GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Cumhur BULUT
YAZARLAR
12 Eylül 2022 Pazartesi

Türk tarihi bölünmez bir bütündür: Parçalanamaz!

Belki de sorun Atatürk’ün yerleştirmeye çalıştığı Türk Tarih Tezi’nin tam manasıyla anlaşılamamış olmasıdır! Ya da 1932’de gerçekleştirilen birinci Türk Tarih Kongre’sinin saniyen de 1937’de gerçekleştirilen ikinci Türk Tarih Kongre’sinin sonuçlarının kabul görmemiş olması…

Kimbilir…

Tarihçi veya felsefeci değilim. Meselenin derununa inip tedebbür etmem elbette çok zor olacaktır. Sırf bu sebeple vaki durumu hepimiz gibi ele almaya, hepimiz kadar kavramaya; velhasıl ortalama bir Türk Vatandaşı olarak anlatmaya ve dolayısıyla (önce kendim) anlamaya çalışacağım.

Bu noktada bazen mütehassıslara, bazen yaşanmışlıklara bazen de kâinatın genel seyrine başvurarak bir sonuca ulaşabileceğimi düşünüyorum.

Felsefi olarak Hegel ne der, Marks nasıl anlatır, Voltaire nasıl açıklar veya Zeki Velidi Togan meseleye nasıl bakar konusunu şimdilik bir kenara bırakıyorum. (1) Zira bu bizim meselemizdir. Felsefeden olabildiğince uzak olan bir millet olduğumuz için bu sınırlamamın da mazur görüleceğini düşünüyorum. 

Böylece fazla dağılmadan konunun bizim düzlemimizde daha iyi ve daha faydalı nasıl ele alınması gerektiğini de vurgulamış olacağımıza inanıyorum.

Öyleyse başlayalım…

“Tarih Düş Görenlerin Mülküdür!” (2)

Önce Tarih. Kelime etimolojik olarak Arapça, İbranice ve Süryanice köklerden geliyor. Türk Dil Kurumu’na göre tarih: “Toplumları, milletleri, kuruluşları etkileyen hareketlerden doğan, olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bu olaylar arasındaki ilişkileri, daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarını, karşılıklı etkilenmeleri, her milletin kurduğu medeniyeti inceleyen bilim.”

Bilim… İşte bizim için tarihin oturtulması gereken zemin tam da budur. Yani Tarih bir bilimdir.

Pekiyi tarih nasıl bir bilimdir?

Kâinatın “zaman ve mekân” düzleminde kesintisiz: sürekli.

Olaylar ve insanlar arenasında: karmaşık…

***

Her şey akıp gidiyor, dünde kalıyor bir lahza öncemiz… Oysa biz bugüne daha da ötesi yarına bakmak zorundayız…

Fakat geçmişi unutmadan, yani tarihle bağımızı kesmeden…

Kabul etmek gerekirse var olduğumuzu bildiğimiz günden beri çok hızlı bir akışla kesintisiz olarak ilerleyen bir milletiz… Yani tarihimizde bir kesinti yoktur. Süreklilik vardır. Bu süreklilik de hem zamandadır hem de mekânda!

Türk olarak coğrafyamız yani mekânımız tek bir kara parçasıyla sınırlı değildir. Buna bağlı olarak da tarihimiz de aynı mekânda durağan yani sabit değildir.

Asya’ın Kuzey Batısında da biz varız, Batı Medeniyetinin kalbi diyebileceğimiz İtalya’da da… Kızılderililer de bizdendir; Suriye-Filistin dağlarında hala göçer yaşayan Yörük Golan Türkmenleri de… Üsküp’te de biz varız, Kerkük’te de…

Macaristan’da da (HUNgary) hükmümüz, Libya’da da akrabalarımız, Ukrayna’da da soydaşlarımız var…

Dahası halihazırda yedi bağımsız Türk devleti de bizim, onlarca muhtar Cumhuriyetimiz de…

Gün olmuş birbirimizi yıkmışız. Gün olmuş sınırlarımızla komşu olmuşuz. Bazen Yıldırım ve Timur gibi bazen de Yavuz ve Şah İsmail gibi vuruşmuşuz, bazen de kardeşlik hukukumuzu gözeterek yüzlerce yıl hüküm sürmüşüzç

Buraya kadar anlatmak, daha doğrusu anlamak istediğim netice: “Biz dünüyle, bugünüyle ve yarınıyla büyük bir bütünün parçasıyız. Ve bu bütünlük kesintisiz bir sürekliliği arz eder.”

Kleopatra’nın Minnak Burnu

Doksanlı yıllarda çok kıymetli bir filozofumuz ile sohbet etmek şerefine nail olmuştum. Bütün sohbetimizin sonunda bana tek bir cümle söyleyerek veda etti, rahmete gark olasıca;

“Evlat, Kleopatra’ nın burnu biraz daha büyük olsaydı. Dünya tarihi değişir, biz bugün bambaşka bir dünyada yaşıyor olurduk”…(3)

Ne kadar anlamlı değil mi? Neden diye açıklama yapmadan dünya tarihinin bir küçücük burunla değişebileceğinin altını çizerek bırakıyorum.

Siz isterseniz Baltacı Mehmet Paşa’yı ve Katarina’yı ya da ne bileyim ABD Başkanı Kenedi ölmeseydi şöyle olurdu, böyle olurdu diye de bir şeyler yazabilirsiniz, orasını size bırakıyorum…

Zira olan olmuş, tarih sahnesindeki o günlere ait perde çoktan kapanmıştır.

Şimdi gelelim bizim meselemize… Osmanlı-Cumhuriyet, Padişahlar-Atatürk, Selçuklu-Osmanlı vb. güncelliği hiç bozulmayan tarih sorunumuza…

“Tarihle Kavga Edilmez” (4)

Demiştik ya “var olduğumuz andan itibaren çok hızlı bir akışla kesintisiz-sürekli olarak ilerleyen-yaşayagelen bir milletiz.”  Yıkılışlarımız da olmuş, kuruluşlarımız da… Yükselmemiz de olmuş, çöküşlerimiz de…

Esasen de bu durum bir gerçeklik ve olağanlıktır. İnsanlar gibi birçok şey doğar, büyür ve ölür…

Doğum nasıl yaşama ait bir hakikatse ölmek de yine aynı hakikati ifade eder.

Cumhuriyetimizden önceki Devletimiz Osmanlı da doğmuş-kurulmuş, yükselmiş ve cihan devleti olmuş, sonunda da çökerek tarih sahnesinden çekilmiştir. Yerine de Türk Milleti Atatürk’ün askeri ve siyasi liderliğinde şimdiki güzide devletimizi kurmuştur.

Oluşan bu durum da bizim milli tarihimizde kesintisizliği yani sürekliliği ifade etmektedir. Kabaca ifade edersek; Selçuklular yıkılmış, yerine Anadolu Selçukluları kurulmuş, Anadolu Selçukluları yıkılmış, yerine Osmanlı Devleti kurulmuştur, nihayetinde o da yıkılmış yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.

Biz Türkler için o devlet, bu devlet anlayışıyla bir çatışma zeminine sürüklenmek intiharımızdır.Değerlerimizden kopuşumuzun, kâinatın temel işleyişi olan sürekliliği kavrayamamaktır.

Meseleye kavga zemininden bakmak son derece abes ve bir o kadar da cahilce bir bakış açısını yansıtmaktadır. Tarihimizde devletlerimizin yükselme sebepleri bellidir. Çöküş ve yıkılış sebepleri de bellidir. Bu noktadaçatışmaya malik alanlarda dolaşmak, geçmişle kavga ederek geçmişe sövmek pek de sağlıklı insan işi olmasa gerektir. Zira tarih bir bilimdir. Bilim çatışma alanı değil araştırma ve sonuç çıkarma disiplinidir!

Tarihe bakış açımızdaki hareket noktamız; ders almak, hataları bir daha yapmamak, yapılan güzel işleri geliştirerek günümüze uyarlayıp geleceğe taşımaktır.

Meselenin özünde de Türkiye Cumhuriyeti Devleti son yağan yağmurlarla ortaya çıkmış veya gökten zembille inmemiştir. Onu kuranlar Hunlar’dan, Göktürkler’den, Karahanlılar’dan Selçuklular’dan ve Osmanlılar’dan devralınmış DEVLET GELENEĞİ’ni taşıyarak veTürk Milletine dayanarak mücadele vermiş, geçmişten beslenerek ilerlemiş, geçmişin emeği ile yetişmiş ve Türklüğün öz ve kök değerlerinden hareketle başarıya ulaşmışlardır.

Bu inkâr edilemez bir hakikattir.

Tarihin şimdilerde tribün taraftarlığı gibi karşıtlık oluşturulan o dönemlerine ait perdesi çoktan kapanmıştır.Şimdi geçmişten ibret alarak yeni şeyler söylemenin zamanı gelmiştir. Çünkü şartlar bizi geçmişe takılı kalmaya değil Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetimizi muhteşem bir geleceğe taşımaya memur ve mecbur etmektedir.

Bu tartışmaları sürdürenler ya art niyetli ya da cehalet ve ahmaklığın sınırlarına mahkûm olanlardır.

Türk Tarihi bölünmez bir bütündür. Parçalanamaz!Parçalayanlar geçmişe veya sonrakilere saldıranlar muhakkak sırtımıza hançer saplayanlardır!

Hülasa: Tarih bir bilimdir. Bakarsın ibret alırsın. Araştırırsın, araştırırsın…

Tarihimiz bizim birbirimize sıkacağımız kurşun değildir. Bölünme ve parçalanma alanı olmamalıdır!

Tarihimiz iyisiyle kötüsüyle bizimdir. Osmanlı da bizimdir. Cumhuriyet de… Hunlar da bizimdir Götürkler de… Bu sebeple tarihe savaş aracı olarak değil ders aracı olarak bakmalıyız.

Dipnotlar:

1-Tayfun Maro Ustamızın alanı. Felsefi alan. Her zamanki gibi O’nun keyifli ve doyurucu bir yazısına ihtiyaç var.

2-“Tarih Düş Görenlerin Mülküdür” Devlet Bahçeli 1999. Türk Milletinin yeni bir düşe ihtiyacı var. Atatürk’ün bize gösterdiği rüya gibi bir rüya… 2023 olabilir mi?

3-Merhum Vahit Acarayman. Mekânı cennet olsun

4-Veysel Şahin, MHP İzmir İl Başkanı