GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
30 Ekim 2012 Salı

İslamcılar, Cumhuriyet’i dönüştürmeye muktedir midir?

Türkiye bir geçiş döneminin tam ortalık yerinde. Toplumsal dinamiklerin işleyişi, değişkenlerin öngörülmesi güç etkileşimi, ülkede yaşanmakta olan yapısal değişimi başlattı. Ve bu değişim süreci -iyi veya kötü- AKP tarafından yönetiliyor…
Yönetilmesine yönetiliyor da, Türkiye’nin içinden geçtiği değişim sürecinin AKP tarafından yönetilmesini nasıl anlamak, nasıl yorumlamak gerek, orası biraz karışık.
AKP’yi kuran ve elan yönetmekte olan kadroların İslamcı gelenekten geldiğini biliyoruz. Yanı sıra, ülkeyi yönetmekten ziyade, Cumhuriyet rejimini değiştirmek istediklerini de biliyoruz. Diğer bir deyişle, iktidardakiler, Cumhuriyet Devrimine karşı duran “karşı devrim” hareketinin ardıllarıdır. Zihinleri İmparatorluk yıllarına takılı; hayallerini “Yeni Osmanlıcılık” süslüyor. Ülkede kamusal alanda yeniden yapılanma ihtiyacı ortaya çıkmışken, devlet erkinin İslamcıların eline geçmesinin sıkıntı yaratması da tam bu nedenledir.
Geçen yüzyılın başında son imparatorluklar da tarih sahnesinden çekilirken, Osmanlı bakiyesi topraklar üzerinde nasıl bir devlet kurmak gerektiğine dair bir konsensüs, Cumhuriyetçiler (Kuvayımilliye) ile İslamcılar (Hilafet ordusu) arasında, o zaman da sağlanamamıştı. Polatlı önlerine kadar geldiğinde Hilafet ordusunun gücü yetebilseydi, ele geçirebilselerdi, Atatürk ve arkadaşlarını ortadan kaldıracaklardı.
Cumhuriyet devriminin İslamcı güçlere rağmen başarıldığı bir vakıadır.
Bugün iktidar sahipleri, 90 yıldır biriktirdikleri kin ve öfkeyle saldırıyorlar Cumhuriyet’e. Ne demokrasi ne insan hakları ne vesayetçi anlayış ne de ceberut devlet umurlarında. Devlet eskisinden daha da ceberut; askeri vesayetten beter vesayetçi anlayış Demoklesi’in Kılıcı gibi tepemizde sallanıyor. Demokrasi ve insan haklarından söz etmek, iktidarın liberal ve sol kesimden destekçileri için bile artık imkânsız.
 
Devletin bu ölçüde ceberutlaştığı koşullarda, İslam devleti özlemi içinde olan AKP kadroları, çevreden merkeze taşıdıkları sistem dışında kalmış mütedeyyinleri ikna edebilirler mi?
İktidardakilerin akıl hocalarının, yoksul ve muhafazakâr toplum kesimlerinin merkeze gelerek kapitalist sistemin nimetleriyle tanışmaları sonucu ortaya çıkacak sosyal yapının neye benzeyeceğini bildiklerine ihtimal vermiyorum. Kapitalist sistemle tanışan Müslümanlar birer abdestli kapitaliste dönüşebilecekleri gibi, AKP’nin bir sistem partisi olduğunu fark ettikleri andan itibaren desteklerini çekmeleri de olasıdır. İki tarafı keskin bıçak gibi.
 
Toplumun bütün kesimlerini, İslami normlara göre yapılandırılmış devletin çatısı altında bir arada tutmak Türkiye’de imkân dâhilinde değildir.
Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinin sorunlu hale geldiğini düşünenlerin çözümü, Osmanlı’nın Mecelle’sinde veya İslamiyet’in Ümmet anlayışında aramaları bize gösteriyor ki, yüzyıllık takıntılarından kurtulup da bir defa olsun başlarını şöyle kaldırıp dünyada olan bitene bakmamışlar.
Cumhuriyet’in kuruluş felsefesini sorgulamanın iki türlü sonucu olabilir: Birinci sonuç, din gruplarının ve etnisite gruplarının grup hakları dayatmasından arındırılmış insan haklarına dayalı bir devlet üzerinde toplumsal mutabakat sağlamak, yeni bir sosyal sözleşme yapmak; ikinci çözüm, bir arada kalmanın yollarını bulamıyorsak, iç savaş çıkarmadan herkesin kendi yoluna gitmesidir.
 
İslamcılar, Cumhuriyet’i dönüştürmeye muktedir değiller; ama karıştırmayı becerebilirler. Ortadoğu politikalarındaki özensizlik, acemilik ve beceriksizlik, içerideki baskıcı yönetimin zafiyetiyle birleşince ortaya çıkan karamsar tablo insanı korkutmuyor değil.
Bu karamsar tabloya bakarken, CHP’nin bir nebze olsun içimize su serpecek politikalar oluşturmasını olağanüstü bir sabırla bekliyoruz.
 
NOT: 29 Ekim’de, Cumhuriyet’e bağlılığını dosta düşmana göstermek için kendiliğinden yollara dökülen halk, bayramına sahip çıktı. Ve kalabalıkların büyük çoğunluğunun gençlerden ve kadınlardan oluşması, umarım siyasetçilerin dikkatini çekmiştir.
Sadece ve sadece Cumhuriyet’in değerlerine sahip çıktığını söylemek için sokağa çıkan kalabalıklar siyaseti kendileri için bir ikbal kapısı olarak görmüyorlardı, hiçbirinin kişisel siyasi hesabı yoktu. Bu Cumhuriyet’in yurttaşı olarak kalmak istiyorlardı, hepsi bu.
İşte CHP için bütün mesele, bu kalabalıklarla siyaset yapmayı öğrenmektir. O hesapsız, çıkarsız, beklentisiz büyük enerjiyi CHP saflarında siyasete katacak yeni bir siyasal diskur oluşturulmadıkça, toplumun o büyük enerjisi siyasete katılmadıkça; Cumhuriyet devrimini yeniden söylemek, Türkiye’yi Batı ile buluşturan Cumhuriyet Devrimini yeni bir anlayışla yeniden okumak mümkün olmayacaktır.