GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI
YAZARLAR
1 Nisan 2013 Pazartesi

Avrupa Birliği ve Türkiye tarımı

Bir önceki yazımda “Avrupa Birliği(AB),Türkiye’yi İthalat Cennetine Dönüştürmüş” konusunu işlemiştim.
Görülüyor ki, Türkiye, AB’ ye alınacak mı ya da girecek mi tartışması abesle iştigaldir, tam tersi AB, Türkiye’ye çoktan girmiş durumdadır.
Türkiye’nin AB ve AB dışı dünya ile ticari ilişkileri Brüksel’in ipoteği altındadır. Bu nedenle Türkiye ekonomisi bütünüyle AB’nin ve ABD’nin denetimine girmiş bulunmaktadır.
AB’nin dizginleri, Almanya, Fransa ve İngiltere gibi geçmişleri sömürgeci olan ülkeler ve onların denetimindeki şirketlerin (bunun tersi de doğrudur) elindedir.
AB’de egemen olan üretim biçimi ve ilişkileri kapitalizmdir. Bu durum, AB ülkelerinin içinde de gelir dağılımı giderek bozmakta ve işsizliği körüklemektedir.

AB ile ilişkiler Türkiye tarımını nasıl etkiledi?
AB ile ilişkiler Türkiye Tarımını birçok açıdan etkiledi. Bunlar şöyle özetlenebilir;
Türkiye’de Tarımsal KİT’ler özelleştirme sürecine sokuldu. Tarımsal KİT’lerin özelleştirilmesiyle örgütsüz kalan çiftçiler, örgütlenmiş şirketler önünde sahipsiz bırakıldı. Bunun sonucu olarak yoksullaşan küçük ve orta ölçekli işletmeler tasfiye olmaya başladılar. Kırdan kentlere göç hızlandı.
Tarımsal desteklemeler giderek azaltıldı. Var olan desteklemeler de Türkiye tarımının bel kemiğini oluşturan küçük ve orta ölçekli işletmelerden daha çok, çok az sayıdaki büyük kapitalist işletmelere aktarıldı.
Büyük kapitalist işletmelerin özendirilmesi, tarımsal girdiler (tohum, damızlık, ilaç, gübre gibi) de dışa bağımlılığı artırdı. Türkiye, AB ağırlıklı şirketlerin pazarı durumuna geldi.
KİT’lerin özelleştirilmesi ve desteklemelerde izlenen politikalar, tarımsal üretimde gerilemeleri ortaya çıkardı. Bu sonuç, tarımsal girdilerde olduğu üzere Türkiye’yi üç önemli grup tarım ürünlerinde dışalımcı duruma getirdi.Enerji (buğday, yağ bitkileri gibi), protein (kırmızı et ve süt ürünleri) ve giysi gereksinimi (pamuk ve yapağı gibi) sağlayan ürünlerde Türkiye net tarım ürünleri dışalımcısı oldu.
Türkiye’nin tarım ürünleri deseni, AB’nin ve Batı’nın gereksinmelerine göre şekillendirilmeye başlandı. Bu bağlamda, Türkiye Batı’nın meyve ve sebze ambarı olacakmış, şimdilerde bu söyleniyor. Organik tarım bile, Batı’nın gereksinmelerine göre yapılıyor. Oysa organik tarım şeklinin en temel ilkesi, yerel üret, yerel tüket ilkesidir. Bu unutturuluyor.
Bir başka tarım deseni değişikliği hayvansal üretimde yaşandı. Hayvan ürünleri içinde, sığır ve tavuk öne çıkarıldı. Koyun ve keçi ihmal edildi. Küçükbaş hayvan sayısı hızla azaldı, ancak sonucu Türkiye için hazin oldu, kırmızı et üretiminde alarm zilleri çalmaya başladı.
Tarım ürünleri üretiminde azalma, Türkiye’yi kaçakçılar ülkesi durumuna soktu. Her türlü tarımsal ürün Türkiye sınırlarından girer çıkar oldu.

Kırsal kesimde yoksulluk tavan yaptı
Sonuç olarak AB’ye güdümlü tarım politikalarıyla Türkiye’nin tarımsal üretimi azalmıştır. Ülke tarım ürünleri dış alımcısı olmuştur. Ancak bütün bunlar kadar düşündürücü ve hüzün verici durum, kırsal kesimde giderek artan yoksullaşmadır. TÜİK’in 2012 yılı için verdiği rakamlara göre kırda yaşayan nüfusun yüzde kırkına yakını yoksulluk içindedir. Bir başka deyişle her 100 kişiden 40’ı yoksul olmuştur.

Tarımda yaşamakta olduğumuz olumsuzlukları daha da sıralamak mümkün. Ancak bütün bunlar Türkiye’nin ulusal ekonomi politikalarının, bir başka deyişle ulusal bir tarım politikasının olmayışından kaynaklanmıyor mu? Uzağa gitmeye gerek var mı? Ege’nin pamukçuları bunları görmeye başladılar. Eskiden ulusalcı söylemlere sıcak bakmayanlar bugünlerde ulusal politikalardan dem vuruyorlar.