GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
13 Ağustos 2012 Pazartesi

Olmak ya da sahip olmak

Shakespeare bu yüzyılda yaşasaydı; “Olmak ya da sahip olmak, işte bütün mesele bu!” der miydi?
Bunu bilmemize imkan yok. Ama, olduklarını bir kenara itip sahip olduklarını ontolojik bir meseleye dönüştüren insanın, olduklarıyla değil de sahip olduklarıyla varoluşunu anlamlandırma çabası, “olmak ya da olmamak” kadar kritik bir sorundur.
 
Yeni dünya düzeninde, değerli olmak, gözden düşmüş bir olgudur. Önemli olmak ise, moda deyimle ‘in’dir.
Geçen yüzyılda insanlığın başına gelen en kötü şeydir, değersizleşerek önemli olmak.
Ve bu yüzyılda, değersizleşmenin insanı getirdiği yer, vicdan yitimidir.
                                  
Kapitalizmin hüküm sürdüğü yeryüzünde, insanın değeri nedir?
Tüketimin bir tür varoluş biçimi olarak algılandığı toplumlarda, metanın değeri aynı zamanda insanın değeri olarak algılanmaktadır.
İnsanın değeri, olduklarıyla değil, sahip olduklarıyla ölçülür. Bu ölçü, para ve mülkiyettir. Ve bu tuhaf kalibrasyon, bankaların değerleme departmanlarında sosyal statüye dönüşür.
Villa, rezidans, araba markası, giysi markası ve bilumum marka eşyalar ve mekanlar, sosyal statünün alameti farikasıdır.
Çağın gerçeği; insanın sahip olduğu bütün değerlerin para cinsinden bir karşılığı vardır.
 
Bu çağda, gerçeği insanın gözüne sokmak için “kral çıplak” demek pek bir şey ifade etmiyor. Aksine, bu defa, kralın ne denli giyinik olduğunu görmek gerekiyor.
Çağın insanı, cebindeki kredi kartları kadar değerli, kredi limitleri kadar  özgürken; “kralın çıplak olması” hiçbir gerçeğe gözlerimizi açmıyor.
Kaldı ki, o kral hiçbir zaman çıplak olmadı. Galiba asıl anlaşılması gereken de bu.
 
Başımıza her ne geliyorsa, ki gelmeyen kalmadı, olan biten her şeye, sonuç almak için değil de durumu geçiştirmek için tepki veriyorsak, bu tutum, sahip olduklarımızı yitirmek korkusundandır.
Yeryüzü çarşı pazar olduğundan beri, koruyacak değerlerimiz neredeyse yok hükmündedir. Korunacak malımız mülkümüz ise, varlık nedenimiz olmuştur.
Korkuyoruz, sistemin bize sağladıklarından mahrum kalmaktan korkuyoruz. Ve korku dağları beklerken, verdiğimiz tepkiler suya sabuna dokunmadan gelip geçiyor.
 
Her sabah yeni bir güne Borsa haberleriyle başlayan, paranın kaç para ettiğini merak edip paritelere bakan, “Tüh, yine şehit vermişiz!” diye üzüldükten sonra magazin programlarında teselli bulan, benzin zamlarına sinirlenip arabasına tüp taktıran, apartman aidatı, ev kirası, sonu gelmez taksitler, banka borçları, kredi kartlarını parselleyen alışveriş faturaları, arabanın, evin vergisi derken kendisine yaşatılan herc-ü mercin hayat olduğunu düşünen ve başka bir yaşamı aklına bile getirmeye mecali kalmamış insan, bu yüzyılın makbul insanıdır.
 
Shakespeare’in “Hamlet” adlı eserinde, isyan eden Prens Hamlet söylediği bir tiratta; “Ey ruhum, ya şimdi isyan et, ya da sonsuza kadar sus!” der.
Başkaldırmaya yüreği yetmeyen insan, hiç değilse susmayı becerebilir mi?
Yeryüzüne dağılan derin sessizlik, hayat diye bize sunulan bu bayağılığın belki de sonunu getirecek biricik eylem biçimidir.