GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
18 Aralık 2013 Çarşamba

Büyük Rüşvet (!)

Bakan çocuklarının, belediye başkanlarının, üst düzey bürokratların ve de ünlü işadamlarının karıştığı Türk tarihinin en büyük, en derin, en sessiz operasyonuna emniyetin koyduğu isim…
Büyük rüşvet(!)
Sırf bu bile çok şeyi anlatıyor aslında...
Ama burası Türkiye!
Öküz altına buzağı yerleştirilebilen bir ülke… O nedenle karşı karşıya kaldığımız, ben dâhil geniş bir kesimi dumura uğratan bu operasyona çok yönlü bakmak lazım.
Öncelikle neye şaşırdığımı anlatayım.
Bu ülkede yolsuzluğun bakan düzeyinde yapıldığa değil tabi ki.
Beni şaşırtan içinde bakanların olduğu bir dosyanın bu ülkede işleme konulabilmesidir öncelikle... Dahası beni şaşırtan bu ülkeyi 12 yıldır tek başına yöneten Başbakan’ın operasyondan bihaber olmasıdır.
Beni şaşırtan polisin, bağlı bulunduğu içişleri bakanının oğlunu sabahın bir saatinde evinden almasıdır.
Yoksa 87 milyar avroluk kara para trafiği, banka genel müdürünün, bakan çocuklarının hatta bakanın bizatihi rüşvet alması/vermesi, tarihe eserlerin el altından satılması, tarlaların imara açılması falan değildir benim için mesele…
Çünkü tüm bunlar acı ama bilinen daha kötüsü kanıksanan gerçeklerimiz.  
Kim derse ki, “Türkiye’de rüşvet, irkitap, kayırma, partizanlık, kamu ihalelerinde fesat yoktur” yalancının önde gidenidir. Sosyologların bile yanıt bulamadığı şey Türk halkının ‘Çalıyorlar ama çalışıyorlar da’ tezidir.
Peki, ‘Büyük Rüşvet Operasyonu’nun’ dosya içeriği değilse bizi şaşırtan, nedir?
Sizi bilmem ama beni şaşırtan Tayyip Erdoğan gibi 12 yıllık ‘muktedir’ bir iktidar sahibi için tüm bu olanların sürpriz olmasıdır.
MİT’in ‘cırt’ çıkmasıdır yani…
Hakeza uğruna bir dolu riskin göze alındığı, ‘Söktürmeyiz, yedirmeyiz’ denilen Hakan Fidan’ın…  
Yüz binlerce kişinin dinlendiği, uçan kuşun kanat şıkırtısının bile duyulduğu, polisin Başbakan’ın talimatıyla ‘destanlar’ yazdığı, askerin makama topuk selamıyla girdiği, muhalefet cenahının Silivri’de, Sincan’da tutulduğu bir süreçte bunun olabilmesidir beni şaşırtan. Devlet içinde devlet, dükkân içinde dükkân buna denir işte.
Peki, dükkân içindeki dükkân kime ait…  
Yaygın kanaate göre Gülen Cemaati’ne…
Ama kimileri de cemaatin dükkânın kiracısı olduğunu söylüyor.  Yani mülkün ABD’ye ait olduğunu ifade edenlerin sayısı da az değil.
Tahliye sevincini hafta sonunda seçim bölgesi İzmir’de yaşayan Mustafa Balbay, Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ile konuşurken bir konunun altını çiziyor.
Diyor ki;
—Tahliye edilmemi herkes bir şeye bağladı. Cemaat-hükümet çatışmasından CHP’nin ABD ile girdiği ilişkilere kadar. Ama kimsenin aklına hukuk gelmedi. Yani hukuki açıdan gerçekten mağdur edilmiş olabileceğim düşünülmedi.   
*
Türkiye’yi şoke eden Büyük Rüşvet isimli operasyonu da bu kapsamda değerlendirmek mümkün…  
Medya bölünmüş durumda…
Tayyip Medyası meseleye ‘dış mihraklar’ kılıfı örmeye çalışıyor. Çalınan minare olduğu için kılıf bulmak haliyle kolay değil.
Ama yine de İsrail’den ABD’ye kadar bir dizi bilindik dış mihrak senaryosuyla ‘yedirmeyiz’ edebiyatı tutturulmaya çalışılıyor.
Tabi ki yersek…
Cemaat medyası biraz daha itidalli!
Bir yanda ‘nasıl da aldık dershanelerin, fişlemelerin intikamını’ tavrı inceden dikkat çekerken öbür yanda ‘yolsuzluk, rüşvet’ gibi günahların altı doldurulmaya çalışılıyor.
Merkez medya yahut muhalif medyada da karışık/kuruşuk onlarca yorum var. Kimi ‘Bu iş Erdoğan’ı götürür’ dili kullanırken bazıları yoğurdu üfleyerek yemeyi tercih ediyor. Sosyal medyayı hiç sormayın.
Erdoğan’a bağlılıklarını bildirenlerle hesap soranlar kıran kırana savaşıyor.
Anlayacağınız ortalık toz duman…
At iziyle it izi karışmış durumda.
*
Tıpkı Balbay’ın örneğinde olduğu gibi… Kimsenin aklına hukukun üstünlüğü gelmiyor. Yolsuzluk ve rüşvete bulaşmış üst düzey bürokratların, bakan çocuklarının hatta bakanların yürekli emniyetçiler tarafından suçüstü yapılmış, olma ihtimalini kimse konuşmuyor.

Ne acıdır ki adalet kavramı intikam ve hesaplaşma kavramının gölgesinde kalıyor.
Düğmeye kim bastı, arkasında kim var?
İsrail mi ABD mi?
Cemaat mi derin devlet mi?
Yoksa başka bir dış mihrak mı?
*
Vay be! Tarihin en büyük yolsuzluk skandalıyla karşı karşıyayız. ‘Yanlış yapan cezasını çeksin’ diyen yok. Yetimin malını götürmüşlerse haram zıkkım olsun diyen yok.
Adalet yerini bulsun diyen yok.
Neredeyse ‘Senin hırsızın benim hırsızım’ meselesine geldi konu.
*
Olmadığı gibi ‘Emniyet müdürlerinin, savcının görevden alınması’ da cabası…
Umarım sonları Deniz Feneri savcıları gibi olmaz.
Yani soruşturma açtıkları davanın sanığı olmazlar.

Nasrettin Hoca fıkrasıyla bitirelim bugünlük.
*
Hoca'nın eşeği çalınmış. Can sıkıntısı içinde durumu komşularına anlatınca her kafadan bir ses çıkmaya başlamış. Birisi:
—Hocam demiş niye ahırın kapısına iyi bir kilit takmadın sanki? Bir başkası:
—Evine hırsız giriyor da senin nasıl haberin olmuyor? diye konuşmuş. Bir diğeri de:
—Hocam demiş, kusura bakma ama eşeğin çalınmasına en büyük sebep yine sensin. Çünkü doğru dürüst bir ahırın bile yok. Nerden baksan dökülüyor.
Hoca kızmış:
—Yahu demiş, iyi güzel de kabahatin hepsi benim mi? Hırsızın hiç mi suçu yok?