GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
15 Kasım 2012 Perşembe

Uluslararası sistem Endonezya’dan bildiriyor

Sayın Erdoğan’ın Endonezya’da düzenlenen “5. Bali Demokrasi Formu”nda yaptığı konuşma metni uluslararası sistemin bir uzmanı tarafından hazırlanmış olsaydı ancak böyle bir metin çıkabilirdi ortaya. Metin bütünüyle kapitalizmin yeni dünya düzenini işaret ediyor.
 
Ve Başbakan her ne kadar yeni şeyler söylediğini öne sürüyorsa da, söylediği hiçbir şey yeni değil. Bakın neler söylemiş:
 
“Demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi kavramlar artık bütün dünyaya ait ortak değerler haline geldi. Bugün artık demokrasi başta olmak üzere tüm kavramlar konusunda yeni bir muhasebeye ihtiyaç duyulduğunu görüyoruz. Çünkü küreselleşme olgusu ekonomiden siyasete, sosyal hayattan kültüre kadar her alanda oyunun kurallarını kökten değiştirdi, değiştirmeye de devam ediyor.
 
Bu değişim dinamiklerini doğru şekilde kavrayan demokratik sistemlerimizi, buna uyarlamak mecburiyetindeyiz. Geniş katılımlı çoğulcu toplum modelleri için yönetenlerle yönetilenler arasında yeni sosyal anlaşmaya ihtiyaç var.
 
Günümüzde demokratik süreçlerin kapsayıcı, şeffaf, hesap verebilir, hukukun üstünlüğünü esas alan ve azınlık haklarını gözeten bir şekilde oluşturulmaları artık kaçınılmaz bir gereklilik.
 
…Gelişmiş batılı ekonomiler ve sosyal devlet modelleri küresel kriz karşısında ciddi şekilde sarsılmıştır. Demokratik yapılara duyulan güvensizliğin artması ve seçimlere katılım oranlarının düşmesi aşırılık yanlılarının giderek tüm siyasi sistemleri etkileyebilecek güce ulaşmalarına yol açıyor. Bunun bir değerler krizine dönüşmemesi ve demokratik dokunun korunabilmesi için toplumların demokrasiye olan inancının yükseltilmesi gerekiyor.
 
Başta Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi olmak üzere uluslararası kuruluşlar küresel sorunlar karşısında yetersiz kalıyor. … Benzer bir şekilde IMF’nin de kapsamlı bir reform sürecinden geçmesi gerektiğine inanıyoruz. … Kalkınma ile güvenlik arasındaki bağ hiç bu kadar güçlü olmamıştı. …”
 
Dünyayı yakından izleyenler, Başbakan’ın konuşmasından yaptığım alıntıların, otuz yıl önce kapitalistler tarafından ilan edilen “yeni dünya düzeni” fikriyle tam olarak çakıştığını bilirler.
 
Yüzyılımızın dönemecinde, çağa uymanın ölçütü sayılan ve birbiriyle ilişkilendirilen insan hakları, demokratikleşme, sivil toplum, serbest pazar ve özelleştirme yeni siyasal söylemin reçetesini oluşturdu. Yeni dünya düzeninin bu fikirler üzerine inşa edileceği, geçen yüzyılın sonunda ilan edildi.
 
Sorun şu ki; Bu istemler yan yana getirilebilecek nitelikte midir? Bu istemlerin ilişkilendirilmesi tam olarak neye karşılık geliyor? Bunları bilmeye ihtiyacımız var.
 
Öncelikle, kulağa hoş gelen demokrasi ve insan hakları kavramlarından ne anladığımızı açıklığa kavuşturmalıyız; devletin biçimini mi, yoksa kamusal olanı yönetme biçimini mi anlamalıyız, bir karar vermek lazım.
Bugünün koşullarında, demokratik yönetimin, oluşturucu birimin yurttaş olduğu devlette kamusal olanı yönetme biçimi olmak gerektiğini söylemek mümkün.
Ne var ki kamusal alanda olan bitene baktığımızda, ülkede yönetim biçiminin demokrasi olduğunu söylemek olanaksız. Olanaksızlığı iki nedene dayanıyor;
 
Birincisi, gelişmekte olan ekonomilerde demokrasi genellikle çok partili seçimlere indirgeniyor ve çoğunluğun tercihinin siyasete toplumun genel tercihi gibi yansıtılmasında bir sakınca görülmüyor. Ha keza, insan hakları da bu sığ demokrasi anlayışı içinde cerh ediliyor.
 
İkincisi, devleti kamusal bir varlık olarak değil de, kendi başına bir varlık olarak gören anlayışın egemenliği sürmekte iken demokratik bir yönetim biçiminden söz edilemez. Yurttaşların yapıp ettiklerine karışarak özgürlüklerini kısıtlayan, devleti küçülmesi gereken bir varlık olarak gören anlayışa dayalı devletin yönetim biçimi demokrasi olamıyor.
 
İnsan haklarına gelince; Geniş katılımlı çoğulcu model, ılımlı İslam’da “çokluk içinde birlik” olarak değerlendiriliyor. Bu modelde insan haklarından gurup haklarının anlaşıldığını biliyoruz. Temel hakları kişi hakkı olarak anlamak gerekirken, yeni dünya düzeninde, çevre ülkelerde temel hak ve özgürlükler gurup hakları olarak tanımlanmaktadır. Din guruplarının, etnisite guruplarının haklarının öncelendiği bu anlayış, oluşturucu birimin yurttaş olduğu devlet için geçerli değildir. Devletin oluşması için her bir yurttaşın onay verdiği varsayılan toplumsal sözleşme, gurup haklarına dayandırılamaz.
 
Yönetenlerle yönetilenler arasında ortaya çıkan yeni bir sosyal anlaşma ihtiyacına yapılan vurgu, bunu söyleyen Başbakan olmasaydı, üzerinde durulmaya değerdi.
 
Devletin yönetim biçimini İslamlaştırma hayali peşinde koşan, idam cezasını geri getirmek isteyen yöneticilerle toplumun en az %60’ı yeni bir sosyal sözleşme yapmayı göze almaz.
 
Başbakan’ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve IMF hakkındaki görüşleri de yeni değildir. “Uluslararası sistem” dediği, kapitalist sistemin ta kendisidir. Ve doksanlı yıllardan itibaren sistemin küreselleşmesine koşut olarak BM’de yapısal değişim, IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası sisteme bağlı kurumların (Dünya Ticaret Örgütü hariç) dönüştürülmesi ve NATO’nun misyonunun revize edilmesi kapitalistler tarafından talep edilmektedir. Antikapitalist cenah, bu kurum ve kuruluşlara genel olarak karşıdır.
 
Sayın Erdoğan’ın gelişmiş batılı ekonomilerin ve sosyal devlet modellerinin küresel kriz karşısında geçirdiği sarsıntı hakkında söyledikleri de ha keza kapitalistlerin kaygısını dile getirmekten öte anlam taşımıyor.
Kalkınma ile güvenlik arasında hiç olmadığı kadar güçlü hale gelen bağ kimin derdidir, bilmem söylemeye gerek var mı?
 
Sonuç olarak, konuşma metni, kapitalist sistemin uluslararası planda yaşadığı sorunları ve çözüm yollarını dile getiriyor.

Belli ki kapitalist sistemin yaşadığı sorunlar Başbakan’ımızı hayli kaygılandırmış.