GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Tayfun MARO
YAZARLAR
17 Aralık 2012 Pazartesi

Değişimi anlamak için: CHP ve değişim

Yurtta ve dünyada süregelen değişimden söz ederken aynı şeyi konuşuyor olabilir miyiz?
Türkiye’de ortaya çıkan değişim talebinin dünyada estiği söylenen değişim talebiyle pek örtüştüğü söylenemez.
Türkiye’de değişim talebi, devletin ceberut tutumundan kaynaklı devlet-yurttaş ilişkisindeki bozulma sonucu kamusal alanda sürdüğü varsayılan toplumsal mutabakatın çökmesi sonrasında ortaya çıkmıştır.
Türkiye’de kamusal yaşamda çöküşün önü demokrasiyle alınabilseydi, uluslararası sistem, değişim politikaları üzerinde bu denli etkili olamazdı.
Demem o ki, dünyada estiği söylenen değişim rüzgârları ile ülkede yaşanan değişim sürecinin o kadar da ilintili olduğu söylenemez. İlle de ilişkilendireceksek, Türkiye’nin boşluğundan yararlanan kapitalistlerin ülkenin yönetim biçimini istedikleri gibi dizayn etmeye yeltendiklerini söyleyebiliriz. Sonuç itibarıyla bu da bir değişim.
 
Türkiye öyle ya da böyle bir değişim yaşıyor. Sorun, bu değişim sürecinin nasıl ve hangi kadrolar tarafından yönetileceği ile ilgilidir.
AKP ve değişim üzerine çok şey söylendi, yazıldı. Fakat statükonun partisi olarak yaftalanan CHP’nin değişim politikalarının yeni adresi olabileceği ihtimali üzerinde nedense durulmuyor; bence durulmalı.
 
Yeni dünya düzeninde Türkiye’nin tutmak istediği yer ile izlenen politikalar arasında tutarlılık var mıdır?
Bu soruyu şöyle sormak da mümkün; Türkiye, yeni dünya düzeninde nasıl bir yer tutmak istediğine karar vermiş midir ve bu doğrultuda politikalar oluşturulmuş mudur?
İktidar partisi açısından bu sorunun yanıtı açıktır: Küreselleşen dünyanın bir üyesi olarak, uluslararası sistemin öngördüğü koşulları benimsemek, devlette ve ekonomide bu doğrultuda yapılanmayı gerçekleştirmek. Buna kısaca taşeron bir devlet olmak diyebiliriz. Çünkü kapitalist sistemin son on yıl içinde Türkiye’de öngördüğü yeni uluslararası iş bölümünden başka bir sonuç çıkmadı.
 
Ana muhalefete gelince; CHP’de sosyal demokrasi anlayışı ulusaldan evrensele doğru bir değişim geçiriyor. Bu yenilenme hareketinin kadroları yeni yeni oluşuyor. Dolayısıyla bazı şeyleri söylemek için henüz erken olabilir; bununla beraber, CHP’deki değişimin doğrultusu bir fikir veriyor.
CHP, ödünsüz ulusalcı konumunu terk ediyor. Buna karşın, sosyal demokrasinin evrensel değerlerini öne çıkarıyor. Bunun anlamı, toplumun bütün kesimlerinden gelen farklı değişim taleplerinin daha özgürlükçü bir anlayışla karşılanmasıdır.
CHP’den, insan hakları ve özgürlükler meselesini yeni yaklaşımlarla ele aldığını gösteren açıklamalar geldikçe anlıyoruz ki değişim sürüyor. Böyle söylüyorum çünkü değişim politikaları henüz parti programına yansımış değil.
CHP’nin “insan haklarına dayalı” bir devlet tasavvuru var mı? Bunu gerçekten merak ediyorum. Bugüne kadar bir yanıt alamadım. Altını çizerek söylüyorum; insan haklarına saygılı değil, insan haklarına dayalı bir devlet anlayışından söz ediyorum.
Tecrübeyle sabit, devleti yönetenler insan haklarına saygı duymaktan vazgeçtiğinde elimiz kolumuz bağlı, başımıza gelenlere katlanıyoruz.
 
Günümüzde, ekonomide üretimi destekleyen, sosyal devleti yük saymayan ve insan haklarını önceleyen yönetim biçimlerine demokrasi diyoruz. Bu anlamda, CHP, yeni siyasal yaklaşımları itibarıyla demokrasiye en yakın duran siyasal partidir.
İnsan haklarında ülkenin savrulduğu yerlerde ne demokrasi ne de sosyal barış mümkündür.
Kamusal alanda toplumsal mutabakat, Kürtlerin ve İslamcıların Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine kapsayıcı olmayan sübjektif itirazları nedeniyle bozulmuştur. Ve bozulan mutabakatın düzelmesi her şeyden önce bir demokrasi sorunudur.
Kürtlerin, Sünnilerin, Alevilerin, Rumların, Musevilerin, Ermenilerin, diğer azınlıkların ve Cumhuriyet’in yurttaş kimliğini benimsemiş Türklerin bir arada yaşamasını sağlayacak sosyal sözleşme mümkün mü? Kanımca, herkesin “evet” diyeceği bir metin nasıl oluşturulabilir, bu henüz bilinmiyor. İnsan hakları çok bilinmeyenli bir denklem…
 
Temel insan hakları, kişi haklarıdır. İnsan hakları olarak tanımlanan din ve etnisite gruplarının hakları da insan hakları katalogunda yer bulur fakat bu haklar, kişi hakları değil, grup haklarıdır. Bu nedenle grup haklarına dayalı olarak tanımlanan temel insan hakları, devletin her yurttaşı için geçerli olamaz. Sunileri, Alevileri, Kürtleri veya Türkleri önceleyerek tarif edilen bir temel hak herkes için geçerli olamayacağından, yurttaşların tek tek o devlete onay vermesi ve sosyal sözleşmenin gerçekleşmesi olanaksızdır.
İslamcıların, Kürtlerin ve Kemalistlerin toplumsal mutabakat konusunda takındıkları sekter tutum, çözümsüzlük üretiyor. Bu tutumlardan uzlaşma çıkma ihtimali yok.
Merkez sağda liberallerin ve muhafazakârların desteklediği AKP, toplumda uzlaşma sağlayacak politikaları oluştururken İslami referansları ve din normlarını esas alınca, uzlaşma ve mutabakat koşulları ortadan kalktı.
Öte yanda, Türk ve Kürt milliyetçiliğinin zaten mutabakat aramak gibi bir derdi olmadığını biliyoruz. Bunu dert edinseler bile ideolojileri itibarıyla uzlaşma sağlamak onların işi değil.
 
İhtimal olarak, Türkiye’yi içine sürüklendiği gerilim alanından çekip almak, sosyal demokratların üstesinden gelebileceği uzlaşma siyasetiyle pekâlâ mümkündür. Uzlaşma kültürüne aşina sosyal demokratlar, ilişkileri sorunlu hale gelmiş olan bütün toplum kesimlerini demokraside buluşturabilir.
Cumhuriyet’in kuruluş felsefesini sorgulamak gerekiyorsa, bu yapılmalı. Ve bu sorgulamanın CHP’ye rağmen yapılamayacağı bilinmeli.
Cumhuriyet’in yeni yurttaş tanımı yapılacaksa ki yapılmalı; bu girişimin öncülüğünü yapmak sosyal demokrat kimliği benimsemiş CHP’ye düşmeli.
Deniz Baykal boşuna gitmedi. CHP durduk yerde değişmiyor.