GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
14 Kasım 2013 Perşembe

Vekillerin, teşkilatın rolü!

Bir dokunduk, bin ah işittik desem yeri! İzmir’de AK Partili olmak diye başlayıp ‘Gül olsaydı…’ diye devam eden serinin 3.sünü kaleme almak farz oldu. Meğer ne çok sancısı varmış AK Partili dostların? Telefon, e-posta yağmuruna tutulduk.
 
Partide üst düzey siyaset yapan bir dostum değerli bir uyarıda bulundu:
—Tamam, haklısın. Başbakan Erdoğan’ın son dönem iyice muhafazakârlaşan dili, sertleşen üslubu İzmir’de mesafe kat etmemizi zorlaştırıyor. Evet, Cumhurbaşkanı Gül’ün üslubuyla Binali Yıldırım’ın enerjisi birleşse bu dönem İzmir’i alabilirdik. Ama bu durumun tek sebebi Sayın Başbakan mı?
Sence de İzmir milletvekillerinin bu tabloda rolü yok mu?
İşte üçüncü bölümü kaleme aldıran soru buydu…
İzmir milletvekilleri… Kesinlikle kenti kucaklayan bir siyaset üretmediler. Ürettilerse de bunu Erdoğan’ın önüne koyamadılar. Genel merkezin İzmir politikasında belirleyici olamadılar. Başbakan’ı İzmir ve hassasiyetleri konusunda uyarmadılar, uyaramadılar.
Neden?
Arınç’ın ifadesiyle çoğunun ‘özgül ağırlığı’ yoktu çünkü. Varlıklarını Erdoğan’ın varlığına borçluydular. Ve de kenti algılayış biçimleri zaten yeterli değildi.
İlk iki dönemde sahne alanların büyük bölümü kentlerinden ziyade kendilerini düşündüler.
İflas noktasında olan şirketleri bugün ilk 500’lere girme başarısı (!) gösterdi.
Bir kısmı İzmir’i elinde tutmak için olanca gücüyle savaştı.
Kiminle… Tabi ki CHP ile değil. Kendi partilisiyle… Kamplaşıp, cephe cephe vuruştular.
Bu kavga bazılarının sonu oldu. Bazıları vekilliğe ara verdi. Ama teşkilatı elde tutma kavgası AK Parti’ye pahalıya mal oldu.
Ertuğrul Günay ve Ali Aşlık’ın
gazetelere yansıyan tespitlerine aynen katılıyorum.
2009 hezimeti AK Partili vekillerin ‘sen-ben’ kavgasının ürünüdür.
**
Peki, aradan geçen 5 yılda ne değişti? Esasen kat edilen mesafe bir arpa boyundan fazla değil. Bazen dönemsel farklılıklar yaşansa bile İzmir’in genel havasını, bakışını değiştirmeye yetmedi bu da.
Örneğin…
Bugün Cumhuriyet’in 90. yılı kutlamalarını Marmaray üzerinden gölgelemekle itham edilen AK Parti, bir zamanlar İzmir’de Cumhuriyet konserleri düzenlerdi.
Senfoni orkestrasıyla birlerce kişiye konser vermek herhalde başka bir teşkilata nasip olmamıştır. Ömür Kabak’ın İl Başkanlığı döneminde yardımcısı Bülent Delican’ın fikriyle ortaya çıkan bu tablo sürdürülemedi.
Hatta senfoni konserlerinden birine Fazıl Say’ı davet etmeyi düşündüğünü İzmir medyasıyla paylaşan Delican’a ‘O kadar da değil’ diyen ne yazık ki İl Başkanı Kabak olmuştu.
Üst üste iki yıl tertiplenen senfoni konserlerinde seçkin davetli topluluğuna seslenen Kabak’ın piyanist Say’a tepkisinin altında Melih Gökçek’in müdahalesinin olduğunu çok sonra öğrendik. Fazıl Say o tarihlerde henüz Ömer Hayyam’a ait rubaiyi tweetlememişti.
Ve de yargılanıp ceza almamıştı. Yani teşkilatın/tabanın Say’a tepki göstermesi için bugünkü kadar geçerli bir nedeni yoktu.
Ama ötekiydi yine de… Muhalifti.
Kızını da alıp ülkeyi terk etmekten söz ediyordu. İzmir teşkilatının ‘ötekiyle yakınlaşma’ çabası olarak kayıtlara geçen bu girişimde güzel olan
nazik davete Fazıl Say’ın teşekkür etmesiydi.

AK Partililer açısından İzmir, önyargı duvarlarıyla kaplı bir kent oldu çoğunlukla.
Ve ne teşkilat ne de teşkilatın bağrından çıkan vekiller bu duvarları aşmayı başaramadılar.
Çünkü Fazıl Say krizinde olduğu gibi meseleye dışarıdan müdahale edildi. İzmir’in dilini konuşmak şöyle dursun İzmir’e ilişkin söylemler Ankara’da, genel merkezde üretildi çoğunlukla. İstanbul yaklaşımıyla çizilen rotalar da çıkmaz sokaklara açıldı.
*
AK Parti’nin İzmir’in dilini konuştuğu, ihtiyaçlarını gözettiği tek seçim 2011’dir. Bunda da kentin merkez sağ ağırlıklı tabanının ‘bakan seven’ yanının fark edilmesi kadar İzmir’in dokusuyla örtüşen icracı bakanların (Yıldırım ve Günay) ürettiği hizmet odaklı projelerin etkisi büyüktür. Yüzde 37 gibi psikolojik baraja ulaşan AK Parti, bu noktayı koruyup öteye yürümek istiyorsa, ilk olarak Başbakan Erdoğan’ı sağlıklı bir İzmir brifingi vererek başlamalıdır.
İzmir söz konusu olduğunda Sayın Başbakan’ın dili genellikle değişmiyor.
Son yıllarda hep aynı nakaratı tekrarlıyor.   
Bunlar Üniversiade’yi yapamıyorlardı. Bizden yardım istediler. Dünyaya rezil olmaktan biz
kurtardık.  
—Bunların içecek suyu yoktu. İzmir’i susuz bıraktılar. Manisa’ya, Gördes’e baraj yaptık, su getirdik.
—Bunlar metroyu yarım bıraktılar. İş yarım kalınca bakanıma talimat verdim. Yardım ettik de bitirdiler. (İZBAN’ı kast ediyor)

Kente yaklaşım dili böyle olunca zaten kamplaşmış, ön yargı duvarlarının arkasına saklanmış İzmir halkı iyice içe kapanıyor. Ülkenin en büyük üçüncü kentine içme suyu sağlamak, metroya katkı koymak, uluslar arası organizasyonu sahiplenmek gibi önemli işleri yapmış olmaktan puan uman AK Parti, üslup kurbanı oluyor.
Bir tane babayiğit de çıkıp ‘Sayın Başbakanım bu üslubunuz bize zarar veriyor. Kentin çeperlerinde bile ‘Sanki İzmir’in başbakanı değilmişsiniz gibi algılanıyor’ demiyor, diyemiyor. Bırakın karşısına dikilmeyi muhtemelen yazılı bir not bile iletemiyorlar.

Bir zamanlar teşkilata talimat verip İzmir’in de aralarında bulunduğu 6 ili istiyorum diyen Sayın Başbakan, zaman içinde o illerle arasındaki mesafeyi kapatmak adına pek bir şey yapmadı, yapamadı. Diyarbakır’ı çözüm sürecinde çözmeye çalışmak dışında tabi ki.
Hatta zaman zaman ‘belki de İzmir’i özellikle bırakıyor’ yorumlarına bile neden oldu bazı adımları. Üstüne genel siyasette bu kentleri hop oturtup hop kaldıran gelişmeleri ekleyin..
Daha üstüne teşkilatta İzmir özelinde yaşanan vekiller/ekipler çatışmaları ekleyin…
AK Parti İzmir’in geçen yıllarda enerjisini daha çok içeride tüketen, dışarıya ‘metro muhalefeti’ düzeyini aşacak bir siyaset yansıtamayan, senin adamın/benim adamım duruşunun ötesine gidemeyen tablosunu da dikkate alın…
Parti içinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e yakın ekiplerle Başbakan Erdoğan’a yakın ekipler arasında (Hotar-Tekelioğlu gibi) kapışmasıyla kaybedilen zamanı da hesaplayın.
Son üç yazıda anlatmaya çalıştığımı anlarsınız.
Gelinen noktada AK Parti’nin önce şu kararı vermesi lazım. İzmir’i gerçekten istiyorlar mı?
Yanıtları samimiyetle evetse; bunun bazı önemli ön koşulları var.
İzmir’i doğru algılamak, kenti hop oturtup hop kaldıran adımlardan, söylemlerden vazgeçmek... Ve de çalışıyormuş gibi görünen değil saat gibi çalışan teşkilata sahip olmak gibi.
Aksi halde AK Parti yine İzmir’de havanda su döver. Böyle giderse 2009’un benzeri bir sonucun ortaya çıkması bile kaçınılmazdır.
Benden söylemesi…