GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
2 Ocak 2014 Perşembe

2014’ten beklentimiz büyük!

Geride kalan yılların ardından çoğu zaman bir ‘Oh’ çekeriz. Ama milletçe, koro halinde ardından oh çektiğimiz yılın adıydı 2013. Kötü, kara bir yıldı.
Türk milletinin meydan meydan bölündüğü, paramparça edildiği, çöldeki kum taneleri gibi savrulduğu bir yıldı.
Neler olmadı ki…
Tek tek yazsak roman olur. Kısaca ‘kötü şeyler’ oldu 2013’te…
Çok kötü şeyler.
Ama en kötüsü Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurtuluş savaşının ardından tek bir millete dönüştürmeyi başardığı Anadolu’nun yeniden 72,5 parçaya bölünmesiydi.
Gerek alt kimlik yönüyle gerekse fikren param parça olan Anadolu’da bir grubun ‘ak’ dediğine öbürü ‘kara’ diyor gelinen noktada…
Ne gazeteler, gazeteciler habere haber gibi bakıyor, bakabiliyor ne adliyedeki bir davaya bir hukuk mücadelesi olarak bakılabiliyor. Herkesin doğrusu da değişti yanlışı da, davası da…
Kakofoniyi andıran bu görüntü her an yeni bölünmelerin, parçalanmaların işareti…
Siyasal çekişme, ülkenin önüne konulan Yeni Türkiye fotoğrafı etrafında şekillense de ülkeyi yönetenlerin en küçük bir muhalefete tahammülsüzlüğü, iktidarı paylaşmama, paylaşamama durumları ülkeyi son olarak derin bir adalet kaosuyla yüz yüze bıraktı. Asıl darbe de buydu.
Mülkün temeli öyle bir sarsıldı ki zaten yetersiz, kifayetsiz olan adalet iyice ‘yok’ oldu. Bakanların, bakan çocuklarının karıştığı yolsuzluk/rüşvet skandalı son yıllarda yürütülen davaların aslında ne denli bir kompozisyonun ürünü olduğunu ortaya koyarken, gelinen noktada polisin direnişiyle karşılaşan adalet mekanizması, Başbakan Erdoğan ve kurmaylarının tehditleriyle her gün yüzleşmek durumunda kaldı.
Hakimlerin, savcıların tehdit edildiği, hırsızdan önce polisin yargılandığı, ‘paralel devlet’ itirafları ve fişleme skandallarıyla çalkanan, şeyhler/dervişler ve de müritler ülkesine dönen bir Türkiye fotoğrafıyla yüz yüzeyiz bugün.
2014 çok önemli… Öyle bir dip yaptık ki 2013’te… Beklentilerimiz çok büyük o yüzden.
En büyük beklenti de iktidarın değişmesi…
AK Partili dostlar alınmasın!
Kastım AK Parti’nin gidip, yerine başka bir iktidarın seçilmesi değil. Onu bekleyenler de çoğunlukta bugün ama benim kastım iktidarın kendini gözden geçirip, değiştirmesi…
Dahası ilk 7-8 yıl boyunca durduğu noktaya dönmesi umudu… Giderek milli görüş çekirdeğine dönen, muhafazakârlaşan, radikalleşen, tahammülsüzleşen, ötekileştiren iktidar, bir dönem Türkiye’nin tüm renklerini temsil ettiğini unutmuş görünüyor.  
Kuruluşundan itibaren AK Parti içinde solcusundan MHP’lisine, Alevisinden-Sunnisine kadar herkesin siyaset yapabildiği, merkez sağ ağırlıklı kadrosu ülkeye umut ve güven aşılayan bir yapıyı temsil ediyordu. Ama gelinen noktada içe dönen, ‘biat ve sadakat’ mantığıyla dizayn, farklı olanları dışlayan, kapı dışarı eden, eleştiri getireni disipline gönderen bir iktidarla yüzleşiyoruz. Halen az sayıda farklı renk barındırsa da giderek farklı yapıları uzaklaştıran iktidar, istifa eden kurucusu İdris Naim Şahin’in de altını çizdiği gibi, ‘oligarşik bir yapının elindeymiş gibi’ bir görüntü arz ediyor.  
Tek devlet, tek millet, tek bayrak çizgisinden uzaklaşan ama ‘tek adam’ mantığına teslim olan iktidar, basit bir protestoyu bile orantısızca, acımasızca bastıran, dün ‘beraber yürüdüklerini’ bugün ‘terörist, örgüt, çete’ ilan edebilen, neredeyse her adımı her söylemi dünle, önceki günle çelişen, bir dediği bir dediğini tutmayan, sandıktan aldığı gücü hoyratça kullanan, yargıya bile ayar vermekten çekinmeyen, dünyada giderek itibar kaybeden, yalnızlaşan bir tabloyu andırıyor.  
Ertuğrul Günay’ın ifadesiyle ‘mağrur ve de mütehakkim’ bir görüntüyle…
 
Oysaki ihtiyacımız olan huzur… Sadece huzur…
Siyasi ikballerini istiklal mücadelesine dönüştürmeye çalışan, tutarsız siyaset adamlarına dur diyebilmeli, gelinen noktada yolsuzluğu/rüşveti bile savunmaya çalışanlara ‘edep yahu’ çekebilmeliyiz.
Senin memurun-benim memurum, senin doğrun-benim doğrum, senin yargıcın-benim yargıcım, senin polisin-benim polisim en sonunda da senin hırsızın-benim hırsızım bölünmüşlüğünden utanıp doğrunun yanında yanlışın karşısında olabilmeliyiz.
Her olayda ‘karpuz gibi’ bölünmektense en azından asgari müştereklerde yumruğumuzu (geçmişte olduğu gibi) aynı noktaya vurabilmeliyiz.
Her türlü gelişmeyi siyasal bir süzgeçten geçirip saflaşmak yerine yeri geldiğinde siyasetçilerin yalanlarını yüzlerine vurabilmeli, ‘böl-parçala-yönet’ mantığının artık bu ülke için geçerli olmadığını haykırabilmeliyiz.
Evdeki yüzde 50 ile meydanlardaki yüzde 50’yi bir bütüne dönüştürebilmeli, en azından sokak ortasında polis copuyla öldürülen 19 yaşındaki gencin arkasından birlikte ağlayabilmeliyiz.
Arap dünyasında halkların olmayan demokrasiyi var etmek için verdiği amansız mücadeleyi görüp elimizdeki demokrasiyi kaybetmemek için mücadele edebilmeliyiz.
Haksızlığa uğrayan her kimse, partisine, dünya görüşüne, alt kimliğine, mezhebine bakmadan yanında yer alabilmeli, Sezar’ın hakkını Sezar’a verebilmeliyiz.
Liste uzatılabilir. Lakin benim iktidarın değişmesinden kastım aşağı yukarı bunlardır.
Türkiye’nin iktidarı, belirli bir zümrenin, belirli bir mezhebin ve de belirli bir ideolojinin iktidarı gibi davranamaz.
Başbakan Erdoğan bir dönem ‘merkez partiyiz’ derken bugün ‘muhafazakâr bir partiyiz’ diyorsa daha çok, Yeni Türkiye derken aslında Cumhuriyetten önceki Eski Türkiye’yi kast ediyorsa, birilerinin buna ‘dur’ deme vakti gelmiştir. Padişahım çok yaşa tavrı yanlış sayını arttırmakla kalmaz ülkeyi de Erdoğan’ı da büyük bir felaketin pençesine düşürür.
Umuyorum ki
2014 tüm bu beklentilerin yanıt bulacağı bir yıl olacak.
Önce yerel seçim, ardından cumhurbaşkanlığı… Yerel seçime ilk kez kendi anlamının çok ötesinde genel seçimin bile ötesinde bir anlam yüklendi. Hem iktidar hem muhalefet için 30 Mart hayati önemde. İktidar için bir nevi referandum niteliğinde…
Ülkenin önüne konulan Yeni Türkiye fotoğrafından başkanlık sistemine kadar hatta Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı oylanacak/onaylanacak 30 Mart’ta. Ya da onaylamayacak. Muhalefet için de 30 Mart ‘olmak ya da olmamak’ savaşının tarihi…  
Kılıçdaroğlu Erdoğan’ın terk ettiği ‘Merkez Parti’ imajına talip... Merkez sağdan, MHP’den hatta AK Partiden transfer adaylarla ‘kazanmak için sahaya çıkan’ CHP Genel Başkanı, iyi bir oran yakalayabilirse ‘erken seçim’ isteyecek.
Cumhurbaşkanı adayı olmazsa başbakan olabilmek için şansını deneyecek.
Ve belki de Ağustos’ta Cumhurbaşkanlığı seçimiyle birlikte erken genel seçimi yaşayacağız.  
Başbakan Erdoğan da tüm bu yaşananlara rağmen iyi bir oran yakalarsa erken seçim kararı alarak ‘dar bölge sistemiyle’ Anayasayı değiştirecek bir vekil sayısına ulaşmak için hamle yapabilir.
Ama oranı yüzde 40’ın hatta 35’in altına inerse (Ki bence böyle bir ihtimal var) cumhurbaşkanlığı adaylığından geri adım atacaktır.
Ama her halükarda 2014’teki seçimler bugün içinde bulunduğumuz pek çok krizi aşmamıza yardımcı olacaktır. İktidar ciddi bir oy kaybı yaşarsa bunu bir mesaj olarak algılayıp, ciddi bir özeleştiri sürecine girecektir. Ve özeleştirinin her türü ülkemiz için faydalıdır.
Muhalefet de iktidara bu denli yaklaşmış olmanın sorumluluğuyla daha derli toplu bir görüntü arz ederek, halka güven vermeyi deneyecektir.
Tabi ki iktidara gelmeyi gerçekten istiyorlarsa…
Bir süredir siyasal çalkantılarla, toplumsal olaylarla duraklama dönemini yaşayan hatta bazı konularda gerileme dönemine giren Türkiye 2014’teki seçimlerin ardından yeni bir rotada yürümesi gereken istikamete doğru yol alacaktır. Dilerim bu yol herkesin ‘evet’ diyebileceği bir yol olur. Yeniden tek devlet, tek millet, tek bayrak şemsiyesinin altında, güzel günler görürüz. Motorları maviliklere süreriz.