GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Harun ÖZDEMİR
YAZARLAR
31 Ekim 2010 Pazar

TÜRBAN YASAĞI DEVAM ETMELİ

Sosyal politikayla ilgilenenler bilir ki, Müslüman kimlikli kadının üniversiteye başörtüsü ile kabul edilmesi demek, bütün enerjisinin mevcut akademik sistem içerisinde tüketilmesi ve statik kurumlar içinde ileride ortaya çıkma olasılığı olan yaratıcı beyinleri ve hırsları tüketmek demektir.
 
Yine örtünen kadını kamu görevlisi yapmak demek, bürokrasinin tunç kanunu içerisinde adı sık sık rüşvet ve yolsuzluk haberleri arasında, bin yıllardan beri uyuyan enerjiyi bu kadar zorluklarla uyandırdıktan sonra, basit bir şekilde israf etmek demektir.
 
Buna benzer açıklamalara devam edebiliriz. Bence bu kadar açıklama ile neleri söylemek istediğimiz anlaşılmış olmalıdır. Bununla beraber şimdiye kadar yaptığımız açıklamaları ’“anladım ama doğru bulmuyorum’” diyen okuyucu da çıkmıştır. Faklı bir açıdan bakıldığında şunlar da söylenebilirdi:
 
12 Eylül 1980’’den sonra üniversiteler önceki yıllara göre oldukça güvenliydi, çünkü terör bitmişti. Ama bu kez farklı sorunlar gündemdeydi.
 
Kızlar okumalıydı; ama endişeler de giderilmeliydi, diyen kimi muhafazakar aileler, başörtüsünü, Ortaçağ Avrupasında yoksul bakireleri saldırgan feodal beylerden korumak için takılan ’“bekaret kemeri’” gibi kullanmaya başladılar. Çünkü 1980’’li yılları hatırlayanlar bilirler ki, çok ucuza satılan yüksek tirajlı günlük gazete ve haftalık dergilerdeki bol erotik yayınlar ve ’“bekaret zarı neden namus olsun ki!’” türü tartışmalar, muhafazakar aileleri tedirgin etmekteydi. Halkı endişelendiren büyükşehir haberleri, doğal olarak aileleri önlem almaya zorladı. İşte bazı aileler kızlarını başörtüsü kullanmaya zorladıysa, sosyal politika yapmaya gerek yok, bunun nedenini bu tür güvensiz ortamlar yaratan kişi ve kurumlarda aramak gerekir.
 
Üniversitede okumaya niyetlenmiş, doğup büyüdüğü yerleri terk edip büyük şehirlere gelmiş, dar bütçeli muhafazakar ailelerin, henüz 17 ’– 18’’indeki kızlarının namuslarından emin olabilecekleri bir ortamda okutmaya çalışmaları, kızlarının başlarını örtmesini bir çözüm gibi görmeleri’… birilerini şaşırtmış, sayıları çoğalınca da rahatsız etmiş olabilir. Sonunda bundan rahatsız olanlar bazı telkinlerin etkisinde kalarak yasaklama gibi önlemler almış olabilirler’… Bunu abartıp yüzyılların değişimi gibi yorumlamak yanlıştır da denebilir’…
 
Bu açıklamaların hiç birine gerek yok, kadının başını örtmesi Allah’’ın emri değil mi? Emri! O zaman başka açıklamalara ne gerek var. Kızlarımız Allah’’ın emrine uymak istiyor, dinle arası iyi olmayanlar da laiklik falan diyorlar, buna engel oluyorlar, diyenler de olabilir.
 
Bir araştırma yapılabilse belki çoğu, örtünmeyi ’“Allah’’ın emri’”yle, engeli de laiklikle açıklayacaktır’…
 
Tartışmanın özüne dönersek.. İnsanlar bireysel yaşamlarından yola çıkarak tümele varamayabilirler. Bunu anlayabilirim. Benim açıklamalarımı ciddi bulmayanlar da olabilir, buna da sözüm yok. Ama başörtüsünü sorun edinip yıllarca tartıştıktan sonra, hala bir arpa boyu yol alamamak da neyin nesi oluyor?
 
Bunu kim açıklayacak?
 
Yasağı koyan ’“erk’”in projeksiyonu doğru okunmadığı sürece olayları anlamak çok zor ve yaşananlar rahatsız edici. Olaylar nasıl gelişirse gelişsin, bence başörtüsü yasağı, Türkiye’’de uzun denebilecek bir süre daha devam edecek ve amaçlanan hedefe varılmadığı sürece de tartışma bitmeyecektir.
 
Ne olursa olsun, amaç değişimdir ve değişim başlamıştır ve devam etmektedir. Önce kadın mağdur edilmiştir; sonra vicdanlar, sonra beyinler, sonra eller, kollar, ayaklar, sonra ülke ve bölge, sonra’… harekete geçirilmiştir... Ve değişim, enerjisini haksızlığa uğrayan ve mağdur olan Müslüman kadından alarak devam etmektedir’…
 
Manzara bunu göstermektedir.. Sorun başörtüsüdür, çözüm de değişim.