GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ayda ÖZEREN
YAZARLAR
13 Haziran 2020 Cumartesi

Kırmızı Oje

Şarkı Önerisi: Oje - Duman

Normalleşmenin şekilsel göstergelerinden biri…

Köle İsaura statüsünden  Lady Diana’ya geçiş…

Bakımlı “kırmızı ojeli eller”…

Bir inanca göre 4000 yıl önce insanlar sosyal sınıf ayrımlarını yapmak adına ojeyi bir işaretleme olarak kullanıyormuş. Tırnakların değişik renklerde boyanması ve farklı boyutları sosyal statünün önemli bir göstergesiymiş.  MÖ 3000 yıllarında ise Çinliler çiçeklerin taç yapraklarını balmumu ve yumurta beyazı gibi malzemelerle karıştırarak ojeye benzeyen bir malzeme yaratmışlar ve tırnaklara motif yapmışlar.  

Ortaçağ Avrupası’nda hepimizin az çok bildiği gibi yıkanmak değil silinmekmiş temizlik anlayışı. Belki suyun dikkatli kullanılması gerekliliğinden, belki de o zaman ki aristokrat toplumsal anlayıştan suyun vücuda teması hoş karşılanmıyormuş. Bu bilgileri o zamanlarda bir sağlık kılavuzu derleyen Rönesans’ın ustası, Hümanist bilgin ve ilahiyatçı Desideius Erasmus’dan ediniyoruz. Parmak bakımına da değinen Erasmus tırnakların 8 günde bir kesilmesini tavsiye etmiş. Kısa tırnağın sağlıklı olduğunu vurgulamış. Bu dönemde Osmanlı kadınları da ellerinin bakımını kınayla sağlamış. “Kına gecesi” de bir anlamda gelinin temizlenme, bakım ve güzelleştirme töreni olarak adetlerimizde yerini almış.

Kadınlar pandemi döneminin her yönüyle en çok çalışan, çalışmak zorunda kalan modern köleleri oldu. İş hayatlarının yanı sıra çamaşır, ütü, mıntıka temizliği, dezenfekte işlemleri, sebze-meyve-poşet ayıklamaları-yıkamaları, yemek, çocukların dersi, oyunların partneri, emekçisi, ekmekçisi, çaycısı rolünde oradan oraya koşturup durdular. Ciddi bir sosyal statü farkı yaşadılar. Üç ay boyunca aynadaki siluetlerine aldırmadılar. Nasıl göründüklerini kafaya takmamaya çalıştılar. İç dünyalarına değinmiyoruz burada ama beyazlar çoğaldı, eller çatladı, ayaklar nasırlaştı, makyaj malzemeleri kurudu, küpeler bilezikler yüzükler sahipsiz, döpiyesler dolaplarda asılı, topuklu ayakkabılar küskün kaldı.

Normalleşmenin ilk adımları kuaförlerin açılmasıyla başladı. Binlerce kadın maskelerini takıp kendilerini rahatlattıkları ve hatta şımarttıkları mekânlara akın ettiler. Önce beyazlar yok edildi sonrasında eller ayaklar bakıma girdi. Bakıma giren kadınlar aylar sonra büyük bir oh çekerek aynada kendilerini seyretti. 65 kilo altında kadın sayısı azaldı, herkes balık eti kıvamına geldi. Sıfır beden üç-beş yıllığına rafa kalktı. Alınan kilolar ciltteki kırışıklıkları azalttı. Botoks ihtiyacı azaldı.

Sadece kadınların değil tüm toplumun “normalleşme sürecine” girdiği şu günlerde sosyalleşmeye dair gözlemlerim kırmızı ojeyle sınırlı değil.

Bir kere herkes çok daha ürkek, çok daha çekingen.

Trafikte araba sayısı salgından öncesine döndü ama araç kullanıcıları kıvraklığını ve dikkatini geçmişte bıraktı. Her köşede bir zincirleme kaza, maskeli insanların arabalardan inişi ve kaza ertesi nasıl oldu bu bakışları, tutanakların şaşkınlıkla yazılması yeni normalde sıklıkla gördüğüm manzaralardan.

Ürkekliğin bizi yola getirdiği önemli bir kazanım var: Sıraya girme ve sırada bekleyebilme alışkanlığı. Eskiden tek bir çizgi halini alabildiğimiz hiçbir kuyruk yoktu. Kapıda, gişede, atm önünde  hep bir yığılma, hep bir arada üst üste alt alta peşi sıra olmayan, her an omzunda birinin nefesini hissettiğin yuvarlak dairesel yoğun kalabalıklar. Yaşadığımız tacizlerden, haksız öne geçişlerden, düzensiz giriş çıkışlardan, özellikle eczane ve marketlerin önünde inci gibi dizilenmiş insan kuyruklarına dönüşmek yeni normalde salgından kalan en güzel kazanım değil midir?

Düğün dernek işlerinin de şekil değiştirmesi pek olası. Arabalarla parklarda düğün yapanlar, açık hava sinemasında evlilik teklifi edip araziyi düğün ortamına dönüştürenler, apartman bahçelerini kır bahçesi şekliyle kullananlar “Sosyal mesafede halay nasıl çekilir” şeklinde eğitici bir videoyla katılımcıları eğitenler…Düğün sektörünün o şaşalı zamanları geri ne zaman gelecek merak konusu…

Üç aydır çoğunluğun evde olduğu kaygı dolu bir dönem olunca dedikodunun üreyeceği nemli bir ortam oluşmadı. Bir araya gelen dostlar, sofralarında “başkaları hakkında” pek konuşamıyor doğal olarak. Çünkü malzeme yok. Bu da aslında hep özenilen farklı bir noktaya taşıyor insan birlikteliklerini. Kitaplar okundu, ödüllü diziler-filmler seyredildi, daha bir entelektüel sanki muhabbetler.

Elbette yeni tanışıklıklar rastlantılar da var, sosyalleşme arkadaşımın arkadaşı arkadaşımdır modunda genişlerken dünyayı küçültebiliyor…30 yıl önce katıldığın düğündeki erkek tarafıyla yeniden bir araya gelebiliyorsun…

Dünya küçük, hayat kısa ama bellek çok acımasız!

Neleri unuttuğumuzu hatırlamıyoruz…

Bize “NELERİN” unutturulduğunu da…

“Eski normal hayatlarımızı” unutacak mıyız?

“Yeni normali” yaşıyormuşuz gibi yapmak için daha neleri unutmak zorunda kalacağız?