GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
27 Aralık 2022 Salı

İyi insan, seven insan, özgür insan

Herhangi birimiz ölüm/hayat veya savaş/barıştan birine karar vererek seçim yapabilir mi? Ve insan bu tür kararlar almak için ne ölçüde özgürlüğe sahiptir, birey olarak insan ve batı toplumu olarak biz?

Bu soruları soran Almanya doğumlu Amerikalı ünlü psikanalist, sosyolog ve filozof Erich Fromm. (23 Mart 1900, Frankfurt - 18 Mart 1980).

Şu günlerde yaklaşan yılbaşı etkisiyle olumsuz bir şeyler yazmak istemiyorum ama yılın son günlerinde “hesaplaşmalar da” yapmak gerek diye düşünüyorum. Pek sevdiğim Eric Fromm’un peşine düşeyim dedim bugün.“İyi insan, aklından hiç kötülük geçirmeyen saf insan değildir. İyi insan, her şeyin farkında olup iyiliği tercih edendir” sözü ne güzeldir.

Ülkemizde Sağlıklı Toplum, Sevme Sanatı, Sigmund Freud'un Kişiliği ve Etkileri, Bırakın İnsan Kazansın: Bir Sosyalist Manifesto ve Program, İsa Dogması ve Din, Psikoloji, Kültür Yazıları, Sevginin ve Şiddetin Kaynağı, Sosyalist Hümanizm, İtaatsizlik Üzerine, Hayatı Sevmek, Olma Sanatı, Dinleme Sanatı ve İnsan Olmak Üzerine adlı kitapları yayınlandı. Yayınlanmaya ve okunmaya devam ediyor.

Bu yazıda size Fromm’un özgürlük üzerine düşüncelerinden altını çizdiğim bölümleri paylaşmak istiyorum. Çünkü Usta’nın dediği gibi “Hakikat seni özgürleştirir”.

Fromm’un “İnsan özgürlüğe sahip midir değil midir?” sorusuna verdiği karşılıkla başlayalım:

“Özgürlüğü bir cisim gibi sahip olunan ya da olunmayan bir şeymişçesine değerlendiren özgürlüğe sahip olma ya da olmama meselesi, meseleyi daha da karmaşıklaştırmaktan başka bir işe yaramıyor. Bana göre özgürlük, bir kişinin sahip olduğu ya da olmadığı sabit bir özellik değildir. Özgürlük, insanın bütünsel gelişimine bağlı olan bir beceridir. Bilge biri olmak, nasıl insanın kendi gelişimine bağlıysa veya konuşma becerisi de aynı şekilde insanın kendi gelişimine bağlıysa, bu da öyledir.

Size basit bir örnek vereyim. İki kişi satranç oynuyor diyelim, ikisi de eksiksiz bir kazanma özgürlüğü ile başlar. Bu özgürlük iki tarafta da eşittir.

Birkaç hamle sonra arada bir fark ortaya çıkmıştır bile. Birinin kazanma olasılığı artık diğerinden daha büyüktür. Ancak rakibin gerisine düşen oyuncunun hâlâ kazanma şansı vardır. Bir noktadan sonra oyun öyle bir duruma varır ki; bir oyuncunun kazanma özgürlüğü, diğerinin kaybetme ihtimali kalmaz. Aradaki fark şudur: İyi bir satranç oyuncusu, şahı kaybetmeden birkaç hamle öncesinde oyunu kaybettiğini anlar. Satrançta iyi olmayan kişinin ise kaybettiğini anlaması ancak oyunun sonunda şahı kaybetmesi ile olur. Kaybettiğine ancak o zaman ikna olur.

Şimdi oyundaki ilk hamle ile iyi oyuncunun oyunu kaybettiğini anladığı hamle arasını ele alırsak; burada özgürlüğün, seçim yapma olanağının adım adım azaldığını görürsünüz. Tam özgürlükten seçim yapma olanağının artık kalmadığı noktaya varış...”

Cevabı merak edilen sorulardan biri de budur: “Kötülük yapmayı insanlar nasıl beceriyor?”

Fromm şöyle vermiş cevabı: Çok bilinmeyen bir kitaptan, Eski Ahit’ten bir örnek vereyim. Eski Ahit’te Yahudilerin Mısır’dan çıkışı anlatılırken “Tanrı, Firavun’un kalbini nasırlaştırdı” denir. Buradan bence Tanrı’nın, Firavun’dan daha da katılaşmasını istediği anlamı çıkmaz. Demek istenen; kötülük yapma sürecinde herkesin kalbinin nasırlaşacağıdır. Bir noktaya kadar karar veririz. O noktayı aştıktan sonra artık karar bizim değildir. Çünkü kalbimiz yaptığımız eylemler sonucu nasırlaşmıştır. Bu örnek de bir insanın kişiliğinin gelişiminde özgürlüğün kazanılması ya da kaybedilmesi sürecini anlatıyor. Bugün de aynı noktadayız. Bence hala hayatı ve barışı seçmek için zamanımız var. Ancak yine de özgürlük alanımız kayda değer bir ölçüde daralmış durumda. Seçim yapma şansımızı, özgürlüğümüzü kaybedeceğimiz noktaya yaklaşmak üzereyiz.

İki kötülük arasında seçim yapmak

Seçim ve özgürlük ile ilgili üçüncü nokta; son 30-40 yılda batı tarihinde çokça tartışılmış bir mesele. İki kötülük arasında seçim yapmak zorunda kalma meselesinden bahsediyorum. İnsanlar genellikle büyük kötülük ile küçük kötülük arasından bir alternatifi seçiyorlar. Yapabileceklerinin yalnızca iki kötülük arasından birini seçmek olduğunu düşünüyorlar ve mantık olarak küçük kötülüğü seçmenin, büyük kötülüğü seçmeye göre daha iyi olduğu fikrindeler. Genelde bireysel ve siyasal yaşamda olan şey şu: Büyük kötülüğün gelmesini yalnızca bir süreliğine ertelemiş oluyorlar. Er ya da geç bu büyük kötülüğün gelmesi kaçınılmaz.

Bireysel ve siyasal hayatta en önemli meselelerden biri şudur: Küçük bir adımın nihayetinde geri döndürülemez büyük bir olaylar silsilesinin başlangıcı olabileceğini görme kabiliyetini edinmek ve bu adımın ne zaman atıldığının farkına varmak. Bunu yapabildiğimiz zaman inanıyorum ki kişi daha önce bahsettiğim acil durumlar için sakladığı gücünü geliştirebilir ve hayatının akışını değiştirmeye muktedir olabilir. Bu durumda, kişinin eylem özgürlüğü bulunur, başka yöne gitme enerjisi ve yeteneğine sahip olur.

Ancak bizim kendi kendimize yaptığımız, toplumdaki liderlerin de halka yaptıkları şudur: Cesaret vermek amacıyla işlerin yoluna gittiğine inandırmak. Her şeyin yolunda gittiğine inandırmak. Dolayısıyla da hepimizin içinde bulunan acil durum enerjisinin hayatlarımızı değiştirme, toplumun kaderini değiştirme yolunda açığa çıkmasını engellemek.

Eric Fromm da “enseyi hiç karartmayın” diyor gördüğünüz gibi.

Bence de kötümserliğe gerek yok.  “Fransız şarkısında da dediği gibi; l'amour est l'enfant de la libert, 'sevgi özgürlüğün çocuğudur'. O, asla zorbalığın çocuğu olamaz.”