GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
27 Eylül 2012 Perşembe

Büyük üstadın son mesajı!

‘İyi adamlar iyi atlara binip gidiyor’ demiştik ya geçenlerde. Bir iyi adamı daha yolculamanın garip bir hüznüyle doluyuz bugünlerde. Terördü, siyasetti derken Neşet Baba’nın ardından birkaç satır yazamadık. Bu eziklikle kaleme alındı bu satırlar. 
*
Aşık Veysel’e göre ‘Uzun ince bir yoldur, iki kapılı bir handır’ hayat denilen meret.
Gece/gündüz yürünen, birkaç günlüğüne konaklanılan…
Asıl olansa bir çırpıda geçen bu zaman diliminde gönüllere girebilmek, sevmek ve de sevilmektir.
Sazın ve sözün ustası Neşet Ertaş, bunu ziyadesiyle başardığını ölümüyle bile kanıtladı.
Nasıl mı?
Bakın anlatayım.
Pek çok cenaze töreni gördüm, pek çoğunu izledim.
Pek azında Neşet Baba’nın ardındaki ‘samimi’ kalabalık vardı.
Pek azında yaşlar gözden değil gönülden kopuyordu.
Yurdun her köşesinden on binlerce seveni/dostu Kırşehir’e akın etmiş, partisine-pırtısına bakmadan, kökenine, alt kimliğine aldırmadan 70 milyon saf tutmuştu ardında.
Kimi binlerce kilometrelik yolu teperek kimi (bizler gibi) ekran başında ağlayarak…
Yıllarca gönül telimizi titreten büyük üstadı işte böyle uğurladık.
Tabutun bir ucundan Başbakan Erdoğan, öbüründen Kılıçdaroğlu tutuyordu.
Alevisi-Sunnisi, Kürdü-Türk’ü-Roman’ı Çerkezi… Fakiri-zengini, dulu-yetimi…
Yaşamı boyunca Türkülerinde topladığı Anadolu’nun tüm renkleri desen desen sıralanmıştı arkasında…
Büyük Üstad son yolculuğunda bile büyük bir mesaj veriyordu aslında.
Alt kimliğe, mezhebe, kılığa kıyafete bakmadan insanın özüne inmiş, gönüllere girmişti yıllarca. Bugünlerde bölündükçe bölünen, dağıldıkça dağılan, hemen hiçbir konuda uzlaşamayan, hiçbir ortak noktada buluşamayan Türkiye’ye hala ortak değerlerinin olduğunu, istenirse birlikte ağlanabileceğini gösteriyordu aslında.
Çünkü sevgiydi, tatlı dildi gönüllerin tek anahtarı…
İnsana insan olarak bakmaktı sadece..
Ve o yüzyılın son dervişiydi. Yunus Emrelerin, Mevlanaların, Pir Sultanların son temsilcisi.

En büyük üzüntüm bundandır.
Dahası yerinin asla değilse de kolay kolay dolmayacağını bilmemdir.
Bazıları Neşet Ertaş’ın ardından oluşan atmosfere anlam vermekte zorlandı.  
Nasıl bu kadar büyütülebilirdi bu ölüm… Altı üstü 74 yaşında bir Türkücüydü sonuçta.
Yanılıyorlardı. Altı öyleyse de üstü başkaydı.

*
Kırşehir’in köylerinde eşeksırtında o düğünden öbürüne koşarak başlayan yaşamında Allah vergisi yeteneğini de konuşturarak yükseldikçe yükseldi. Büyüdükçe, büyüdü.
Ama Neşet Ertaş’ı Neşet Ertaş yapan büyüdükçe küçülmesiydi aslında.
Küçülmesini bilmesiydi.
Ya da sadece gönüllerde büyümeyi tercih etmesiydi.
Dolu başak eğik olur derler ya… Aynen öyleydi.
Halkından bir an olsun kopmadı.
Onların dertleriyle dertlendi.
Onlarla ağladı, onlarla güldü.
Sevinç ve hüznü yan yana yaşadı, yaşattı.
Hem ağlattı hem oynattı. Sılaya, sevgiliye ve Allah’a aşkı bir arada yaşadı/yaşattı.
Devlet sanatçılığı payesini elinin tersiyle itti…
Ve uzun yıllar ayrı/hasret kaldığı yurduna/sılaya dönüşte İzmir’i tercih etti.  
Ama birileri gibi deniz kenarında lüks bir villaya değil.
Karabağlar’da kimilerinin ‘varoş’ diye tabir ederek hor gördüğü bir semte, akrabalarının, abdalların yanına…
*
Neden İzmir sorusuna da şöyle yanıt veriyordu:  
’Kimdir necidir sormayan
Kimseyi hakir görmeyen
İnsanlıktan ödün vermeyen
Güzel İzmir sana geldim’

*
Belki de bu dünyaya ait değildi. Hiçbir zaman da olmadı.
*
Baba Muharrem’in ardından da yanmıştı yürekler, burkulmuştu.  
Ama oğul Neşet’le teselli bulunmuştu. Çünkü boynuz, kulağı geçmişti.
Ardından duyduğumuz yangının bir nedeni de bu olsa gerek.
Yerinin en azından uzun süre doldurulamayacağını bilmemizden…
O içli Türkülerin de onunla birlikte susacak olmasından…

*
Belki ilkokul mezunu bile değildi. Ama yürürken yazardı gönül telimizi titreten, bizi bizden alıp başka yerlere götüren dizeleri.  
Elbet bir gün göçecekti, kendi tabiriyle yalan dünyadan.
Vakti geldiğinde uçacaktı, sonsuzluğa…
Belki yorgun kalbi daha fazla dayanamadı olan bitene.  
Sığlığa, ayrımcılığa, kutuplaşmaya, akan kana ve gözyaşına…
Belki erken gitmeyi biraz da bu yüzden, kendi istedi.
Ölümü acı, gidişi zamansızdı belki ama…
Giderken bıraktığı mesajın tam zamanıydı.
’Hala aynı bahçede saf tutabilir hala ortak değerlere tutunabilirsiniz. Dahası hala birbirinizi sevebilirsiniz’ diyordu büyük üstat özetle.  
Tabi ki anlayana…