GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Suavi YARDIMOĞLU
YAZARLAR
9 Temmuz 2014 Çarşamba

Kupanın laneti, Panzer’in hikmeti…

Çoçukluk düşlerimiz, gençlik idollerimizdi Brezilya… Karşısında kim olursa olsun Sambacılar’ı tutardık hep. Tarih yaprakları birer birer koparken, 1930’da başlayan kupanın üzerindeki tarih 60’lardan, 70’lere, 80’lerden, 90’lardan ikibinlere evrildi.
Yıldız Sineması’nda film aralarında bir firmanın reklam sunumunda Pele’yi izlerken başlayan kupa keyfimiz, siyah beyaz televizyonlardan, tüplü renkli ekranlara, oradan LCD’lere ve 3D’lere terfi etti. İnternetten anında golleri izlemeye başladık.
Garincha, Carlos Alberto, Pele, Didi, Sokrates, Zico, Romario, Ronaldo derken Neymar devraldı Samba Kralı tahtını… Ama Brezilya keyfimiz hiç değişmedi.
Elli yıl sonra yeniden ev sahibiydi Brezilya… İte kaka grubu geçerken, yayıncı kuruluşun çıldırtan yorum ve yorumcuları, sesi kıstıran anlatımları eşliğinde kendimizi avuttuk, “Dünya futbolu gelişiyor, artık takımlar arasında fark kalmadı” diye ahkam keserek….
Panzerler, gümbür gümbür gelse de, bir Türk, Mesut Özil formasını giyse de ay yıldızın yerine saydık Güney Amerikalı fenomeni, bir umut bekledik.
Ömer Üründül, “Honduras var da neden Türkiye yok?” diye sorarken, Ceyhun Eriş, futboldaki hünerini mikrofona taşımak için ıkınıp sıkınırken, Cüneyt Çakır düdüğünü başarıyla üflerken, Kostarika, Kolombiya derken yarıfinal geldi çattı.
Son kral Neymar da yoktu, ama yine bir umut vardı. Derken panzer çıktı sahneye. Ardı ardına yağmur gibi geliyordu goller. Çoluk çocuk salya sümük, tribünler ağlıyordu. Ekran başındakiler birbirlerine çimdik atıyorlardı, “acaba rüyada mıyız?” diye…
Rüya değildi, gerçeğin ta kendisiydi. 1954’te yine evinde Uruguay’a finalde çarpılan Sambacılar, Mesut’un 8.ci golü kaçırmasının ardından, adına onur sayısı denemeyecek Oscar golüyle işi 7-1’e bağlıyor, bu kez finali bile göremeden tarihin en ağır hezimetini alıyordu.
Brezilya, Avrupa’ya saldığı lejyonerleriyle giderek bizim düşlerimizde kalan kendi ekolünden yavaş yavaş uzaklaşıyordu. O sahada Samba yapan, sürekli hücumu, pozitif futbolu düşünen, alıp veren bir şeyler yaratan, Brezilyalı yetenek avcıları gitmiş, yerine bir iki futbolcuya bel bağlayan bir golün ardına sığınıp “al gülüm ver gülüm” maçın bitmesini bekleyen bir 657 ordusu gelmişti. Bu düşünsele faturayı kesen ise makine düzenindeki Almanlar oldu.
Almanya ise 70’li yılların Gerd Müllerli, Beckanbuer’li, Brietner’li efsane kadrosunun ardından giderek çöküş sürecine giren futbolunu çok iyi rehabilite etmişti.
ABD’li siyahi atletin olimpiyat madalyalarının Führer’i stattan kaçırttığı Hitler Almanyası’ndan, duvarları yıkıp tek bir güç olan çağdaş Almanya, futbolda da, ön yargılarından arınıp duvarları son tuğlasına dek yıkmıştı.
Hitler çoktan toprak olsa da, tüm dünya tarafından lanetlese de kendi ırkını bir başka beğenen Almanlar; Türk Mesut Özil, Ganalı Jerome Boateng, Tunuslu Sami Khedira, Polonyalı Miroslav Klose ve Lukas Podolski, Arnavut Mustafi’yi son kuşak Almanlarla kaynaştırdı. Türkiye’den neredeyse arkasından teneke çalarak kovaladığımız, o dönemin bilmiş otoritelerinin “bundan antrenör olmaz, ancak kurs hocası olur” dedikleri Löw, dişlileri yağlamış, mükemmel bir uyumla yarışan, değil 7 gol, sekiz, dokuzla yetinmeyen, son düdüğe kadar kadar doyuma ulaşmayan, kendi futbol savaşım ilkelerinden en küçük bir ödün vermeyen 2014 model yeni Panzer’i çoktan yaratmıştı. Kupada üst üste yarıfinale kalma rekoru kıran, Klose ile en golcü futbolcu ünvanını kapan Panzerler, adına yaraşır bir istikrar abidesi olduklarını göstermişlerdi, ancak bu kadarı beklenir miydi? Oldu, demek ki futbolda “yok” yokmuş. Almanlarla şaka olmuyormuş. 7-1…
Ne var ki bu muhteşem skorun ardındaki makine uyumundaki ekip Löw’ün önüne gökten zembille inmemişti.
90'ların sonunda Klinsmann'lı, Mattheus'lu altın jenerasyonun tükenmeye başladığını anlayan Almanya “Kaiser” (imparator) lakaplı Franz Beckenbauer liderliğinde bir altyapı seferberliğinin tohumlarını atmıştı. 1999 yılının Mayıs'ında ülke genelinde 121 adet futbol akademisi kuruldu. 10-17 yaş arasındaki çocukları yetiştirecek olan bu akademilere tam zamanlı iki antrenör atandı. 5 yıl sonunda 242 antrenöre verilen para 15.6 milyon euroyu aştı. Ayrıca Almanya Futbol Federasyonu 1. Lig olan Bundesliga 1 ve Bundesliga 2'deki tüm takımlara ikişer adet futbol akademisi kurma zorunluluğu getirdi. 2002'den 2012'ye kadar 500 milyon euronun üzerinde bir kaynak bu akademilere aktarıldı. Hiçbir özveriden kaçınmadı Almanya. Realite şuydu aslında;
Bu akademilerden çıkmayan ve Alman Milli Takım akademilerinden geçmeyen bir tek futbolcu vardı. O da Dünya kupaları tarihine geçen Klose’ydi.  
Biz hala genç futbolcuların orasındaki burasındaki dövmelerle uğraşırken, Almanya başta bizim çocuklarımız olmak üzere hepsi “okumuş çocuklar” dediğimiz yeni bir futbol kuşağı oluşturarak, bugünlere geldi. 2011'deki U17 Dünya Kupası'nın üçüncülük maçında Brezilya'yı 3-1 geriden gelerek 4-3'le geçen Alman takımında 8 Türk asıllı oyuncu sahaya çıktığını, gollerin hepsini de Türkler’in attığını anımsayanınız var mı? Almanlar söz konusu futbol olunca farklı milletleri nasıl kucaklıyorlar değil mi? Böyle devşirmeye can kurban.
Türkiye Futbol Federasyonu geçen yıl sonundaki verilerine göre lisanslı futbolcu sayımız 596 bin 765...  Almanya’da ise yine geçen yılın verilerine göre Futbol Federasyonu'na bağlı, 250 bini Türk asıllı,  6 milyon 800 bin 128 lisanslı sporcu yer alıyor. Ülkedeki lisanslı kadın futbolcu sayısı bile 1 milyonun üzerinde…
Bize göre yılların emeğini süzüp güzeller güzeli Belo Horizonte’de Mineirão Stadyumu’nun çimlerinin üzerine gol olup yağan Almanya’nın 7-1’lik mucize galibiyetinin hikmetiydi bunlar…
Brezilya’ya gelince…
7-1’den sonra sosyal medya yıkıldı. Can dostum, sevgili kardeşim 9 Eylül Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Murat Attila da kendi hesabından aynen şu satırları paylaştı.
“Sen Dünya Kupası için 14 milyar dolar harca, bu paraya karşı çıkan halkını biber gazı, toma, polis baskısı, asker dayağı ile sustur. Halkının yüzde 50’si sefalet içinde yaşasın, altyapı, sağlık, eğitim harcamaları yerlerde sürünsün. Sonra da Almanya'dan 7 tane ye. Oh olsun, bir de futbolun adaleti yok derler. Beter ol Brezilya...”
Murat Attila yerden göğe kadar haklıydı. Onlarca emekçinin, gariban Brezilyalı’nın ülke yoksulluktan kırılırken kupaya harcanan paralara, ettikleri ahlar Scolari ve öğrencilerini vurmuştu, Brezilya kendi evinde kupayı alarak tarihe geçmeyi umarken, asla kazınmayacak müthiş bir utançla tarih sayfalarında yerini aldı. Evet, olsa olsa “kupanın laneti”ydi bu…