GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
1 Eylül 2022 Perşembe

Biyoçeşitlilik yaşıyorsa, gezegen de yaşıyor demektir

İzmir için tarihi günler yarın başlıyor. Çok heyecanlıyız. Terra Madre Anadolu’da tam bir şölen yaşamaya hazırlanıyoruz.


Dün de yazdığım gibi İzmir’de Slow Food hareketini başlatan insan olarak bu fuar öncesinde okurlarımızı Slow Food hakkında bilgilendirmeye bugün de devam ediyorum. Üç günlük bu diziyi yarın tamamlayacağım.


Biz Slow Food gönüllüleri “herkes için iyi, temiz ve adil gıda sağlamak için biyolojik çeşitlilikten başlamalı ve üretim modelini tersine çevirmeliyiz” diye düşünürüz. Çünkü Slow Food yerel biyoçeşitliliğe de dikkat çeken ilk kuruluşlardan biridir.
Günümüzde gıda güvenliğinin temellerini sarsan çevresel ve sosyal felaketlerle her gün karşılaşmaya devam ederken Slow Food, 20 yılı aşkın bir süredir tarım ve gıdanın temelini oluşturan biyoçeşitlilik üzerinde dikkatle çalışıyor, farkındalık yaratmaya çabalıyor.
Biyolojik çeşitliliğin korunması gereken ayrılmaz bir parçalarının başında elbette üretim geliyor. Üretim; “bitki türleri ve çeşitleri, hayvan ırkları, faydalı böcekler, mikroorganizmalar, ekosistemler” demek. 


Biyoçeşitlilik aslında uluslararası politikaların da temel mevzularından biridir. Avrupa Birliği’nin geliştirdiği Avrupa Yeşil Anlaşması, AB'yi adil ve müreffeh bir topluma dönüştürmeyi, doğal değerlere yeniden değer kazandırmayı amaçlamaktadır.


“Tarladan Çatala” stratejisi, sürdürülebilir bir tarım-gıda sistemine geçişi teşvik eder, küçük ölçekli tarım ve agroekoloji ile ilgili ve organik tarımla ilgili olarak 2030 için iddialı hedefler belirlenmiştir. Biyoçeşitlilik 2030 stratejisi, korunan alanlar ağını genişletmeyi, yeni bir AB Doğa Koruması geliştirmeyi amaçlıyor.


Birleşmiş Milletler’in Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (1992), biyolojik çeşitliliğin ve biyolojik çeşitliliğin korunmasına yönelik uluslararası bir anlaşmadır. Gıda ve Tarım için Bitki Genetik Kaynaklarına İlişkin Uluslararası Anlaşma (2001) tarımsal biyoçeşitliliğin gıda güvenliği için önemi ve çiftçilerin genetiğin korunmasında belirleyici rolü belirlemiştir. Cartagena Protokolü (2003), biyolojik çeşitliliği canlı organizmaların potansiyel risklerinden korumayı amaçlamaktadır.


Nagoya Protokolü (2014), genetik kaynakların kullanımının faydalarını adil ve eşit bir şekilde paylaşmayı amaçlamaktadır. Ve Ekim 2021'de imzalanan Biyolojik Çeşitlilik Taraflar Konferansı Sözleşmesi (COP) ile yeni bir Küresel biyoçeşitlilik çerçevesi çizilmiştir.
Biyoçeşitlilik, tarımsal sistemlerin çevresel şoklara, iklim değişikliğine ve salgınlara direnmesini sağlar. Tozlaşma ve toprak verimliliği gibi temel ekosistemleri önemser.
Toprağını, akarsuyunu, denizini koru, çünkü

 
Yarın başlayacak etkinliğin adı Terra Madre… Yani Toprak Ana… Toprak, dünyanın en büyük biyolojik çeşitlilik kaynağıdır ve tüm canlıların üçte ikisi yüzeyinin altında gizlidir. Verimli toprak, besin üretmek için gerekli besinleri ve suyu sağlar, yağmur suyunu filtreler ve dolaşıma geri verir, temiz ve içilebilir sudur bu.


Endüstriyel tarım, monokültürlere dayalı olduğu ve büyük miktarlarda tarım ürünleri gerektirdiği için toprak verimliliğini zayıflatıyor. Sentetik kimyasallar kullanıyor ve suyu aşırı derecede tüketiyor.


Slow Food’un desteklediği Agroekolojik uygulamalar, endüstriyel çiftçilikten kaçınarak toprak verimliliğini korur ve yeniler. Sentetik kimyasalları reddeder, yeşil gübreyi benimser.
Slow Food denizlerin ve akarsuların da korunmasını önemser çünkü gübrelerde bulunan pestisitler, nitratlar ve fosfatlar akarsulara süzülür ve denize akar. Bunların yarattığı bazı alg türlerinin aşırı gelişimi ve deniz ürünlerini altüst etmesi denizlerde oksijeni yok eder ve ölü bölgeler oluşturur. Nehirlere ve denizlere boşaltılan kanalizasyon ve atık suların arıtılmasının iyileştirilmesi esastır. Ama önce agroekolojik uygulamaları benimsemek ve sentetik kimyasalların kullanımını büyük ölçüde azaltmak esastır.


Yediğini içtiğini önemse, çünkü…
Slow Food yediğimizi içtiğimizi her aşamada önemser. Fermente gıda ürünleri, tüm dünya medeniyetlerinin diyetlerinin temelini oluşturur. Onları her gün yiyoruz. Ama farkına varmamız gerekir. Nedir başlıca fermente gıda ürünleri: Ekmek, peynir, çikolata, şarküteri, yoğurt, sirke, bira ve şarap vb.  


Endüstrinin standart süreçlere ihtiyacı vardır: bu nedenle fermantasyonu destekleyen biyolojik çeşitliliği silme eğilimindedir. Slow Food, mikrobiyal biyoçeşitliliği korumak için doğal ürünleri, dolayısıyla endüstriyel olmayan peynirleri teşvik eder mesela. Slow Food gönüllüleri doğal mayalı ekmek, katkı maddesi ve koruyucu madde içermeyen şarküteri ve yerli mayalı şarapları tercih ederler.


Bağırsaklarımız insan sağlığında belirleyici bir rol oynayan bir trilyon hücreden oluşan bir ekosistemdir.  Topraktaki biyolojik çeşitlilik bozulması; insanlar ve hayvanlar arasında aşırı antibiyotik kullanımı ve aşırı tüketimi, etlerin ve ultra işlenmiş gıdaların da değişmesine yol açıyor. Bu da başta kanser onlarca hastalığa neden oluyor. Bağırsakların mikrobiyal zenginliğini korumak için fermente gıdaların tüketimini teşvik etmek esastır.


Arıları, kelebekleri, karıncaları önemse, çünkü…
Tarımsal üretimin yüzde kırkı tozlayıcılara bağlıdır. Bu işin büyük bir kısmı böcekler tarafından gerçekleştirilir: Arılar, eşekarıları, kelebekler, güveler, karıncalar vb.
Ama bu tozlayıcılar da ciddi şekilde tehdit altındadır, Avrupa arı ve kelebek popülasyonunun üçte birini kaybediyor. Bunun nedeni, tarımda pestisitlerin biyoçeşitliliği azaltacak şekilde birlikte kullanılmasıdır. Çözüm, yeşil altyapıyı, özellikle mera ve çayırları korumaktır.
20. yüzyılın başında yetiştirilen mahsul çeşitlerinin yüzde 75’i şimdi yok, kayıp. 1970'li yıllardan itibaren tarımsal üretim sınırlı sayıda çeşide yönelince kaybolma kaçınılmaz olmuştur. Mısır, pirinç ve buğday dünyanın gıdalarının yüzde 60'ını sağlıyor. Ama tohum pazarının yüzde altmış üçü çok uluslu şirketler tarafından kontrol edilen ticari melezlerden oluşuyor; aynı çok uluslu şirketler aynı zamanda GDO patentlerine de sahip. Ayrıca gübre, pestisit ve herbisit üretiminde de liderlik bu şirketlerin elinde.


Gezegeni besleyebilecek bir tarım sistemini sürdürmek için daha fazla genetik çeşitliliği korumak esastır. İklim değişikliğini, hastalıkları ve gelecekteki doğal kaynak kıtlıklarını ele alarak mirasın korunması şarttır.


Hayvan biyoçeşitlilik kaybını ele almak da Slow Food için değerlidir.
Dünyada tüketilen balığın yarısı, şu anda gıda sektörünün en hızlı büyüyen sektörü olan su ürünleri yetiştiriciliğinden geliyor.


Çiftlik balıkları diğer balıklarla beslenir; su ürünleri yetiştiriciliği çiftliklerini beslemek için balık unu üretimi için balıkçılık yapılır. Toplanan sardalya, hamsi, uskumru, ringa balığı ve kabukluların yüzde yetmişi su ürünleri yetiştiriciliğinde kullanılmak üzere yem ve yağa dönüştürülür. Su ürünleri yetiştiriciliği, balık stoklarının aşırı sömürüsüne kısmi bir çözüm olabilir, ancak yalnızca otçullara odaklanırsa daha iyi olacaktır.


Yabani otları önemsemek gerek
Ege Mutfağının olmazsa olmazı yabani bitkilerimiz gıda, kozmetik ve tıbbi amaçlar için kullanılabilir ve genellikle vitaminler, mineraller açısından çok zengindir. Hatta makro besinler (yağlar ve proteinler) tarımsal üretime hakim olan bitkilerden daha fazladır.
Biyoçeşitlilik, her şeyden önce ormanlar olmak üzere tehdit altındaki doğal yaşam alanlarının sağlığına bağlıdır. Slow Food Ege’de olduğu gibi yabani bitkileri günlük beslenmemize dahil etmek, onların toplanmaları ile ilgili bilgileri korumanın da peşine düşer.


Büyük radar donanımlı trollerin deniz yataklarını tahrip etmesinin önüne geçilmesini de savunur SlowFood. Deniz biyoçeşitliliği sadece endüstriyel balıkçılık tarafından değil, aynı zamanda kentleşme, kirlilik ve iklim değişikliği açısından da tehlike altındadır.


Slow Food tarımdaki geleneksel bilgiyi önemser. Bilgiyi kurtarmak için, onu tanımlamak yerel toplulukları içeren haritalama projeleri ile eski haline getirmek gerekir.


İyi ki Slow Food gönüllüsüyüm. Okurlarımızı da Slow Food gönüllüsü olmaya davet ediyorum.