GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
24 Aralık 2013 Salı

Büyük Rüşvet’in olası (siyasi) sonuçları!

Parantezi özellikle açtım. Çünkü operasyonun siyasi yönünün olduğu su götürmez bir gerçek.
Karşı karşıya kaldığımız olayın siyasi ve de adli olmak üzere iki boyutu olduğunu söylemezsek meseleye eksik ya da yanlış bir perspektiften bakmış oluruz.
Adli yön malum…
Yatak odasından çıkan para kasaları, dolar/euro dolu papuç kutuları…
Tapeler, fotoğraflar, maddi deliller. Karartılmak, mümkünse kapatılmak, sümenaltı edilmek istense de olayın adli yönü vahim… 4 bakan, 1 başkan, 1 genel müdür… Henüz 29’unda bir kara para milyarderi, altın kaçakçısı… Özel kalemler, genel başkan yardımcısının yeğeni vs.
Nereden bakarsan bak… Tarihi bir skandal…
Hükümetin tavrı açık…
—Bu bir uluslar arası komplodur. Cemaat+ABD+İsrail: Dış güçler...
Emniyette taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakılmadı.
Emniyette başlayan ‘Cadı avı’ devletin diğer kurumlarına da sirayet ediyor. Cemaat bağlantılı isimler tek tek koltuklarından ediliyor.
Soruşturmayı yürüten savcıların, emniyet görevlilerinin baskı altına alındığı, Adli Kolluk Yönetmeliği gibi hukuken tartışmalı adımların atıldığı süreç başta AB olmak üzere dünya tarafından da kaygıyla izleniyor.
Meseleyi iç politikada ‘yedirmeyiz’ ezberi üzerinden konuşmaya çalışsak da olan bitenler hem vahim hem de kaygı verici…
Muhalefet de madalyona tek tarafından bakıyor.
Hırsızlık, rüşvet, yolsuzluk boyutundan… 4 bakanın kellesi isteniyor ilk etapta. AK Parti’yi en yumuşak karnından, ‘AK’ karnından vurma fırsatı bulmuşken, değerlendirmeye çalışıyorlar.
Pek çok konuda olduğu gibi burada da bölünmüş vaziyetteyiz. Tam ortadan olmasa da keskinleşen cepheler nedeniyle madalyona iki yüzünden bakma şansımız olmuyor.
Nedir bu işin ortası? Günlerdir onu anlatmaya çalışıyorum aslında.
Tabi ki ‘yolsuzluk/rüşvet iddialarını’ görmezden gelen, gelmeye çalışan, savcılara, emniyete, basına müdahale eden hükümete daha fazla tepki göstererek.
Bu meselenin elbette iki ayağı vardır. Türkiye’ye, hükümete uluslar arası operasyon ayağı elbette vardır. Olması da doğaldır.
Siz İran’ın 100 milyar euroyu bulan kara parasını tek başınıza henüz 30’una basmamış biri üzerinden aklarsanız başınıza bir şeyler gelecektir elbet. Siz Kuzey Irak’ı ‘Kürdistan’ diye tanımlayıp petrolünü tek başınıza ham yapmaya kalkarsanız elbette başınıza bazı şeyler gelir. Siz Ortadoğu’da tek başınıza dış politika belirlemeye çalışırsanız Mısır’da, Suriye’de yalnız kalır, bedelini bir biçimde ödersiniz.
—Efendim yaptıysak ülkenin hayrına yaptık. Tamam… Ama globalleşen dünyanın küçük bir köy olduğu, muhtarının da Barack Obama olduğu, her oyunun bir kuralı olduğu, herkesin bir rolü olduğunu unuttunuz, atladınız. Her kural hatasının tıpkı trafikte olduğu gibi bir bedeli vardır.
Bazen canla ödenir bu bedel bazen maddi cezasıyla atlatılır.  
Ama beni şaşırtan, üzen Sayın Başbakan’ın kurmaylarının da insan olduğunu unutması, zaaflarına yenik düşerek paraya tamah edenleri koruması, kollamasıdır.
Sayın Başbakan, külliyen inkâr seçeneği yerine olan biteni bir iç temizlik fırsatı olarak görse ve anında neşteri vurup gereğini yapsa bugün hep birlikte uluslar arası operasyon ayağını konuşuyor olabilirdik. Ama o burnundan kıl aldırmaz tavrıyla ‘Bunu bana nasıl yaparlar’ kibrinin etkisinden ne yazık ki çıkamadı.
Yüzde 50 oy almış 12 yıllık iktidar sahibi olarak olan bitenden nasıl en son benim haberim olur refleksiyle “Yakınımıza kadar sokulan, bakanları dinleyen, çocuklarını takip etme cür’etini gösterene gününü gösterme” refleksiyle savunma mekanizmaları arasında mekik dokumaya devam etti. Sayın Başbakan’ı kızdıran/öfkelendiren bunlardır.
Belki ‘bakanların yediği iddia edilen naneler’ basından önce ona ulaşsa, bir iç temizlik fırsatı verilse, zaman tanınsa bu fırsatı değerlendirebilirdi. Ama bunu feodal bir zihniyetle yapar, kabine revizyonunda görev vermez en fazla aday göstermezdi.
Adliyeye teslim edeceğine ihtimal bile vermiyorum.
Ama böyle olsaydı Türkiye gerektiğinde 3. dönemini yaşayan bir iktidara mensup bakanların bile soruşturulabildiği bir ülke olma şansını kaçırırdı. Zaten alınan önlemlerle çoktan kaçırdı diyebilirsiniz. Olsun bu kadarı bile kâfi… Yüreklere inen korku kafi…
*
Gelelim bu işin siyasi sonuçlarına…
Bana göre en büyük sonuç Cumhurbaşkanlığı seçiminde görülecektir. Zaten operasyonun uluslararası ayağının ilk amacı Erdoğan'ı köşkten uzak tutmaktır. Bunun için Erdoğan'ın yerel seçimde oy kaybetmesi ilk şart. Ve görünen o ki yaşananların ardından Erdoğan ve partisi ciddi bir oy kaybı yaşayacak. Sadece Gülen cemaatini kast ettiğim anlaşılmasın. AK Parti’nin içindeki homurtular bizim kulağımıza gelecek kadar yüksek şu anda. 
Haram, rüşvet, yolsuzluk, kara para…
Tüm bunları savunmak AK Parti tabanı için kolay değil. Gezi Parkı sürecindeki ‘faiz lobisi’ bu kez tutmuyor. Dış mihrak savunması tek taraflı ve de inandırıcı bulunmuyor.
Sayın Başbakan Gezi sürecinde olduğu gibi sıkıştığında ‘etnik bir bağ’ kurabileceği Karadeniz’e yelken açıp dolu meydan görüntüleriyle toplumsal destek arasa da o da biliyor ki ayakkabı kutusundaki milyonları açıklamak çok da kolay değil... 
Öyle ki kimi senaryolarda bu sürecin partinin çatlamasına zemin hazırlayabileceği bile konuşuluyor. “Gelenekselcilerle yenilikçiler meselesi ‘Temiz toplum-Temiz siyaset’ parantezinde patlak verebilir” diyorlar.  Yani hala siyaseten alternatifsiz görünen AK Parti alternatifini kendi içinden çıkarabilir.  
AK Parti’de bu sancılar yaşanırken CHP merkeze açılımı tamamlıyor. Yahut tam manasıyla merkez sağa oturuyor. Hatta bir dönem Erdoğan’ın kurguladığı ‘merkez parti’ imajına uygun yerel adaylar bulup MHP’den hatta AK Parti’den transferlerle ‘seçimi kazanmayı’ ne kadar istediğini ortaya koyuyor Kılıçdaroğlu. 
Ve 30 Mart yerel seçimleri giderek 1989 seçimlerini andıran bir tabloyu canlandırıyor.
İktidara ders verme, kulak çekme eğilimi hızla yayılıyor.
Hükümete  güven azalırken ufukta (yerel seçime yetişmese de) cumhurbaşkanlığı seçimine yetiştirilmesi beklenen bir erken genel seçim görülüyor.
O nedenle düne kadar 'Erdoğan'ın köşk bileti' misyonu yüklenen 30 Mart yerel seçimleri bir nevi hükümete yönelik güven problemine dönüşebilir. 
Son sürecin başka sonuçları da tartışılıyor bugün.
Her fırsatta bağlı kalınacağı belirtilen siyasette 3 dönem şartının görülen lüzum üzerine rafa kaldırılması gibi… Bu hamle ‘tecrübeli ağabeyler’ cenahında revaç görüyor. Yaşananların İzmir’e etkisine gelirsek…
AK Parti cephesinde bir ara Büyükşehir adayının bile değiştirilme ihtimalinden söz edilse de Bakan Yıldırım’ın olan bitenden sonra seçimlere daha da asılma ihtimali var.
Başbakan Erdoğan’a sıkı sıkıya bağlı olduğu bilinen Yıldırım’ın lideri Erdoğan’ı koruma refleksiyle seçimlere daha da ağırlığını koymaya hazırlandığını duyuyoruz.
Pakistan seyahatinde bile İzmir’deki seçimi düşünen, telefon trafiği ile ilçeleri kurgulamaya çalışan Yıldırım, görünen o ki atmosferi değiştirmek için tüm gücünü seferber etmeye hazır.
Kazanamayacağını bildiği halde partisinin oy çıtasını yüksekte tutma adına İzmir'e gelen/gönderilen Yıldırım’ın gayretinin sonuca ne denli yansıyacağı tartışılır. 
Yaşananların CHP’nin ekmeğine bir kat daha yağ sürdüğü de aşikâr. Kötü yönetilen ‘yolsuzluk/rüşvet’ skandalının CHP gemisinin yelkenini şişirdiği bariz… Ama tüm bu olanların AK Parti teşkilatının belirli bir kesiminde, bilhassa çekirdek kadrosunda, Bakan Yıldırım’ın kendisinde ekstra bir motivasyon yüklediği de unutulmamalı.