GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
30 Eylül 2012 Pazar

O konuşmanın şifreleri!

Büyük çapta değişim bekleyenlerin sükut-u hayale uğradığı AK Parti kongresinde ‘tarihi’ olan tek husus Başbakan Erdoğan’ın zaman zaman ağlatan şiirsel konuşmasıydı.
3 saati aşan konuşmanın şifrelerine gelince…
Sezai Karakoç’la başlayıp Necip Fazıl ve Mehmet Akif’ten alıntılarla süslenen konuşmaya Neşet Ertaş ve Âşık Vesyel sosu yakıştı. Ama az geldi.
O konuşmayı ekran başından da olsa baştan sona izleyen bir vatandaş olarak hissettiğim duygunun adı fikri açıdan pozitif ayrımcılıktı.
CHP’yi ülkeye tek bir yapıyı dayatmak ve tek tip insan yetiştirmekle itham eden Erdoğan’ın da aslında Akif, Fazıl ve Karakoç üçlemesiyle aynı yoldan yürüdüğü açıktı. Gençlik yıllarında Necip Fazıl’ın öncülüğündeki ‘Büyük Doğu Akıncılar’ eğilimine sempati duyan hatta ‘duvarlara afiş yapıştırıp, yazı yazan’ Erdoğan, geldiği noktada göğsünü gere gere ‘zaferini’ ilan ediyordu aslında. 
Ve bu yolda kendisine ışık tutan dava büyüklerine ‘selam’ gönderip, ruhlarını şad ediyordu.
Yaklaşık 1 saati aşan ‘selam’ kısmında ise bir partinin lideri ya da bir ülkenin başbakanından çok ‘Muhteşem Süleyman’dan sonra tahta geçen’ kudretli bir Osmanlı padişahı edasındaydı kuşkusuz.
Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan’dan başlayıp Kanuni Sultan Süleyman’a kadar onlarca sultanın/padişahın adını zikreden ama örneklemeyi orada kesen Erdoğan, bir padişah hatta bir halife gibi ‘atalarının izinden’ yürüdüğünü hatta yürümeye de devam edeceğini itiraf ediyordu.
Anlaşılan o ki Erdoğan’a Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı sıfatı da gömleği de hatta sınırları da dar geliyordu. Cihanşümul bir anlayışla Myanmar’a Somali’ye hatta Sibirya’ya, Bosna’ya, Kabil’e, Kuzey Afrika’ya Kudus’e, Mekke ve Medine’ye selam göndermesi biraz da bundandı belki.
Her ne kadar kongrenin ana sloganı ‘Büyük Lider, Büyük Güç, Hedef 2023’ de olsa asıl hedefin Cumhuriyet’in 100. yılından çok Anadolu’ya ayak bastığımız Malazgirt’in 1000. Sene-i devriyesi olan 2071 olduğunu haykırması da bundandı.
Erdoğan, ‘Hedef 2071’ dediği anda ise aklıma birkaç aydır İzmir’deki tüm toplantılarda üstüne basa basa ‘AK Parti Türkiye’yi 22. Yüzyıla taşıyacak’ diyen Milletvekili İlknur Denizli’nin sözleri geldi. Demek ki İlknur Hanım, 1,5 yıl önce tanıştığı siyasi hareketin şifrelerini yıllardır orada olanlardan önce çözmüştü.
Göreve geldiği günlerde ‘O gömleği çıkardık’ diyen ya da demek zorunda kalan Erdoğan’ın gelinen noktada 1071 Alparslan’la başlayıp, Kılıçarslan, Osmangazi, Fatih Sultan, Yavuz Selim, Kanuni’yle devam edip 300 yıl atlayarak Gazi Mustafa Kemal, Adnan Menderes, Turgut Özal ve ‘Merhum Erbakan’ın yolundan gidiyoruz’ sözleri de manidardı.
Manidar olan Erbakan’ın yolundayız itirafı kadar Atatürk’le Erbakan’ı aynı yoldan yürütmesiydi.
Ve tabi ki de Kanuni sonrası Osmanlı’yı pas geçmesiydi.
Konuşmanın devamında tahmin ettiğimiz gibi ‘neden nereye’ bölümü vardı. Kuşkusuz enflasyon oranı, makro ölçekte büyüme rakamları, IMF’den borç alan değil borç veren ülke noktasına geliş rakamları etkileyiciydi.
Ama röntgen makinesi, tomografi ve MR cihazı gibi istatistikler bu bölüme yakışmadı.
Yola çıkarken koydukları ‘3 kırmızı çizgiyi’ hatırlatan Erdoğan’ın ‘etnik, mezhepsel, bölgesel ve dini’ milliyetçilik yapmayacağız hatırlatması yerindeydi.
Lakin, CHP’yi camiler, kuran üzerinden vurması ve konuşmasının pek çok yerinde dini değerleri siyasi referansa dönüştürmesi kırmızı çizgilerden sonuncusuyla az da olsa çelişiyordu.
Öte yandan idam edilen Başbakan Adnan Menderes’i sık sık ‘sütten çıkmış ak kaşık’ gibi sunması da konuşmanın bana göre sırıtan bölümlerindendi.
Menderes’in idam edilişi tabi ki Türk siyasetinin hatta Türkiye Cumhuriyeti’nin, demokrasi tarihimizin en büyük ayıplarından/günahlarından biriydi. Ama bir siyaset adamı olarak Menderes’in de o dönem koşullarında değerlendirildiğinde pek çok tarihi/siyasi hatası/günahı vardı.
Dikkatimi celbeden bir diğer hususa gelince…
Yesevi’den Pir Sultan’dan, Yunus Emre’den Mevla’dan dem vurup Kürt aydınlarına kadar pek çok ismi zikreden Erdoğan’ın malum cemaatin manevi lideri/kurucusu Said-i Nursi’yi görmezden gelmesiydi o da. Öte yandan ‘balkon konuşmalarında’ altını özellikle çizdiği ‘ötekilerin de başbakanı olma’ konusunu ‘yüzde 99 ile iktidara gelsek de kalan yüzde 1’in hakkını savunmak/korumak boynumuzun borcudur’ diyerek tekrar eden Erdoğan’ın muhalif düşüncenin sesi 9 gazeteyi kongre salonuna bile sokmaması konuşmasıyla 90 derece çelişen önemli bir ayrıntıydı.
CHP’yi darbeci ve din düşmanı olarak ilan ettikten sonra teröre karşı ortak çözümün parçası olmaya davet etmesi de ancak ‘hem severim hem döverim’ anlayışıyla açıklanabilirdi.
Kürt meselesindeki çözüm odaklı yaklaşımı, PKK ile kucaklaşan BDP’yi devre dışı bırakıp doğrudan Kürt halkına ulaşma çabaları yerindeydi.
Ve konuşmasının sonlarına doğru İslamafobi’ye izin veren ve İslam’a karşı saldıran yayınları yasaklamayan ülkelere yönelik çağrısı da öyle…
Ama kudretli Osmanlı padişahı Muhteşem Süleyman’ın ‘Roma’daki, Paris’teki’ dansı yasaklayan fermanıyla birlikte düşünüldüğünde tarihsel açıdan ‘nereden nereye’ geldiğimizin de resmiydi bu çağrı. Bir dönem yabancı ülkelerdeki dansı yasaklayan ya da yasaklayabilen kudretli padişahlara sahipken şimdilerde doğrudan kutsal değerlerimize yönelik aleni saldırılara karşı ancak ‘rica diliyle’ konuşabilen bir lidere sahip olduğumuzun resmi ya da…
Ya da bir dönem sınırlarımızın da ötesindeki mazlumlara yardım eden/edebilen milletin gelinen noktada 90 yıl önceki sınırlarına yani sınır komşusu Suriye’ye bile müdahaleden aciz bir noktaya gelişinin resmi. Tabi ki bu durumlardan 10 yıllık iktidarı sorumlu tutmak değil amacım.
Kürsü’de Muhteşem Süleyman’ın halefi gibi konuşan bir lideri görünce millet olarak nereden-nereye geldiğimizi fark etmemden bu satırlar. 
Özetle konuşmanın hemen her satırında aynı vurgu vardı.
Depreşen Osmanlı özlemi… Ya da bir gün mutlaka yeniden süper güç olacağının sinyalleri…
Alparslan’ın kefenine, Özal’ın yaralı kurtulduğu suikastın hemen ardından söylediği ‘Allah’ın verdiği canı ancak ve ancak Allan alır’ sözlerine vurgu yaparak ‘kelle koltuktayız’ mesajını artık içeriye değil muhtemelen dışarıya taa Washinton’a veriyordu.
Dünyaya meydan okuyordu yani… 
Ve sonuç bölümü…
Duygusal veda… Bir veda değil kısa bir mola olduğunu hatırlatması boşuna değildi.
Ve muhtemelen hiç mola vermeden devam edeceğinin sinyalleriyle doluydu konuşmanın bütünü.
Dönem sonunda ‘Partimin emrinde il, il dolaşıp gerekirse konferans veririm’ derken aslında kendisine değil aynı molayı verecek arkadaşlarına sesleniyordu.
Ve kapalı kapılar arkasındaki senaryolardan etkilenmiş olacak ki, ‘vesveseye, fitneye izin vermeyin’ diyerek olası bir parçalanma senaryosuna karşı arkadaşlarını uyarıyordu. Bilhassa 3. Dönemini yaşayanları...
Ve ‘bu davayı sırtlayacak çok sayıda isim var’ diyerek tek bir kişiye/yapıya işaret etmeyeceğinin özellikle bir halef tayin etmeyeceğinin altını çiziyordu. Böylelikle ‘Yerine Numan Kurtulmuş mu geçecek?’ sorusuna da yanıt vermiş oluyordu. Ya da farkında olmadan parti içinde büyük bir mücadelenin fitilini şimdiden ateşliyordu.
Sonuçta bir saati selamlama da olsa 3 saatlik konuşmanın kendi içinde bütünselliği vardı.
Hedef 2023 sloganı verilen mesajlar karşısında eksik kalıyor, bazı bölümlerinde pratikle çelişse de 10 yılın hesabını verip önümüzdeki 50-60 yılın rotasını çiziyordu Başbakan Erdoğan.
Tabi ki kendi cephesinden…
Tespit ettiğim ya da edemediğim eksikler/çelişkilerin yanında benim için en büyük eksik konuşmada tek satır özeleştiriye bile yer verilmemesiydi. ‘Şurada hata yaptık ve hala bazı temel konularda eksiklerimiz var, şunları yapmamalıyız ya da şu-şu konularda yapılanlar bir daha tekrarlanmayacak’ demesini zaten beklemediğim Erdoğan’ın çizdiği güllük gülistanlık bir ülke tablosu, yaşam pratiğimizle çelişiyordu. Keşke bir parça da özeleştiri yapıp, ‘doğru yolda olduğunu farz eden’ ama yanlış yolda ilerleyen bazı arkadaşlarını, bürokratlarını, partililerini de uyarmış olsaydı o 3 saatlik konuşmanın bir bölümünde.
Keşke ama nerdee…