GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
22 Ağustos 2011 Pazartesi

Bindik bir alamete...

Türkiye’de yaşanmakta olan her şey bana bu deyimi hatırlatıyor: “Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete.”
 
Durum tam olarak bu mudur? Umarım değildir. Ama bir gelişmelere bakıyorum, bir de siyasal iktidarın açıklamalarına ve genel tutumuna bakıyorum; tutarsızlığı görünce insan umutsuzluğa kapılıyor.
 
Türkiye gırtlağına kadar borçlu iken ve dünya üretimindeki payı binde küsur ile ifade edilirken nasıl oluyor da dünyada parlayan yıldız oluyorsa; sürekli beyinler yıkanarak herkesin bu başarı öyküsüne inanması sağlanıyor. Daha beteri, ABD ve Avrupa’da kimi çevreler bu başarı öyküsüne basında yer vererek Türkiye’yi pohpohluyor.
 
Tam da bu başarı öyküleriyle AKP iktidarının başı dönmüşken hedef gösterilen Suriye; Ve Suriye’de yaşanmakta olan iç çatışmaları Türkiye’nin iç sorunu olarak gördüğünü açıklayan Başbakan.
Suriye devlet başkanı Beşşar Esad’a Türkiye Cumhuriyeti’nin ültimatom gibi mesajlarını ileten Dışişleri Bakanı.
Türkiye ile aynı hissiyatı paylaştığını açıklayan ABD yönetimi.
 
İşte tam burada, Saddam Hüseyin’in trajik öyküsü geliyor aklıma. İran-Irak savaşının nasıl kışkırtıldığı.. Savaş bittikten sonra Saddam Hüseyin’in nasıl oyuna getirilip Irak’ın üçe bölündüğü.. Ve nihayet yeryüzündeki tek (!) zalim Saddam’ın asılışı.
İnsan, “ben bu filmi görmüştüm” duygusuna kapılıyor.
 
Komplo teorilerine pek itibar etmem. Dolayısıyla dile getirmekten de hoşlanmıyorum. Gel gör ki, Türkiye sanki büyük bir komplonun tam merkezinde. Komplo teorisinden uzak durayım derken komploya kurban gitmek de var.
 
Türkiye, birkaç hamle sonra daha net görmeye başlayacağımız bir planın içine çekiliyor. Ortadoğu’da bir rol üstlendi; bunu anlamak için fazla bir şey bilmeye gerek yok. Ancak bu rolün Türkiye’yi nerelere sürükleyeceği konusunda haklı kaygılarımız var. Ve bu kaygılarımızı haksız çıkaracak tek bir işaret bile yok.
 
“Arap Baharı” ile ortaya çıkan tablo, Ortadoğu’nun yeni bir yapılanmanın eşiğinde olduğunu gösteriyor. Ancak bu yapılanma sürecinin nasıl yönetileceği konusunda aklımız karışık. Ortadoğu’da oluşmakta olan yeni güçler dengesi ve bu dengede Türkiye’nin yeri hayli tartışmalı.
Rusya, İran, Çin, Hindistan ekseninde tutum almaktan çekinen Türkiye, ABD-Avrupa eksenine yakın duruyor. Öyle zannediyorum, Suriye kartı oynandığında, herkes Türkiye’nin elini görecek. Türkiye’nin açılan kartlarının rengini gördüğümüzde, başımıza nelerin gelebileceğini de anlamaya başlayacağız.
Tabii, olan biteni anladığımızda çoktan iş işten geçmiş de olabilir.
 
Yeniden çizilmekte olan Ortadoğu haritasının bedeli ağır olacak.
Hiç kuşku yok, çok can yanacak, çok ocak sönecek; ama demokrasi ve sosyal refah yine olmayacak, çağdaş hukuk normlarına göre yönetilen devletler yine olmayacak.
Yeni sınırlar, yeni ülkeler, yeni devletler olacak ama daha iyi bir hayatımız olmayacak.
Her şey olup bittikten sonra, Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesini içimiz yanarak hep hatırlayacağız.