GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Ayda ÖZEREN
YAZARLAR
25 Nisan 2020 Cumartesi

Çocuk kalmak isteyenlerdik biz!

Yaş günüm… Tam da bugün!

49 yıl önce bir cumartesi İzmir’in Karantina denen semtinde doğmuşum ben…

49 yıl sonra yine bir cumartesi ve karantinadan sesleniyorum size!...

Tam da o yıl, 71 Muhtırası verilmişti. Hükümet istifa etmişti. Ekonomi berbat, sağcısı-solcusu kavgalı, sendikalar-üniversiteler fesat kaynıyordu.

Ben annemin koynunda babamın kucağında emin ellerdeydim. Kavga fesat muhtıra kriz bilmeden…

1973’lerde petrol krizi patladı. Hiç rahat durmayan Araplarla İsraillerin savaşı yüzünden petrolün üretilemeyeceği korkusu ilk kez gündeme geldi. Elbette Türkiye en çok etkilenen ülkelerden biri oldu. Ciddi benzin kuyrukları oluşmaya başlamıştı.

Ben apartmanın bahçesinde düldülümle yol kat ediyordum… Benzine ihtiyacım yoktu

Bir hava gösterisi ASLA değildi. Ayşe tatile çıkmıştı. Uçaklarımız büyük gürültü ile üzerimizden uçuyordu. Herkes korkudan evlerine kapanmış ampuller mavi jelatinle kaplanmış, camlar isle boyanmıştı. Tüm Türkiye tedirgindi.

Ben tatile giden Ayşe’yi kıskanarak karanlık evimizdeki duvarda gölge oyunları ile kendi başıma eğleniyordum ama evimize kardeş gelmişti. Artık yalnız değildim…

1970’lerin sokaklarında ayı oynatıcıları vardı. Yolda yürürken birden bire karşınıza bir tasmalı ayı ve zincirin ucunda tef çalan bir adam çıkabilirdi. Hamamdaki kadınların bayılma taklidini yapınca bahşiş toplanırdı.

Ben ayıyla hep göz kontağı kurmaya çalışırdım. Ayının gözlerinde bir kurtulma çabası hissedersem ve ufak bir sinyal alırsam, tefli adama arkadan saldırıp ayıyı serbest bırakmak için planlar yapardım…

1980’lerin sokaklarında bu sefer kan dökülmeye başlandı. Büyük tır lastikleri yakılır, maskeli adamlar havaya ateş açar, slogan atarlardı.

Benim ise sınıflara karıştığım, yaşıtlarıma kavuştuğum yıllardı. 60 kişilik sınıflarda her sırada üç kişi dip dibe oturur, solak olanları dış kenara alırdık. Siyah önlüğümüz, kolalı beyaz yakamız, beyaz çoraplarımız, siyah tahtamız, kırmızı kurdelemiz vardı.

Tek sloganımız vardı…”Çalışan kazanır, elması kızarır

1980’ler yasaklı yıllardı. Geceleri sokağa çıkılmazdı. Çıkanları bekçiler döverdi. Sürekli kaçanları kovalarlar, beden eğitimi öğretmenlerimizde bulunan düdüğü öttürüp dururlardı.

Bizim evimizde ise o gecelerden birinde sokaktan aldığımız kedimiz tam 5 yavru doğurmuştu. Benim için ölümden daha büyük travmaydı kedimizin doğum yaparken yaşadıkları. Aynı gece babamın en sevdiği oyuncağı -arabası- çalınmıştı. Sokağa çıkma yasağında nasıl oluyordu da hırsızlar kol geziyordu?

1980’ler aynı zamanda yokluk yıllarıydı. 0.5 kalem yoktu mesela. Ya da pakette renk renk çikolata, akışkan kakaolu bisküvi…Yılların Sevinç Pastanesi’ nden tavşan çikolata getirdi mi babam, kafa kavgası yapardık kardeşimle sen ısırcan ben ısırcam kafasını diye….En lezzetli en çikolata yeriydi.

Sokaktaki macuncu, pamuk şekerci ile okulun demir parmaklıklar arasından satış yapan leblebi tozu ve toz şekerini karıştıran esnaf bizdendi. Zehirlenmezdik, hijyen sorunumuz yoktu. Ellerimiz dizlerimiz hep kirliydi çeşmeden su içerdik.

1980’ler Bankerlerin çoğaldığı yıllardı. Yasal tefecilerdi aslında. Çok insan parasını yüksek getiri sarmalına kaptırmış, paralar batmış, intiharlar çoğalmış, aileler dağılmıştı.

Bizim ise kumbaramız vardı. Para biriktirmenin, “azar azar çoğaltmanın” hazzını yaşardık.

Kağıt bebeklerimiz, gazetelerin her Pazar verdiği kendimizin ürettiği maketten arabalarımız, evlerimiz, saraylarımız vardı. Kuponla dağıtılan ansiklopediler, çatal bıçak takımları, peçete kibrit kutusu gazoz kapağı koleksiyonları, lastik toplarımız, hulahuplar ve tabi Çocuk Bayramlarımız’ın sahibiydik.

Siyah beyaz ekrana kitlendiğimiz görkemli stat etkinlikleri; kıyafetlerin rengini tahmin etmeye çalıştığımız uydurma oyunlar…

Ankaralı çocukların evrenin dört bir yanından gelen “DÜNYALI” çocukları misafir etmeleri, bizim illere neden gelmedikleri konusunda hasetlik yaşadığımız ama büyülenerek izlediğimiz Halit Kıvanç’ın anlatımı ile Dünya Kültürü’nün, folklorik dansların  gözler önüne serildiği  Çocuk Şenlikleri…

 Yokluğun kol gezdiği 80lerin yerini; bolluk, tüketim, renkler, ithal ürünler, Türkçe pop, özel radyolar ve televizyonda seyredilen savaşlar aldığında çocukluğumuz geride mi kalmıştı?

Çocukluğumuzu arkamızda bırakırken  Barış Manço’yu da kaybetmiştik.

Adam olmuştuk…

Bilyelerimizin yerini Tetris almıştı. Tele Tabiler Star Wars’taki R2D2’ya; kasetler cdye, düdük şeker lolipopa dönüşmüştü.

Aydınlarımızın otelde katledildiği, faili cinayetlerin çoğaldığı, derin devletin trafik kazası yaptığı, ilk tüp bebeğimizin doğduğu  90’lı yıllarda  Ruanda’da iç savaş başladı, Irak Kuveyt’i işgal etti, Kızıl Ordu Macaristan’dan ayrıldı, soğuk savaş bitti, Mandela hapisten çıktı, Mike Tyson yenildi, hepimizin cebine telefon girdi, makineler para verdi, koyun Dolly klonlandı, Prenses Diana öldü.

Sonrası çok hızlıydı be kardeşim!..

Hele 21. Yüzyıla girdiğimiz andan itibaren bozulmuş atlıkarınca gibi bizi 20 yıl ileri savuran bir zaman tünelinden geçtik sanki başımızı döndüren bir hızda…

Halbuki biz hala çocuk kalmak isteyenlerdendik.

Şimdiden ötesini düşünmeyen, YARINI da bugün gibi sanan…

Karantina Önerisi : Çocuk Kalmak isteyenlerdik biz / Şekspir Müzikali –Haluk Bilginer