GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Dr. Berna BRIDGE
YAZARLAR
31 Temmuz 2013 Çarşamba

Hamileler, sevgi ve sevgisizlik üzerine

Çok keyifli bir Pazar günü yaşıyorum. Oxford’da, Isis (Thames) nehrinin kenarındaki küçük çiftlik evinden kafeye dönüştürülmüş restoranın nehre 3 metre mesafedeki bahçesinde oğlum Oliver ile pek lezzetli bir öğle yemeği yiyorum. Hava 21 derece, bulutlu. Kazaklarımızla oturuyoruz, yağmak üzere olan yağmur için şemsiyeler açılmaya hazır yanımızda… İzmir’in ve Çeşme’nin temmuz sıcağından sonra çok iyi geldi yağmur ve bulut…
Bahçede anne-babalarının yanında küçük çocuklar mutlulukla oynuyor. Derken karnı burnunda hamile bir kadın, kocası ve 2 yaşındaki çocuğuyla giriyor bahçeye. Kadının üzerinde askılı bir elbise. İngilizler bizim gibi değil, takvim Temmuzu gösteriyorsa havaya bakmadan askılı elbise, tokyo, sandalet giyiyorlar. Minicik çocuklar çorapsız, ceketsiz oynuyor. Hamile kadın gayet huzurlu ve mutlu görünüyor. Aklım birden güzel ülkeme gidiyor. Ömer Tuğrul İnançer’in hamilelerin sokakta gezmesini “terbiyesizlik” olarak tanımlayan talihsiz sözlerine kayıyor aklım… 
TRT ekranlarında Ömer Tuğrul İnançer'in bu hoş olmayan, kadınları fiziksel bir meta haline getiren, hamileliği ise sadece bir cinsel harekete indirgeyen düşüncelerini dile getirdiğini pek televizyon izlemediğim için görmedim ama yapılan yorumlardan, okuduğum yazılar ve eleştirilerden esefle öğrendim. İki noktada irkildim. Birincisi “Sufi düşünürü” olarak lanse edilen bu tanımadığım kişinin “Sufi” sözcüğünü nasıl kayba uğrattığı… Uzun yıllar sevgiyle okuduğum Mesnevi’nin yazarı, gerçek Sufi Mevlana’nın
“Gel, gel, ne olursan ol yine gel,
İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel,
Bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir,
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel”
 
Hoşgörülü, sevgi dolu sözleri ile taban tabana zıt, dışlayan, ezen, “terbiyesizlik” gibi olumsuz sıfatlar etiketleyen, aşağılayan bu sözler Ömer Tuğrul İnançer isimli zattın Sufizm’e verdiği zarara işaret ediyor bence. Sufizm’i yakından incelediğim yıllardan edindiğim bilgiler ışığında böyle yargılayıcı sözlerin Sufizm’de olmadığını çok iyi biliyorum.
 
İkincisi ve birinci kadar önemli olan diğer konu da bir kadın olarak gün geçtikçe kendi ülkemde ne kadar yabancılaşmaya başladığımı hissetmem… biz kadınlar için duyduğum kaygı… televizyonlarda her gün beliren, bilgisi, eğitimi ne olduğu belirsiz, insanların kadınları dışlayan, hor gören, aşağılayan tavırlarının, sözlerinin tüm güzel ülkemin ekranlarından bu zırvalıkları duyarak bazı kişilerin etkilenebilecekleri, kızlarını, eşlerini ezebilecekleri tehlikesi…
 
Hamilelik konusuna gelirsek… hamilelik sadece seks ve cinsellik işareti değildir. Tam tersine, gerçek dünyada sevginin, bir kadınla bir erkeğin sevgisinin enginliğini, mutluluğunu, birlikteliklerine bir evlat katarak perçinlemesi, yani sevginin en derin işaretidir, sevginin meyvesidir. Her çocuk gün gelir anne veya babasına, öğretmenine “ben nereden geldim, nasıl doğdum” sorusunu sorar. Bunun yanıtı “anne ve baban birbirini o kadar çok seviyordu ki sevgileriyle seni yaparak perçinlediler, sen onların sevgisinin meyvesisin” türünden sevgiye işaret eden sözlerdir. Çocuğun asıl merakı işin somut, mekanik tarafı değil, soyutu, varoluşu anlamlandırmasıdır. Somut tarafı anlatmak kolaydır, çocuğun soyutu anlaması sağlam bir toplum ve kadına saygı için gereklidir.
 
O açıdan bakılınca hamilelik sokakta en gururlu şekilde dolaşılması gereken bir süreçtir. “ben seviyorum, seviliyorum” mesajıdır hamilelik, sevgi mesajıdır. Joan Baez’in “Gracias A La Viva”, (Yaşasın Hayat) şarkısındaki gibi hamilelik “Yaşasın Hayat”tır. 
 
İki çocuğum var, onların doğduğu an benim yaşamımın en mutlu iki anıydı. 2x9=18 aylık hamilelik sürecim de yaşamımın en mutlu, en huzurlu aylarıydı. “Yaşasın Hayat”tı. Keşke o günleri, o anları tekrar yaşamak mümkün olsa, doğum anı dahil… bir canda iki can taşımak doğanın en keyifli, en kutsal hali olsa gerek… kanından canından can vermek, birlikte yemek, birlikte uyumak, birlikte yürümek, birlikte sinemaya gitmek… bu ne büyük keyiftir, ne büyük mutluluktur… bu mutluluğu yaşayan kadınları “terbiyesizliktir” konsepti içinde eve kapatmak, “beyi otomobil ile gezdirsin” gibi cümlelerle kadını tamamen erkeğe bağlı, kapıların ardında tutsak, fiziksel bir meta haline getirmek ne tür bir aşağılamaktır…
 
Merak ediyorum Ömer Tuğrul İnançer’in annesi hiç hamile olmadı mı? O nasıl dünyaya geldi? Babası annesini, annesi oğlunu hiç sevmedi mi? Onun doğumu sevgiyle ilişkilendirilmediği için mi hamileliğe yalnızca yaşanmış kuru, sevgisiz bir seks işareti olarak bakıyor, bunun içerdiği sevgiyi göremiyor? Kendi çocuğu yok mu? Karısı yok mu? Varsa onları hiç sevmedi mi? Karısına, annesine yalnızca bir seks objesi olarak mı baktı? Onun için mi hamilelerin sokakta dolaşmasını terbiyesizlik olarak addediyor, gizlenmesi gerektiğini düşünüyor? Anne ve babası, çoluğu, çocuğu ile mutluluğu yakalayamadılar mı ki bu kadar olumsuz yeşeren “hayat”a karşı?
 
Güzel ülkemin gittikçe sevgisizleşen, mekanikleşen sığ değerleri altında hepimiz eziliyoruz, farkında değil ama önce Ömer bey ve onun gibiler eziliyor bu sevgisizliğin ve hoyratlığın altında… seks sevginin en içten, en derin ifadesidir, bunu anlayabilenlere, bu gerçek yakınlığı, derinliği anlamak ve yaşamak isteyenlere…
 
Çocuklarımıza verebileceğimiz en önemli mesaj bu bence: sevgi… kadınlara meta olarak bakan, satın alınan seksten önce, plastik, sığ ilişkilerden önce, sınav başarısından, gösterişten, botoxlardan, estetik ameliyatlardan, dudak doldurmalardan, içi boş, dışı gösterişli görünüşlerden, vbden önce… sevginin derinliği…
 
Gracias A La Viva - Yaşasın Hayat…