GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ümit YALDIZ
YAZARLAR
30 Aralık 2013 Pazartesi

Ne cemaatmiş arkadaş!

İş öyle bir noktaya vardı ki… Paris’te katledilen 3 PKK’lı kadını bile cemaatin öldürttüğü iddia ediliyor bugün.
Çözüm Süreci’ne dönük bombardımanıyla dikkat çeken PKK’nın Kandil Ayağı Cemil Bayık, kadınların öldürülmesinde cemaatin parmağı olabileceğinden söz ediyor.
Hükümet medyası da bu haberi dokuz sütun manşetten görebiliyor.
Bir başka haberde ‘TSK’ya pusu kurdular’ itirafıyla başka bir noktaya evrilen Ergenekon Davası’nın en tartışmalı ismi ‘sahte haham’ Tuncay Güney sahneye sürülüyor.
Kurulan pusunun baş aktörü sahte haham bu kez cemaati hedef alan sözleriyle dikkat çekiyor.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in iddiası daha da vahim.
“Ünlü bir holding patronunun dosyası Yargıtay’a gelince, Yargıtay’daki cemaat imamı, dosyada nasıl karar vereceğini Pensilvanya’ya sordu” diyor.  
İddianın sahibi sıradan biri değil.
TBMM Başkanlığı, başbakan yardımcılığı yapmış halen de AK Parti Genel Başkan Vekilliği koltuğunda oturan, kimi senaryolara göre Başbakan’ın Köşk’e çıkması halinde yerine geçecek olan kişi… Erdoğan’ın belediye başkanlığında RP İstanbul İl Başkanı olan çekirdek kadrodan önemli bir sima… “Yargıtay imamı… Kararı Pensilvanya’ya soruyor”.
Bir dönem tüm operasyonları birlikte yürüten, Türkiye’de her türlü muhalefeti ‘torba operasyonlarla’ bitiren, susturan, hükümete yahut cemaate ‘gak’ diyeni palas pandıras içeri tıkan müttefik yapı bugün bir daha birleşmemecesine ayrışmış durumda.
Cemaat medyası ile hükümet medyasının kullandığı dil, devletin zirvesinden gelen itiraflar Türkiye’nin içinde bulunduğu tabloyu özetlemeye yetiyor.
Emniyet imamı şunu yaptı, Yargıtay imamı bunu… Taze bakanlardan biri çıkıp ‘Bütün şehri yasa dışı dinlediler’ diyor. Hükümet medyasında manşet…
Cemaat medyası dikkatleri ayakkabı kutularına çekip, yolsuzluk/rüşvet iddialarını canlı tutarak AK Parti iktidarını en yumuşak noktasından vuruyor.
Arada yakın tarihe dönük öyle itiraflar yapılıyor ki bu haberlerin yarısı değil çeyreği doğruysa vay Türkiye’nin haline… Öküz öldü, ortaklık bozuldu misali... Dökülen dökülene…
Askere pusu kurdular diyor Başbakan’ın danışmanı… Adama sorarlar tabi…
Türk Silahlı Kuvvetleri’ne pusu kurulurken, sahte hahamların, terör örgütü yöneticilerinin, cinsi sapıkların şahitliğinde asker zindana tıkılırken siz neredeydiniz?
Hani Başbakan’ın Ahmet Kaya örneğini verirken kullandığı gibi, “Ulan hepiniz orada, birlikte değil miydiniz?
Sırf Gülen Cemaati’ni ‘Tü kaka ilan etmek’ için terör örgütünün mevcut yöneticilerini Diyarbakır Sanayi Odası Başkanıymış gibi gazetelerinin birinci sayfasına taşıyan, haber bültenlerinin ilk sırasına yerleştiren, dakikalarca ‘Cemil Bayık’ reklâmı yapmakta bile beis görmeyen anlayışı, en hafif tabirle kınıyorum.
AK Parti iktidarı döneminde semiren, devlet imkanlarıyla büyüyen, halen varlığını kamu ihalelerine, dolayısıyla Başbakan’a borçlu olan müteahhitlerin sahibi olduğu medya Erdoğan’ı mutlu etmek isterken ülkenin temeline dinamit koyduğunun farkında değil.
Medyası da Başbakan gibi büyük bir hezeyan içinde yani…
Ergenekon sürecinin en tartışmalı adamı Tuncay Güney’i, PKK’nın Kandil’deki yöneticisi Cemil Bayık’ı konuşturup, cemaati vurmak, üste çıkmak, ayakkabı kutularını unutturmak, para sayma makinelerini, çelik kasaların üzerini örtmek istiyorsa birileri baştan söyleyeyim
fena halde yanılıyorlar.
Cemaat gibi nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan bir yapıya tüm günahlarını yıkarak aklanmak, paklanmaksa mesele (ki öyle görünüyor) şunu hatırlatmak isterim. Başkasının günahı, yanlışı üzerinden kendi yanlışını, günahını örtemezsin. Affettiremezsin…
Cemaat kötü…
Peki, sen? Cemaatin kötülüğüne ne zaman karar verdin? Sana kafa tutuncaya kadar tüm operasyonlarını alkışlayan, ‘bırakın canım savcılar işini yapsın, görevini yapsın. Ak ve kara ortaya çıksın’ diyen sen…
Ne kadar masumsun?
—Başbakan Erdoğan günde 3 miting yapıyor. Meydanlara tıka basa dolu… Mursi taraftarları gibi ‘kefenli fanatikler’ ön sıralarda boy gösteriyor. Müthiş bir halkla ilişkiler çalışması… İtinayla yazılmış dövizler, üzerinde çalışılmış sloganlar…
Yoğun bir çabayla bindirilmiş kıtalarla da olsa havalimanları miting meydanlarına dönüşüyor.
Bir zamanlar ayakta alkışlanan bir savcı açıkça hedef gösteriliyor. Meydan meydan tehdit ediliyor. ‘Seninle daha işimiz bitmedi’ diyor, diyebiliyor Sayın Başbakan…
HSYK... Sayın Başbakan’ın 12 Eylül 2010’da yapısını değiştirdiği Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu… O dönem cemaatle kol kola, ele ele verilerek üyeleri nedeyse karpuz seçer gibi seçilen HSYK bugün neredeyse düşman ilan ediliyor.
Hürriyet’te Melis Alpan bugün çok güzel özetlemiş… ‘Ben Yargı’ya Yargı demem… Yargı benim olmadıkça’ başlıklı yazısının ilk paragrafında geçmişten güzel bir örnek vermiş. Ergenekon’un 12 Dalgası’ndan sonra Bakın Sayın Başbakan ne buyurmuş:
—Ortada son derece ağır, vahim iddialar var. Anayasamıza ve yasalarımıza göre suç teşkil eden ithamlar var. Bırakalım yargı işlesin, bırakalım hukuk işlesin. Bırakalım ak ile kara ortaya çıksın. Süreci bulandırarak, hâkimleri, savcıları tehdit ederek hiç kimse bir yere varamaz”
Tarih mi? 12 Nisan 2009… Sayın Başbakan’ın 4,5 yıl önce yaptığı bu açıklama üzerinden yürüyelim. Şu son olayda ortada son derece ağır, vahim iddialar var mı?
—Bakan çocuğunun odasından çıkan milyon dolarlar, 6 adet çelik kasa, para sayma makinesi…
—Bakanların bizzat kendisinin rüşvet alması, iş takibi yapması…
Hala vahim bulmadınız mı?
Bakan çocuğunun müsteşara talimat verip azarlaması, ruhsat, iş takibi yapmaları…
Hala mı vahim değil iddialar…
Banka genel müdürünün evine kurye marifetiyle gönderilmiş ayakkabı kutusundaki milyon dolarlar.
Yine yeterince vahim değil mi?
Bizzat başbakanın onayıyla kişiye özel imar düzenlemeleri, ortaya çıkan milyonlarca liralık rant… (Ağaoğlu-Bakan görüşmesinde açıkça görülüyor)
İşte bu son derece vahim… Başbakan’ın çocuğunun ifadeye çağrılmasından bile daha vahim… Başından bu yana aynı şeyi söylüyorum.
Tüm bu iddiaların tamamı uydurma, komplo, yalan, kumpas olabilir. İşte o zaman Sayın Başbakan’ın 12 Nisan 2009’daki o sözlerinin devamını da okumamız gerekiyor.
Ne demiş Sayın Başbakan dün: Bırakalım yargı işlesin, bırakalım hukuk işlesin. Bırakalım ak ile kara ortaya çıksın. Süreci bulandırarak, hâkimleri, savcıları tehdit ederek hiç kimse bir yere varamaz.
*
Başbakan bunları söylerken henüz yüksek yargı ele geçmemiş, HSYK’nın yapısı değişmemişti.
Özel Yetkili Mahkemeler marifetiyle yapılan operasyonları savunan Erdoğan o tarihlerde, kendini Ergenekon’un avukatı ilan eden CHP Genel Başkanı Baykal’a cevaben, ‘Sen avukatıysan ben de o davanın savcısıyım’ diye bağırıyordu.
Ve ironiktir o davanın savcısı bugün ‘militan gibi bildiri dağıtmakla suçladığı, daha seninle işimiz bitmedi’ dediği Muammer Akkaş’tı.
‘Bu kadar olur’ diyorsunuz muhtemelen…
Sayın Başbakan ve kurmaylarının son dönem tutumlarını, duruşlarını anlatacak siyasi jargonumuzdan bir şeyler aradım.
Ve buldum. Dün dündür, bugün bugündür. Demirel’in ünlü vecizi…
Dün kahraman ilan edilen, destan yazdırılan, madalya takılan, maaş ödülü verilen polisin bugün neredeyse vatan haini ilan edilmesini de bugün tefe konulan, tehdit edilen savcının dün kutsanmasını da açıklayan, tutarsızlığı, çelişkiyi özetleyen bir veciz…
O kadar örnek var ki… Hangisini sayayım… En son söylediği doğru kabul edilen bir Başbakanımız var. Bugün söyledikleriyle dün taban tabana çelişse de son söylediği doğru kabul ediliyor. Ne yazık ki!
Ahmet Kaya’dan söz ettik onunla bitirelim.
Nerden baksan talihsizlik, nerden baksan tutarsızlık…