GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
2 Temmuz 2013 Salı

Ulus bilincini toplumun belleğinden silmek…

Bu yüzyılda dünya problemi olarak ulus devletin, modern ötesi toplumda neye benzeyeceği tartışılıyor.
Grup haklarına dayalı yeni devlet modeli; solun bazı kesimleri, muhafazakârlar ve liberaller arasında, küreselliğin gerektirdiği yeni bir yapılanma olarak kabul görüyor.
Türkiye’de ise, bu “yeni toplumculuk” kervanına beklenmedik bir katılım oldu; “Milli görüş” ardılları, AKP çatısı altında gömlek değiştirerek, küresel kapitalizmin yeni dünya politikasının savunucusu oldular.
On yıl önce halkın oylarıyla iktidara gelen AKP, ileri demokratik toplum adı altında, grup haklarını önceleyen devleti inşa etmeye başladı. Bu amaçla, Türkiye Cumhuriyeti’ni bütün kurumlarıyla gözden düşürmeyi hedefleyen sistemli ve planlı bir çalışma yürütüyor.
Ne var ki yürütülen siyasete bakıldığında, grup haklarına dayalı yeni devlet olarak, salt Sünni Müslümanların grup haklarına dayalı bir devlet modelinin yanı sıra, Kürt etnisitesinin yeni devletinin ortaya çıkmakta olduğu görülüyor.
Ve bu değişim öylesine acımasız bir propagandayla yürütülüyor ki; “Türklük, zalimlerin kimliği… Türkçe, zulmün dili… Atatürk, deccal… Cumhuriyet devrimi, laik diktatörlük…” oldu.
İslamcıların ve Kürt milliyetçilerinin ortak nefreti ve kini üzerinden oluşturulan siyaset dili, son derece kışkırtıcı, suçlayıcı ve kavgacı bir üsluba sahip; demokratik yatay toplum fikriyle yakından uzaktan ilgisi yok.
 
Erdoğan, demokrasi ve insan hakları vaat ederek iktidara geldi. Kadınların örtünme hakkını istismar ederek iktidarını sağlamlaştırdı. Kürtlere otonomi vaat ederek iktidarını sürdürdü.
Erdoğan, Osmanlı bakiyesi olmak ile emperyal güç olmayı aynı şey zannetti. Bölgenin efendisi gibi davrandı. Türkiye’nin dostluk ilişkilerini sürdürdüğü tek bir komşu bırakmadı.
Erdoğan, ulusalcılığı ve Kemalizmi, askeri vesayetin uzantısı gibi gösterdi. Ulus devlete bağlı olanları, Kemalist veya ulusalcı diye kategorize ederek soyutlama yoluna gitti. Ulusal yararı gözetmeyi demode, arkaik bir tutum olarak değerlendirildi.
Erdoğan, on yıldır, ulus bilincini yok edip yerine İslam bilincini yerleştirmek için mücadele ediyor; bunların yer değiştirebileceğini, birbirinin alternatifi olduğunu düşünüyor. Müslüman olmayı, Türk olmanın yerine koyabileceğine inanıyor. Ona göre birincil mesele, Müslüman olmaktır; Türk veya Kürt olmak tali bir konudur.
Demokrasilerde olmaması gereken “birincillik” ve “teklik” anlayışı, Erdoğan’ın olmazsa olmazıdır.
 
Erdoğan, ulus bilincini toplumun belleğinden silemezse boşluğa düşeceğini biliyor. Ulusal olan her şey ona Atatürk’ü ve Türkiye Cumhuriyeti’ni hatırlatıyor. Her hatırladığında tüylerini diken diken eden Cumhuriyet devriminden kurtulmak için mücadele ediyor.
Gerçekten demokrasi isteyenler, Erdoğan yönetimiyle güç birliği yaparken bin defa düşünmeli.
Erdoğan’ın ömründe demokrat olduğu tek bir an bile olduğuna ihtimal vermiyorum.
Sünni Müslümanlardan başkasını insan olarak gördüğü bile kuşkulu bir insanın, insan hakları savunuculuğu ve demokratlığı insanı gülümsetiyor.