GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ayda ÖZEREN
YAZARLAR
2 Mayıs 2020 Cumartesi

Zoom-Covitler

Müzik Önerisi : TRT – Kardeş Türküler

“O da bizi görecek mi?”

Vizontele filmindeki efsane repliktir.

Köye ilk defa gelecek televizyonu “resimli radyo” diye tanıtan Belediye Başkanı (Altan Erkekli)  Zeki Müren’i dinlerken artık kendisini de görebileceksiniz diye tanıtımını yapar. “Böyük” şehir görmüş köyün bıçkın delikanlısı (Cem Yılmaz) kalabalığı kışkırtma amaçlı patlatır soruyu “Zeki Müren de bizi görecek mi?”

Başlar meydanda bir uğultu. Köylünün biri “ben iç donumla geziyom istemem beni öyle görsün..." der ve başlar kargaşa meydanda…

Her defasında gözümden yaş gelir seyrederken.

Evlere kapandığımızdan, evlerimizi ofis, sınıf, büro, toplantı salonu, stüdyo haline getirip uzaktan çalışmaya ve sosyalleşmeye başladığımızdan beri video-telefon işi oldukça yaygınlaştı. Sadece bilgisayardan değil, her türlü tablet ve akıllı telefondan kolaylıkla katılabildiğimiz bu görüşmelerden kafamızı kaldıramaz hale geldik.

Video-telefon aslında 100 yıllık bir teknoloji. AT&T şirketi ilk denemeleri 1927 yılında yapmıştı. 1930ların sonlarında tüm Avrupa postanelerinde halka açık görüntülü telefon hizmetleri kurulmuştu. 1970lere gelindiğinde yine aynı şirket görüntülü telefonlarını piyasaya sürmüş; birçok şirkette kurum içi görüşmeler bu şekilde yapılmaya başlanmıştı. İnternetin yaygınlaşması ve kameraların giderek küçülmesi ve cebimize girmesi sayesinde de bugünkü halini aldı.

Teknolojinin geldiği nokta ile ilgili hiçbir sıkıntı yok. Ama nasıl ve hangi amaçlar için kullanıldığı ile ilgili sıkıntı her zaman büyük...

Bu toplantıları biz Beyaz & Sarı Yakalılar seyahat masraflarını azaltmak amacıyla doğal ofis ortamlarımızdan çıkmadan sıklıkla yapıyorduk. Ancak salgın nedeniyle kullanım yaygınlaşınca 1 Şubat tarihli yazımda bahsettiğim ve benim  “illet”işim olarak adlandırdığım anında mesajlaşma  (http://www.egedesonsoz.com/yazar/baslik/14192)  “özensizliklerine” bir de doğal ev halleri ve görüntülü olanlar eklenmiş oldu. 

Öncelikle bu tip tele-konferanslar bizim kültürümüze pek uygun değil. Çünkü biz Türkler hep bir ağızdan konuşmaya bayılırız. Dinlemeyi bilmeyiz, vakit kaybıdır. Ne söylenecekse söyler sonrasında çene yarıştırırız. Anında cevap vermeyi (pardon söylenene okkalı bir karşılık yapıştırmayı) çok severiz.

Misafirperveriz. Sanki tele-konferansa katılan tüm katılımcılar bizim evimize gelmişçesine, her ekranda belirene hoş geldin deriz. Elimizden gelse kahveniz nasıl olsun diye soracağız o kadar benimseriz. Hal-hatır, çoluk-çocuktan sonra ne olacak bu gidişat başladı mı toplantı bitmez, bitse de yeniden başlatılır. Zaman bol nasılsa hepimiz evdeyiz. Evlerimizde yapacak başka işimiz de yok konferansım var devam…

Ekranın karşısına geçince kendimizi yalnız sanıyoruz. Aslında ekrandakilerin de bizi gayet net izleyebildiğini ve duyabildiğini unutuyoruz. Onlar da bizi görüyor anlayacağınız…

Burnunu, kulağını karıştıran, saçını başını çekiştiren…

Elinde telefonla sanki müze gezdirir gibi bize evinin tüm avize ve tavanlarını ücretsiz gösteren…

Eşine bir yandan laf yetiştiren, çocuğuna kaş gözle ayar çeken…

Ağzını şapırdatan, sigarasını tüttüren, bahçesindeki kuşların cıvıltılarını canlı yayına taşıyan…

Görüntü kirliliği ve gürültülerimizi lütfen evlerimizde tutsak?

Özelimizin ekranlardan öylece yitip gitmesine izin vermesek?

Kervan yolda düzülüyor bazen. Öğrendik mi öğretmeyi severiz. Her gün 2-3 konferansa girince palazlanıyorsun tabii. Moderatör kıvamında görüşme öncesi mikrofonları kapatın, sesim geliyor mu, arkadaşlar toparlanalım, abi ekran paylaşıyorsun kapatalım talimatlarını peş peşe sıralıyoruz. Bu yönergeler merhabalarla havada buluşuyor, iyi niyetli çabalar kötü sonla bitiyor, kim kime ne söylüyor birbirine karışıyor ve kaos ortamının tanımını sanal ortamda yaşıyoruz.

Sıkıldık…

Oturduğumuz yerden bile o odadan bu odaya sürüklenmekten, boş boş bir ekrana bakmaktan, bir şeyleri kaçırdım endişesi yaşamaktan, evdekilerin çok meşgulsün kinayelerinden sıkıldık…

Omuz hizamızdan yukarısını süsleyip, belden aşağımızı akışa bırakarak önemli görüşmeler yapmaktan yorulduk.

Her şerde bir hayır var, her gülün dikeni olduğu gibi.

Bu uygulamalar sayesinde kalabalığa karışıyoruz, sosyalleşiyoruz.

Eğitim alıyor, ufkumuzu açıyor, yeni hobiler ediniyoruz.

Dünyayı birleştiriyor, olan bitene dâhil oluyor, hiçbir şeyden geri kalmayalım istiyoruz.

Evlerimizde her gün onlarca kişiyi ağırlıyor, birlikte yemek pişiriyor, ayrı sofralarda oturup kadeh kaldırıyoruz, vatanı kurtarıyoruz, aşıyı buluyoruz.

Ve daha bir sürü güzelliği uzaktan da olsa yaşamaya çalışıyoruz.

Eyvallah!

Ama sanki mahremiyetimizi yavaş yavaş kaybediyoruz.

Özelimizi sosyal mesafeye kurban ediyoruz.

Ve en önemlisi  “iletişimi” özensiz hale getiriyoruz…

Aman Dikkat!

Zoom-covit oluyoruz…