GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Neşe ÖNEN
YAZARLAR
12 Ocak 2020 Pazar

Seyretmenin dayanılmaz hafifliği!

Her gün usul usul kendi kazdıkları mezarlara kendi cesetlerini gömen koskocaman bir meczuplar diyarına dönüştü gezegenemiz.  İklim değişikliklerine sebep olan hava kirliliğini önleyemeyişin acısını masum hayvanlar ve diğer canlılar yaşıyor Avusturalya’nın alev alev orman yangınlarında... Diğer kıtaların homo sapiens sapiensleri yani adına insan denen varlıklar, olup biten faciayı televizyonların ekranlarından ah vahlarla izlemekten başka bir şey yapamıyor ya da yapmıyor...

Minicik bebekler, çocuklar tecavüze uğruyorlar bir yerlerde... Okullarda, yetimhanlerde ya da kurslarda. Tecavüzcüler yakalanıp adalete teslim edilse bile kısa bir hapislikten sonra bir bakıyorsunuz serbest bırakılmış. Elini kolunu sallaya sallaya dışarı çıkıp bu kez başka bir çocuk kurban buluyorlar kendilerine. Bu tür vakaların failleri cezasını çekse bile rehabilite ya da tedavi edilmeden neden toplum içine serbestçe bırakılır ve bunu önleyecek kurumlar neden tedbir almaz diye sorgulamıyoruz... Celladına teslim olmuş kurbanlık koyunlar gibi televizyonların karşısına geçip çaresizce seyrediyoruz bu ve benzer dramları... Sosyal medyada belki bir iki tivit atıyoruz. Gazımızı boşaltıyor, sonra gündemi meşgul eden başka bir konunun peşine takılıp unutup gidiyoruz yaşananları. En iyi ihtimalle bilincimizin ötelerine itiyoruz...

Kadınlar dövülüyor, kezzap atılan yüzleri ile birlikte hayatları da parçalanıyor, delik deşik öldürülüyorlar. Üstelik bazıları öldürülmeden önce adli makamlara ya da yakınlarına yardım ve ihbar çağırısında bulunuyorlar aldıkları tehditler yüzünden. Ne çare gene şiddete uğramaktan ya da öldürülmekten kurtulamıyorlar. Peki şiddete maruz kalan kadınlar kime başvuracak, nereye sığınacak? Kadınların şiddete bu kadar fütursuzca maruz kalması şiddet uygulayanları ya da katilleri daha da özendirmez mi veya korkusuz kılmaz mı? Bu şiddet sarmalının önüne neden geçilemiyor diye araştırıyor muyuz? Yoksa eli, kolu bağlı oturup içimiz acıya acıya ekranların karşısında beyhude gözyaşları mı akıtıyoruz!

Henüz duygu ve mantık gelişimini tamamlamamış bebelerimizin beyinleri, zihinsel gelişimlerini bilimin gösterdiği yolda tamamlasınlar diye gönderdiğimiz okullarda, dinsel dayatmalarla ve dogmatizmle yıkanıyor epeydir... Uzay çağını yaşayan bir dünyada böyle bir eğitim anlayışıyla yetiştirilen nesillerin ne ekonomik refahtan ne de uygarca bir yaşamdan pay alma şansları önümüzdeki on yılda hiç olmayacak. Bunu kavrayabiliyor muyuz? Farkında mıyız? Pek sanmıyorum. Çünkü toplumsal tepkiler; muhalefet parti, örgütleri ya da geniş kitleler nezdinde yok denecek kadar az.

Bakın bunlar bizim çocuklarımız, bizim analarımız, bizim bacılarımız, bizim kızlarımız. Yaşadığımız dünya, içinde yaşayan bütün canlıların evi. Bir tek insanlara ait değil. Artık bugünden sonrası diye bir zamanımız kalmadı. Tüm toplumsal adaletsizliklere, eşitsizliklere, şiddete ve doğanın tahribatına ya şimdi sesimizi çıkarırız ya da bir bakmışız; ekranın karşısına geçip ah vah kolaycılığı ve verdiği hafifletici serinlik duygusuyla seyrettiğimiz hayatların kurbanları biz ya da çocuklarımız olmuş...