GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ayda ÖZEREN
YAZARLAR
30 Mayıs 2020 Cumartesi

Adam asmaca

Bir çocuk oyununa verebilecek en kötü isim…

Oyunun amacı elbette şahane.  Harfleri söyleyerek kelimeyi, atasözünü, deyimi bulmasını sağlamak, dile hâkimiyetini artırmak, eksikliklerine rağmen bütüne bakabilme yetisi kazandırmak, kelime dağarcığını genişletmek.

Kazanımı eğlenerek öğrenmek…

Cezası asılarak yenilmek…

Oyunu bu şekilde şekillendirenler  “İdam cezası”na  duyarsız nesiller mi istiyorlardı?

Yoksa cehaletin ne kadar ağır bir ceza olabileceğini mi anlatmaya çalışıyorlardı? 

Tesadüfe bakın ki 27 Mayıs yıldönümünde elime Victor Hugo’nun Türkiye İş Bankası Kültür yayınlarından basılan “Bir İdam Mahkûmunun Son Günü”  adlı kitabı geçti. Victor Hugo bildiğiniz gibi romantik akımın en tanınmış yazarlarından ve toplumsal olaylarla çok yakından ilgilenmiş zamanının aktivistlerinden…

İdam cezasının kaldırılması Fransa’da ciddi tartışmalara sahne olmuş, gerekliliğini savunanlar, cezaen bile olsa öldürmenin insana tanınmış bir yetki olmadığını savunanlar, cezasını birebir çekmesi gerektiğine inananlar, ağır koşullarda ömür boyu dört duvar arasında olmanın idamdan daha ağır bir ceza olduğunu düşünenler…

Toplum üzerinde suç işleme adına ciddi bir caydırıcılığı olduğunu iddia edenler. “asacaksın böylelerini bir iki sallandıracaksın meydanda bakalım yapabiliyorlar mı?”

Avukat değilim, ceza hukuku bilmem… Ama hukuka, yargıya ve ilahi adalete inanırım.

İnsanım, börtü böceğe bile zarar veremem. Yapılanın yanına kar kalmasından da asla hazzetmem.

İnsan öldürmek, kadını dövmek, çocuk istismarı, ağacı kesmek, sokak hayvanına işkence etmek, başkasının hakkını gasp etmek hepsi aynı derecede suç. Aşırı miktarda şiddet içeriyor. Cezalandırmaları şart.

Ama idam… Şiddete karşı aşırı şiddet değil mi? Aydınlanma Çağı’nın en önemli hukukçularından ve ölüm cezasının kaldırılmasının ilk savunucularından Beccaria 250 yıl önce “acaba insanlara hemcinslerini boğazlatmak hakkı nereden geliyor?” diye sorduğunda hala cevabını arayacağımızı düşünmüş müydü?

Tarihte idam cezasına çarptırılan bazı liderlerin ölümü sonradan insanlığın büyük ayıbı olmuş.  Yaşamları gibi ölümlerinin de büyük ses getirdiği bu liderlerin infazı bazen haksız yere, bazen acımasızca uygulanmış, bazen halk tarafından büyük coşkuyla bazen de büyük bir tepkiyle karşılanmış.

Felsefenin kurucusu Sokrates sadece “bilmediğini bildiği” için ve gençlere bu düşünce sistemini “sadece anlattığı” için beyin yıkamakla suçlanmış ve idam cezasına çarptırılmış. Ailesi, öğrencileri onu kurtarmak için uğraşmış, didinmiş ama Sokrates ölümün kendisi için daha iyi olacağını düşünmüş olmalı ki infaza boyun eğmiş.

Tarihimizin en önemli coğrafyacısı ve denizcisi, “Dünya Haritasını”  çizen ilk kişi ve Kitab-ı Bahriye’nin yazarı Piri Reis’in askeri, edebi ve tarihi onca başarısı varken bir politik hırs uğruna idam edilmiş olması akıl almaz infazlardan bir diğeri.

Fransız Devrimi’nin günah keçisi sayılan dönemin Fransa Kralı 16. Louis vatana ihanet suçuyla giyotinle idam edilmiş. Kral olması, aydınlanma idealleri doğrultusunda yaptığı reformlar, köleliği ve sınıf farkını ortadan kaldırma çabalarının hiçbiri onu giyotinden kurtaramamış…

Yakın tarihimizin kitlelerce en çok kabul gören bizim de tanık olduğumuz idam kararı belki Saddam Hüseyin’inkidir. Savaş yanlısı, binlerce kişinin ölümüne sebep olan,  Amerika’nın terörist olarak bellediği en büyük düşmanı, kitlesel imha silahlarına sahip olduğu iddia edilen Saddam’ın ölümü kimseyi üzmemişti. Hatta tüm dünya infazı canlı bir şekilde televizyonlardan izlemişti. Öldüğünü bilmek yeterdi. Görüntülerin yarattığı dehşet duygusu unutulabilir mi? Ölümüne ekranlardan şahit olmak gerçekten inanmak için miydi yoksa insanlığın suçludan intikam alma arzusu muydu?  

Peki önce suçlu bulduğumuz, sonra caddelere, hava limanlarına ismini verdiğimiz ve itibarını iade ettiğimizi sandığımız Adnan Menderes’e ne demeli? Suçu neydi? Yaşam hakkı elinden alınmasaydı, hapiste geçireceği günlerde düşünebilseydi, hatasını onarma şansı verilseydi ne yaşanırdı sonrasında?

Hasan Polatkan, Fatin Rüştü Zorlu aynı Fransız İhtilali’nde 16. Louis gibi günah keçileri miydi?

 Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan...Onların asılmaları hangi potansiyel suçluları işleyecekleri suçtan caydırdı? Kamu vicdanı rahat bir oh mu dedi? Yoksa 25 yaşındaki bu gencecik çocukların ölümünü büyük bir üzüntüyle mi karşıladı?

Siyasi suçların idamla cezalandırılmasında nasıl bir adalet, nasıl bir düşünce yapısı vardı? Bu ceza ilkel ve vahşi bir intikam barındırmıyor muydu kendi içinde?

Fotoğraflarda hep hüzün var, sessizlik var, ama İntikam hissi hayır…

Türkiye’de 1984 yılından beri ölüm cezası infaz edilmiyor. Çoğunluk ülkelerde ölüm cezası kaldırıldı. Bazılarında adli suçlar için yok, bazısında hala uygulanıyor. Yöntemler farklı.

Vicdanlarımızın susmayacağı ve sızlamayacağı,

Adaletin yerine geleceğinden adımız gibi emin olduğumuz,

Suçluların suçundan ders aldığı, cezaların caydırıcılığı ile suça eğilimin azalacağı hızlı ve tarafsız bir Hukuk sistemi “yeni normalde” en baştaki dileğimdir.