GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Dr. Berna BRIDGE
YAZARLAR
4 Şubat 2013 Pazartesi

Minima Moralia ve Theodor Adorno

Bir kişinin bize karşı iyi niyet besleyip beslemediğinin şaşmaz bir ölçüsü vardır: Bizimle ilgili zalim ve düşmanca sözleri bize nasıl aktardığı…  

Bu tür söylentiler çoğu zaman yetersizdir, kötü niyetin hiçbir sorumluluk almadan, hatta iyi niyet adına yoluna devam edebilmesinin bahanelerinden başka bir şey değildir...

İnsanlar arasındaki yabancılaşma kadar genel ve ayrımsız bir şey varsa o da bu yabancılığı kırma arzusudur. İşte haber yayıcılar da tehlikeli malzemenin hiçbir zaman eksik olmadığı bu ortamdan beslenirler…

Laf taşıyıcı daha çok kamuoyunun atanmış bir sözcüsü olarak ortaya çıkar ve serinkanlı nesnelliği ile kurbanın boyun eğmek zorunda olduğu anonimliğin gücünü ona daha iyi hissettirir.

Yaralandığından habersiz olan yaralı tarafın onuru için duyulan gereksiz kaygı, her şeyin apaçık olması için gösterilen gereksiz özen, bütün bunlardan daha da sırıtır yalan…
                                                                                                            THEODOR ADORNO

Theodor Adorno’nun derin düşüncelerini çok severim. Zaten derin düşünmeyi severim. Böyle olunca Adorno’nun da düşüncelerini severim…

Yukarıdaki tümceleri onun‘Minima Moralia’ adlı eserinden aldım, okumayanlara bu kitabı öneririm…

Moralia ya da moralite, benim uzmanlık konum, yazdığım 16 kitaptan ilki olan ve zamanında Türkiye’de bir ilk kitap olarak yayınlanan “Etik” ya da “Değerler” anlamında, gönülden, bıkmadan, usanmadan bağlı olduğum bir konu…

Moralite ile ilgili bir makale yazmam istendi birkaç gün önce, yıllar önce yazdığım kitabımı açıp elime aldığımda Theodor Adorno tüm hasretiyle beliriverdi karşımda… Yukarıdaki tümceleriyle… Onun tümcelerini özlediğimi ve burada sizlerle onu paylaşıp kitabı önermemin zamanı geldiğini fark ettim böylece…

Hangimiz Adorno’nun anlattığı yukarıdaki durumu yaşamadık hayatımızın bir noktasında... Hangimiz karşılaşmadık zalim ve düşmanca sözlerle, hakkımızın yendiği karanlık sözlerle... Çoğunlukla sahibinden değil, aynen Adorno’nun söylediği biçimde, ismi verilmeyen bir ya da birçok kişinin düşmanca, zalim sözleriymiş gibi bir tarzda...

Neden yaralamak ister insanlar, düşmanca, zalimce sözleriyle, kimi, neden yaralamak isterler? Yaraladılar mı nasıl bir haz duyarlar bundan? Nasıl bir kazanım yaşarlar? Nasıl bir psikolojidir bu?

Nasıl yaralamak istedikleri belli, laf taşıyıcı olarak… Ancak, neden bunu istedikleri ve bunu yaptıklarında ne kazandıkları konusunda karanlıktayım maalesef…  

Anonim, yani kimin söylediği belli olmayan olumsuz bir söz aktarıldığında gerçekten de kötü niyetin sahibi hiçbir sorumluluk almamış görünür ama sorumluluk almıştır, aldığını da dünya alem bilir. Yani, herkes birbirini kandırır bu durumda. O söz ona, aktarana bağlı kalır. Ne kadar o kişi kendini kamuoyunun atanmış bir sözcüsü gibi yansıtsa bile iç sesimiz onun kötü niyetini, karalama niyetini algılar...

Moralite’nin ya da etik değerlerin gittikçe erezyona uğradığı dünyamızda ve ülkemizde etik değerler çerçevesinde var olmak gittikçe zorlaşırken zaman zaman moralimizin bozulması, ümitsizliğe kapılmamız, bu dünyaya yabancılaşmamız, zorlanmamız çok doğaldır… Ancak bu ümitsizlik, bu yabancılaşma, bu zorlanma bizim de onlar gibi olmaya başlamamız için bir bahane değildir, olmamalıdır...

Bu açıdan baktığımda ne gariptir ki farklı bir konseptle karşılaşıyorum: bazen yaralanmak iyidir. Etiksiz, moralitesiz olmaktan daha iyidir yaralanmak... Bu bir tercihtir. Yaralanmak da bir tercihtir…

“Yaralandığından habersiz olan yaralı taraf” diyor Adorno, ama ben bu noktada ona katılmıyorum, bazen de yaralandığımızı bilerek yaralanmaya, susmaya devam ederiz…

Asil ve kaliteli olan da budur…