GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
16 Ekim 2012 Salı

Ulus devletler gerçekten çöküyor mu?

AKP’nin iktidara gelmesinin hemen ardından başladı bu tartışma. Önce, ulus devletler döneminin kapanmakta olduğu, ulus devleti savunmanın statükoculuk olduğu, tartışma programlarında uzun uzun konuşuldu, basında köşe yazarları tarafından işlendi. Ardından, ulus devleti savunmak, “ulusalcılık” adı verilen sözüm ona yasa dışı bir harekete mahsus bir durummuş gibi gösterilerek, ulus devleti savunanlar tecrit edilmeye başlandı. Son olarak da, bilindiği gibi, ulus devleti savunanlar bir şekilde yargıda hesap vermeye başladılar.
 
Bütün bu olan biteni nasıl okumak gerekir?
Böyle soruyorum, çünkü dünyada ulus devletlerin çöktüğüne dair hiçbir emare yok. Özellikle de, ulus devletlerin ortaya çıktığı Avrupa’da yok. Aksine, Yugoslavya ve Çekoslavakya’da yaşanan bölünmelerden sonra Avrupa’da ulusal devlet sayısı arttı. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, o bölgede de çok sayıda ulusal devlet çıktı ortaya.
Uzun sözün kısası, dünyada Türkiye’den başka hiçbir ülkede ulus devletin çöktüğü falan yok.
Hal böyle iken, dünyada fiilen böyle bir gelişme söz konusu değilken, neden Türkiye’de ulus devlete son verme fikri moda bir trende dönüştü?
Hangi dinamikler, hangi değişkenleri nasıl etkiledi ki, bunlara bakarak ulus devletin sonunun geldiğini anlıyoruz?
 
Ulus devletlerin yapısal sorunları nedeniyle kapitalist sisteme ayak bağı olmaya başladığına dair tartışmalar yeni değil; ne var ki, bu nedenle ulus devletlerin tarih sahnesinden çekildiğine dair dünyada hiçbir belirti yok. Durumun tuhaflığı tam burada ortaya çıkıyor. İnsanın sorası geliyor; ulus devletleri tedavülden kaldırmaya Türkiye’den mi başladılar?
Elbet de Türkiye’den başlamadılar. O halde, Türkiye’de ulus devletin ortadan kalkmasına Batı neden sıcak bakıyor?
Uluslararası sistem, Türkiye’de ulus devletin federasyona dönüşmesine sıcak bakıyor; çünkü kapitalist sistemin Ortadoğu’da çıkarlarını korumaya yönelik yeni politikalar böyle bir yapılanmayı öngörüyor.
Belki de Batı, bu arada, 1922’de Lozan’da söylediklerini hayata geçirmeyi umuyor. İntikam saati gelmiş çatmış olabilir.
Bu olan biteni şöyle anlamak da mümkün; Ulus olarak Türklerin devlet kurma hakkı ellerinden alınmak isteniyor.
Batı dünyası Türk halkına diyor ki; “Siz, kendi başınıza ulusal devlet kuracak bir ulus değilsiniz. Ancak kurucu unsurlardan biri olabilirsiniz. Bu nedenle, Anadolu’da yaşayan bütün halkların federal bir devletin çatısı altında birleşmesi gerekir. Fakat bu birleşme Türk kimliği altında olamaz.”
 
Uzun zamandır yazılanlar, söylenenler ve kamusal yaşama yönelik yeni sosyal politikalar gösteriyor ki, İslamcı hareket, uluslararası sistemin bu taleplerine çok sıcak bakıyor. Muhtemelen bu yüzden, ‘Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanlığını Türkiye üslenmiş bulunuyor. İhtimaldir yine bu yüzden, durduk yerde, Suriye ile kavga çıkarmak için bizim olmayan sorunları “bizim” ilan ederek Ortadoğu’nun parçası haline gelmeye çalışıyoruz.
İslamcıların muradı odur ki, bütün bu gelişmelerin sonunda, Ortadoğu’nun siyasal uzantısı haline gelmiş Türkiye’de din devleti kurmanın koşulları oluşsun.
 
Türkiye üzerinde büyük bir oyun oynanıyor. Bu oyunda, Uluslararası sistem tarafından Türkiye’ye biçilen yeni rol belli ki İslamcıların iştahını kabartıyor. Gelin görün ki biçilen yeni rol, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına güzel bir gelecek vaat etmiyor.
Mezhep kavgalarının ortalık yerinde, Osmanlı mirasına yaslanarak, sözüm ona “Yeni Osmanlı” böbürlenmeleriyle Ortadoğu halklarına efendilik taslamanın Türkiye’ye geri dönüşü, sadece ve sadece kan ve gözyaşı olacaktır.
Batı dünyasındaki varlığına son vererek İslam dünyası içinde Sünni kampta Türkiye’ye yer açmaya çalışan iktidar; Saddam’ın, Hüsnü Mübarek’in, Kaddafi’nin ve Esad’ın başına gelenlerden belli ki ders almak niyetinde değil; Hâlbuki hepsi de uluslararası sistemin sadık bendeleriydiler, en az kendilerinin olduğu kadar.
Her şey pamuk ipliğine bağlı, uluslararası sistemin Kürt halkını mazlum ilan ettiği andan itibaren, bir an önce alaşağı edilmesi gereken bir zalime dönüşürsünüz. Ve kimseye derdinizi anlatamazsınız.
Saddam ABD’ye, “Kuveyt’e girmem için beni siz teşvik ettiniz” diye sitem ettiğinde, her şey için artık çok geç olduğunu anlamıştı; Bu oyun, onunu oyunu değildi, O sadece kullanılmıştı.
 
Ortadoğu denen Gayya kuyusunda, uluslararası sistemin kuralsız oynadığı bu cangılda Türkiye’nin ne aradığını, Cumhuriyet’in her yurttaşı, bir defa değil bin defa sormalı.
 
İnançlar ile aklını bozanlar, din inancını siyasal iktidarlarına payanda yapanlar, Türkiye coğrafyasında hiç olmayacak duaya “âmin” dediklerini ancak ağır bedeller ödedikten sonra anlayacaklar.