Gül dışındaki tüm ekipleri tıraşladı. Bir kısmı özellikle de tarihe gömülen merkez sağ uzantılı olanlar zaten asimile olmuştu. 2003’deki Irak Tezkeresi’nin reddedilmesinden mesul tutulan Milli Görüşçüler ve Abdulkadir Aksu yapısında ciddi bir kıyım yapıldı.
Bugün ‘Tayyip Erdoğan’a bile biat etmedim’ diyen Arınç’ın o günlerde ‘Gerekirse 60-70 kişi ile giderim’ dediği iddia ediliyordu mesela… 2007 sonrasında Arınç’ın parti içinde ‘ekibim’ diyebileceği kişi sayısı 6-7’ye düşüyordu. Hatta aynı Arınç, çok direnmesine karşın son seçimde Bursa’ya sürülmekten de kurtulamıyordu.
Partiye 2007’deki krizde askeri muhtıra sonrası dahil olan ve Ertuğrul Günay’ın başını çektiği sol, sosyal demokrat yapı, CHP’deki ‘klik’ alışkanlıklarını AK Parti’ye taşıyamadıkları için Erdoğan’ın 2007 sonrasında tasfiye edeceği tek bir ekip kalıyordu.
Abdullah Gül ekibi… Kayserili Gül’ün ekibine yönelik operasyon da son seçimde yapıldı. 12 Haziran 2011’de eniştesi İzmir Milletvekili Mehmet Tekelioğlu ve birkaç kişi hariç ciddi bir tasfiyeyle karşılaşmaktan kurtulamadı bu ekip.
Hatta Gül’e yakın siyaset yapan İçişleri Bakanı Atalay, görünüşte Başbakan Yardımcısı yapılmış olsa da İçişleri Bakanlığı gibi önemli bir koltuktan alınıyordu.
*
Kim ne derse desin Başbakan Erdoğan yetenekli bir siyaset adamı… Bir taraftan ülkeyi, bir yandan partisini hatta çoğu zaman rakip partileri bile dizayn edebilme, yönetebilme yeteneği var. Kendisine yakın medya üzerinden rakip partilerin iç meselelerini sürekli kaşıttıran Başbakan, merkez sağın dirilmemesi için DP düzeyinde, Milli Görüş’ün uyanmaması için de Saadet Partisi’ndeki iç operasyonların göbeğindeydi.
Ama Erdoğan için asıl kırılma noktası 2010 referandumuydu…
 
YARIN: Referandum sürecinde geç gelen Pensilvanya desteği… 
AK Parti’de artık açığa çıkan çatlak nereye kadar?