GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
21 Aralık 2012 Cuma

Hayat öğretiyor

Bilge olmak ile bilgili olmak arasındaki farkın neredeyse bütün bir yaşamın paradigmasını
-değerler dizisini- değiştirecek güce sahip olduğunu bilmem hiç düşündünüz mü?
Bilgelik üzerine kafa yormuşluğum vardır. Fakat bilge ile bilgi sahibi olmak arasındaki farkın yaşamın paradigmasını değiştirebileceğine dair pek düşünmediğimi, geçenlerde bir alışveriş kuyruğunda yaşadığım olay sırasında fark ettim.
Yaşamda öyle anlar var ki, bazen anlamak, bilmek yetmiyor, illaki hissetmek, duyarlık gerekiyor; ancak o zaman insanın anda yaşadığı olayı içselleştirmesi ve değişim yaratacak gücü kendinde bulması mümkün oluyor.
 
Bir markette alışveriş yapmış kasanın önünde kuyrukta bekliyordum. Önümde bekleyen yaşlı bayana sıra geldiğinde, elinde tuttuğu naylon torbadan bir elma, bir portakal, bir armut, iki kabak, bir patlıcan, bir demet maydanoz, bir paket makarna, 200 gramdan fazla görünmeyen kıymayı tek tek çıkarıp kasiyerin önüne sıraladı. Aldıklarını tezgâha koyarken; sadece 18 liram var, lütfen hesap bu rakamı geçerse söyleyin, diyordu ve bir yandan da telaşlı hareketlerle önceliği olanları öne geçirmeye çalışıyordu. Bu arada da bana dönüp, tekerlekli alışveriş çantasında duran 3 litrelik su şişesini tezgâhın önüne koymam için çok düzgün bir Türkçeyle ricada bulundu. Sözü mü olur, derhal isteğini yerine getirdim. Kasadan geçen su şişesini tekrar tekerlekli alışveriş çantasına koyarken, kapağını açmamı rica etti. Belli ki, gücü o kapağı açmaya yetmiyordu.
Kasiyer, yaşlı kadının aldıklarını kasadan geçirirken ben de merakla sonucu beklemeye koyuldum; “borcunuz 15 lira 65 kuruş” deyince, yaşlı kadının yaşadığı sevinç trajikti.
 
Bir yanda, sahte bir tevazuuyla, kullandığı iPhone’nun 2000 lira kadar olduğunu söyleyen genç insan; diğer yanda, 18 lirasını, alacağı beş parça yiyeceğe yetirmek için hangisinden feragat edeceğine karar vermek durumunda olan yaşlı kadın.
Bu iki insan arasında oluşan dehşet dengesi, toplumda oluşan Türk-Kürt, muhafazakâr-laik gerilim hatlarında oluşan dehşet dengelerinden daha gerçektir. Türk veya Kürt, Müslüman veya değil, hiçbir insan bunu hak ediyor olamaz. Ve sistemin asıl derdi bu haksızlığın önünü almak olmadığı sürece, her türlü çaba boşunadır.
Bir sistem insanları açlıkla terbiye ediyorsa, o sistemi tam buradan sorgulamak gerekir.
 
Tablet bilgisayar, akıllı telefon gibi birbirini tekrarlayan aygıtlara bir emeklinin 6 aylık geliri kadar para ödeyen bilgi çağının insanı, metalaşan bilginin ortaya çıkardığı insandır. Bilgilidir.
Hayatı salt bilgiyle değil fakat aynı zamanda ve öncelikle duygularıyla algılayan ve öyle yaşayan insan, bilge kişidir. Yaşanmışlığın bilgisiyle konuşur.
Modernitenin bilinebilirlik sınırlarına kapattığımız hayatlarımızdan kayıp giden bilgeliğin yerini alan “bilgi sahibi olmak”, anlayış olarak kesinlikleri sever. Oysa hayat muammadır.
Dolaylanmış yaşamlarımızda temsilin temsiline varacak ölçüde insandan uzaklaşmış olan etik değerler içselleştirilemeyecek kadar dış oldular.
Bilgi teknolojileri, bildiklerimizi, yaptıklarımızı ettiklerimizi hızlı bir dolaşımın içine sokmak, dev belleklerde toplamak ve dev sunucularla tek tek her insana ulaştırmakla övünüyor.
Bu hızlı dolaşımın içinde bir an durup, önünde diz çöktüğümüz bilimin getirdikleri, götürdükleri hakkında düşünmek fikri bile bize çok uzak.
Tüketim ve gösteri toplumunda, bilim ve teknolojinin sunduğu sahte nimetlerin peşinde, birbirinin üstüne basarak tüketim mabetlerine koşan meta fetişistine dönüşmüş “özgür birey” olmak, kapitalist sistem ile aramızdaki en can yakıcı sorundur. İhtiyaçlarımızın zaruret ile bütün bağları kopmuştur.
 
Markette alışveriş yaparken izlediğim o yaşlı kadının durumu bu toplumun asıl meselesi haline gelmediği sürece hiçbir sorun kalıcı veya uzun soluklu çözüme kavuşamaz.
Kavranırlık düzeyinde ele aldığımız meselelerimiz insana dair olanı eksik bırakıyor.
Duyarlık düzeyinde Söyleme’yi öne çıkarmak, bu eksikliğin dermanıdır.