GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
11 Eylül 2012 Salı

Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olmak…

Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı kimdir?
Bu soruya yanıt aramak ihtiyacı duyacağımız günler çok uzak değil.
Gerçek şu ki, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olmak artık netameli bir konudur. Çok değil, 10 yıl içinde bu Cumhuriyet’in yurttaşı olmayı sorunlu hale getirdik.
Ülkede toplumsal mutabakat çöküyor fakat yaşanan çöküş adeta yok sayılıyor. Yurttaşlık kavramı bulanıklaştı, siyasal ve sosyal yaşamdaki karşılığı tartışılıyor. İktidar zümresi bu durumu ne kadar görmezden gelirse gelsin, siyaset belgelerinde ne yazarsa yazsın, yasalar ne derse desin; ulus, de facto, bir dağılma sürecine girdi. Ulusu oluşturan topluluklardan din ve etnisite grupları, grup çıkarlarını öne sürerek toplumsal mutabakattan çekildiler.
Kürtlerin, İslamcıların ve -Hüseyin Aygün’e bakılırsa- Alevilerin, Cumhuriyet’in Aydınlanma düşüncesine dayalı yurttaşlık anlayışına ve Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine itirazları var.
“Türk kimliğini benimseyen Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları ve diğerleri” olarak ortaya çıkan gerilim tırmanıyor. Yurttaşlık ilişkileri sorunlu.
Bundan böyle, adını Kürt sorunu veya terör sorunu koysak da, konuşulan Türkiye sorunudur.
 
Cumhuriyet’in kuruluş felsefesi sorunlu hale gelmiş olabilir. Bu konuşulabilir. Vahim olan, bunu konuşmak için uygun zemin oluşturmaktan aciz siyasi partilerle yola devam etmek zorunda olmamızdır.
Yeni bir “yurttaşlık projesi” oluşturmak konusunda toplumda konsensüs sağlamak için hiçbir ciddi çalışma yok.
 
Kamusal alanda yaşam, iktidarın toplumu dönüştürme çabaları sonucu çözülüyor. Sünnileştirilen kurumlar, laiklik ilkesini benimsemiş yurttaşların aklını karıştırıyor. Mutabık olmadığı din normlarına göre yaşamaya zorlanan toplum kesimleri henüz tepki vermiyor ama çözülme bu hızla sürerse tepki vermeleri yakındır.
Kürt meselesi o kadar kötü yönetiliyor ki, ‘her yer Kürdistan’ bir durum hayatımıza musallat olmuş durumda.
Kürtler taleplerinde haklıdır veya haksızdır, bu bir yana; otuz yıldır yaşananlar öylesine bezdirmiş ki, Kürtlerle artık bir arada yaşamak isteyip istemediğini sorgulayan  milyonlarca insan var bu ülkede. Sessiz bekleyiş nereye kadar!
 
Önce Kürtler başkaldırdı, Türkiye’nin üniter yapısını ve sınırlarını tartışmaya açtı. Ardından, İslamcılar iktidarı ele geçirdiler, devletin üniter ve laik yapısını çözmekle meşguller. Şimdi de, Alevilerin, Sünni-Alevi ekseninde hareketlenerek bu tartışmalara katıldığına tanık oluyoruz.
Din ve etnisite gerilim hattında gerili Türkiye, Habil ile Kabil’in birbirine davrandığı gibi davranan kardeşlerin ülkesi oldu. Oysa, akıl ve vicdanla donatılmış insanlar birbirine kardeşçe davranmalıdır.
 
Tek tek insan hakları, insan onurunun gerektirdikleridir. Bu anlamda insan hakları, bütün kişilerden insanın değerini -evrendeki yerini- koruyan bir muameleyi diğer bütün kişilere göstermelerini talep eder. Bu nedenledir ki, açık kavranılmış insan hakları “evrensel” normlardır.
İnsan haklarının evrenselliği, ‘insan onuru’nu, din ve etnisite gruplarının değişen kültür normlarına göre tanımlanan şeref ve namusla ilgili kültürel anlayışlarından ayırt eder.
 
Hal böyle iken, Türkiye, insanını yurttaş yapan insan hakları evrensel normlarını hiçe sayarak Cumhuriyet’e bayrak açan grupların aymazlığını çaresizlik içinde seyrediyor.
Bugün ülkede yaşanmakta olan bunalım, yurttaş kavramının dayandığı insan hakları anlayışının evrensel bağlamından koparılıp grup hakları üzerine inşa edilmek istenmesinden kaynaklanmaktadır.
Din ve etnisite grupları, özgürlük mücadelesi vermek için yola çıktılar fakat her şeyi birbirine karıştırdılar.
Gördükleri zulmün rövanşını almak için birer zalime dönüşenlerin, insan haklarına katacak hiçbir şeyleri olamaz.
 
Türkiye, yeni bir anlayışla, insan hakları ve yurttaşlık kavramlarını tartışmalı. Yeni bir dil kurmak ve her şeyi yeniden söylemek, tek çıkış yolu gibi görünüyor.