GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
28 Eylül 2012 Cuma

Bu hüzün sonbahara yakışmıyor

Binyılın eşiğinde, Kapitalistler yeryüzüne yeniden düzen vermek için start aldılar. Küreselleşiyoruz. Emeğin robot üretime dönüştüğü, kitlesel tüketimin dünyayı sarıp sarmaladığı, bütün renklerin griye dönmeye başladığı siber topluma beş kala, tüketim cehenneminde, insanın değeri tam da kapitalistlere yakışır biçimde devalüe ediliyor.
Hayatı kapitalist işe dönüştüren kolektif patronajın gölgesinde örselenmiş hayatlarımız ve hayatlarımıza zar atan efendilerimiz.
 
Dünyanın bütün sabahlarında, derin bir karamsarlığın hüznü karşılar oldu insanlığı. Yeni bir güne “Merhaba” demenin sevinci yaşanmıyor artık. Çağın insanı tedirgin.
Sabah haberlerinde, ekranlardan bize bakan o suratlar, görünmez otoritenin buyruklarını bir bir tebliğ ederken, dünyadan haberdar olduğumuzu düşünür ve sorumluluklarının bilincinde ciddi insan kimliğini kuşanıp yollara düşeriz.
Büyük bir iştahla tükettiğimiz o haberler gerçekte bize dünyanın kaç bucak olduğunu göstermektedir.
Efendilerimizin bizlere tam olarak söylemek istediği şudur: “Bugün Afrika’da 370 kişi, Afganistan’da 86 kişi, Irak’ta 147 kişi, Güneydoğu’da 35 kişi, Suriye’de 400 kişi öldürdük. Yaşadığınıza şükredin!” Ya da, “dolar şu kadar olacak, altın bu kadar… Borsa yükselişte… Ona göre hesabınızı yapın!..”
Ölenler öldü, hayat devam ediyor… Böyle bir güne uyanmak yürek ister.
 
Çok seneler önce, her sonbahar geldiğinde tatlı bir hüzün yaşardık. Henüz, bir maaşla bir ailenin geçinebildiği, bir insan emekli olduğunda bir ev ve Anadol marka bir araba alabildiği zamanlardı. Yüz yüze ilişkilerin revaçta olduğu, insanların güler yüzle birbirini selamladığı yıllardı. Hani o sonbaharın tatlı bir hüzünle yaşandığı zamanlar.
Okula gitmek, işe gitmek, arkadaşlarla buluşmak bir angarya olmaktan ziyade, geleceğe umutla bakan insanların tatlı telaşıydı.
Her sonbaharda insanca hüzünler yaşardık. Ruhlarımız dingin, huzurlu insanlardık.
 
Bugün, tüketim ilahlarına adanmış hayatlarımızdan bize kalan, yüz kasları gerilmiş insanların suratından düşen bin parça yaşantılardır. Suskun vicdanlarımız ve sevgisiz yüreklerimizden süzülen acımasızlık, hayatın düsturudur.
Bütün tepkilerimizin birer gösteriye dönüştüğü bu yonga kültür çağında; ürkek, savunmasız, çaresiz ve bir o kadar zalimiz. Aramızdan aldıkları yüzlerce, binlerce candan biri olmadığımıza şükrediyoruz. Bir tören, bir ritüel ile gösteriye dönüşen dışlaşmış duygularımız, aciz ve korkak ruhlarımızın aynası gibi.
Her sabah, haberleri dinledikten ve ekranlardan suratımıza sallanan Azrail’in listesine bir göz attıktan sonra, yitik hayatların bütün ağırlığı üstümüzde, bir günü daha kurtarmak telaşıyla yollara koyuluyoruz.
 
Dışarıda hava yazdan sonbahara dönmekte; ılık ve hüzünlü.
Bir tatlı hüzündü sonbaharlar, çok eskiden. Şimdi, içlerin dış olduğu, hayatın bayağılaştığı zamanlardayız.
Yaşamın bir kıyısından, korku ve endişeyle seyrediyoruz dünyayı; kendisini paylaşamayanların savaş naralarıyla inleyen yeryüzünde, güzel duyguların köreldiği, umutların yitip gittiği, sevgiden yoksun metalik gri bir çağın ortalık yerinde, çoraklaşmış ruhlarımız artık sonbaharın o tatlı hüznüne çok yabancı.
Hüznün böylesi sonbahara hiç yakışmıyor.